Birinci geçit
Kelimelerin kumdan kalesi dağıldı. En sağlam yerinden yapılmış sıva dahi kendini noktalar diyarına saldı. Belki bir dalga belki bir rüzgâr yahut kendinden sebepli herhangi bir dokunuş yerle yeksan etti. Heceler dağıldı, her biri gördüğü ilk zerreye sarıldı.
Zerrelerin dolan ilk kâsesini eline aldı adam. Tuttuğu yekünün ağırlığıyla sendeledi. Bir ayağını diğerinin yanına attı. Boşta kalan eliyle kâseyi tuttu ve dengesini buldu. Sağlam bastı yere, sapasağlam hissetti.
Kâsenin kırılmış noktalarından onarılan yaldızlı boyaya baktı. İç kısımda kalıyordu. Dışarıdan bakınca hasarsız görünen lakin içinde damar damar boyaların ilerlediği bir kâseydi bu. İlk çocukluk zamanlarında yapılan haylazlıkların bir özürle kapattığı gibi değil; bilakis ağır, buhranlı ve düzeltilmesi mümkün olmayan hataların görünürde -vitrinde- daha iyi durması için tamir edilmişti. Dikkatli bakmayan birisi bu damarları kâsenin tabiatında bulunan bir desen zannederdi. Adam dikkatli biriydi.
İkinci Geçit
Adam neden burada olduğunu düşündü. Neden bu kâseyi tuttuğunu. Bunu planlamamıştı. Belki hayatın kendisine tesadüf ettiği bir noktayı yakalamıştı. Bilinçli yaptığı tek şey bu noktayı görmek ve onun ardı sıra ilerlemek olabilirdi. Dünyanın kendisi için dönmediğini bildiğinden üstelemedi. Hâlâ sağlam basıyor mu, diye ayaklarını kontrol etti. Sağlamdı. Kâseye baktı tekrar. Gözlerinin ulaşabildiği en derin noktaya. İçindeki yaldızlara. Güneşin birkaç ton açık ziyasından gözlerini alamadı. Sıkıca tuttuğu ellerinden birini kaldırdı ve oraya dokunmak istedi. Etraf karardı.
Üçüncü Geçit
Doğrulduğunda, sağlam bastığını düşündüğü ayaklarına baktı. Yerlen bir olan tek noktası topuklarıydı. Bir darbe yemişti, yumruk gibi. Kâseyi aradı. Sağ yanına yuvarlanmış ama zerreleri dökülmemişti. İçinden şeffaf cümleler parıldıyordu. Sersemlediğini hissettiği için birkaç dakika oturdu. Sonra bir dizini ötekinin önüne atarak emekledi. Kâseyi aldı. Anlamlandırmaya çalıştı. Damar damar ilerleyen yaldızlardan şüphelendi. Tereddüt etmedi. Ne kaybederdi. Bir daha yaldızlara dokundu.
Tekrar doğruldu. Neler yaşadığını düşünmeye başladı. Tam da bayılmazdan evvel neler olmuştu? Ellerini başının arasına aldı. Gözlerini kapattı. Kâsenin içindeki muayyen bir noktaya dokunduğu vakit sol kulağının arkasından sert bir yumruk yemişti. Yaldızlar. Kâsenin kırıldığında onarılmış kısmı. Sonrası karanlıktı.
Dördüncü Geçit
Kâseye baktı. Bu sefer gözünün alabildiğine bakamadı, karanlığın ani bastırması olasıydı. Niçin yasaktı? Tamam yasaktı belki ama güneşin rengine bakmaya karşılık kör bir kuyuya düşer gibi bayılmak şart mıydı? Hataların, yanlışların kıyısı için bedel mi ödemeliydi?
Cevabı için kelimeleri okudu. Yaldızlara değil kelimelere odaklandı. Onarılmış kısımlara değil baştan beri doğru olan ama ilk bakışta görülmeyen şeffaflığa. İçinden bir his bu sefer yumruk yemeyeceğini söylüyordu. Dikkat kesildi.
Kelimeler okundukça ilerliyordu. Noktalandığı yerden yeni bir cümle beliriyor ve adeta kendi hikayesine benzer bir şeyler sahneleniyordu. Doğumundan hayatının sancılı süreçlerine kadar. Mutlu anların gözyaşını çağrıştırdığı ama aynı zamanda kendisini milim milim büyüttüğü anılar. Adam, hayatının kitabını okuyordu. Bu kâse bir ömrü içine sığdırmıştı. Zaman, dakikalar ve saniyeler ilerliyordu. Kelimeler okundukça, yani sarf edildikçe, yeni kelimeler hızlıca doluyor ve film şeridinin sonuna yaklaşıyordu.
Son cümleyi okuduğunda adam ellerine baktı. İhtiyarlamıştı. İs lekeleri, kırışıklıklar ve pek daha anlamlı çizgi ellerindeydi. Yaldızlar, hatalar, anlamsızlaşmıştı. Bakışlarını kaldırıp kumlara baktı. Çöl yeşiline benzer bucaklara baktı. Sonra döndü kâseye baktı. Sapasağlam hissetmiyordu. Anlamıştı. Bir şeylerin bittiğini. Gözlerini kapattı. Kelimelerin kumdan kalesi dağıldı.
Kelimeler: Damar, Kitap, Yumruk.