*Ve şimdi birçok sayfasını atlayarak okuduğum kitabın başından başlayabilirim.
İsmet Özel/ Kanla Kirlenmiş Evrak Şiirinden
Kitap. Bir roman. Beşyüz sayfa. Adı; Beni Damarlarımdan Vurdular. Aman ne ilginç. Yazar; Falan Filan. Daha önce hiç duymadım. Tanımıyorum. Kitabı açtım. Sayfaları çevirdim. Sayfa otuz; ...bir okurun önemsemeden, sayfalarını atlayarak okuduğu bir kitap gibi hissediyorum kendimi. Okurunun gözlerine temas edememiş nice sayfalarım, yüreğine dokunmak için beklerken dağların ardına atılmış gibi nice cümlelerim öksüz kaldı. Bir kitap olarak düşünüyorum şimdi, okurum bu kadar önemsemiyordu madem beni, neden tutuyordu ellerinin arasında? Neden çeviriyordu sayfalarımı? Neden kokumu içine çekiyordu? Kitap bana mı söylüyor bunları? Kapattım ve sehpanın üzerine koydum. Birinin dırdırını dinlemek isteseydim bu, bir kitap olmazdı. Neyse ki kitaplar insanlar gibi değil kapağını kapatınca dırdırı kesiyor.
Çayımdan bir yudum aldım. Bir yudum daha. On yudumda bitirdim bir bardak çayı. Telefonu karıştırdım. Televizyonu açtım, kanalları gezdim. Doğru düzgün izlenecek bir şey yok. Kapattım. Kitabı yeniden açtım. Sehpamın üstünde durmaya hak kazanmış madem, ara sıra açıp okuyayım. Ama iyi bir okur olmadığımı bilsin kitap efendi. Öyle tek tek okuyamam her sayfayı. Hele de beşyüz sayfayı hiç okuyamam. Zaten her sayfada kayda değer ne anlatabilir ki? Bir sayfa boyunca güneşin doğuşunu, yarım sayfa ayın denize yansımasını, üç sayfa karakterlerin bakışmasını, uzun uzun suyun akışını, yıldızların kayışını edebiyat parçalayarak anlatınca roman yazdık sanıyorlar sayın yazarlar.
Sayfa yüz on üç; Aort damarını bilir misiniz? En önemli damardır. Kalpten çıkar. Temiz kan taşır. İşte bütün darbeleri aort damarıma indirdiler. Kılıcını bir salladı annem tam aort damarımın köküne. Acıdı ama kesilmedi damarım. Sonra babam anneme kızdı. Beceriksiz, dedi. Öyle mi tutulur kılıç? Öyle mi sallanır? Öyle mi indirilir, diye kızdı. Aldı kılıcı babam, indirdi aortun üstüne. Yine kesilmedi. Acıdı. Çok acıdı. Kesilmedi. Öyle olmaz, dedi en yakın arkadaşım Cenk. Önce yumruklarla zayıflatacaksınız damarı. Sonra kılıçla keseceksiniz, dedi ve kocaman eliyle yumruğunu indirdi damarımın köküne. Ah, dedim. Kalbim çıtırdadı. Bakın, dedi Cenk. Kırılmaya başladı bile. Parçalanması yakındır.
Bu nasıl roman bee. Roman dediğin aşktan meşkten bahseder. Esas oğlanla esas kız kavuşsun diye beklerken kitabın sonunda biri ya da ikisi birden mevta olur ve SON. Aortmuş, damarmış, anaymış, babaymış, kılıçmış, darbeymiş. Ne bu şimdi? Farklı olma çabası tabii. Artistlik yapmış sayın yazar Falan Filan.
Sayfa iki yüz yirmi yedi; Yumrukların yeterince işe yaramadığını görünce ve işimi bir an önce bitirmek isteyince bütün tanıdıklarım, tanıdığımı sandıklarım, bütün beni tanıyanlar, tanıdığını sananlar, beni istedikleri kıvama sokmak isteyenler toplandılar ve bütün damarlarıma saldırdılar. Ateşli, dikenli, iğneli, zehirli yumruklarıyla atar ve toplar damarlarımın yollarını tıkadılar. Canım çok yandı. İnledim. Bağırdım. Haykırdım. Duymadılar. Canımı yumruklarına feda ettim diye mi duymadılar, bilmiyorum. Ama duymadılar. Yumruklarını ateşlemeye devam ettiler. Sonra babam ve Cenk el ele verip aort damarımın köküne indirdiler birleşmiş yumruklarını. Acıyla fırladım. Mancınıkla fırlatılmışçasına göğe doğru fırladım. En son uğultuları geliyordu vuranlarımın. Uzaklaştı bizden. Çok uzaklaştı. Böyle değildi önceden, diyorlardı. Ama beni uzağa fırlatan onlardı. Yumruklarının yaptığından haberleri yok muydu acaba? Göğe yükselmeye devam ettim. Küçüldüler kıyanlarım. En son gördüğümde yumruklarını havaya kaldırmış, görürsün sen, diyorlardı. Görürüm ben. Elbet görürüm. Gördüm de zaten. Dünya göğünü geçtim. Uzaktan gördüm dünyayı. Yıldızları gördüm. Güneşin huzmelerinde açan çiçekleri gördüm.
Edebiyat parçalamaya başladığına göre birkaç sayfa daha atlayabiliriz. Sayfa üç yüz otuz; Dünyaya dönmeye başladığımdan beri yanıyordu canım. Damarlarım çekiliyordu. Kalbim ağrıyordu. Saçlarım ağarıyordu. Tutunmaya çalıştığım her yıldız beni itiyordu. Hiçbir gezegen beni sığdırmıyordu kendine. Güneş, günlerimi ışıtamadı. Ay, beni yanına yakıştıramadı. Dünyaya düştüm. Bir güzelin dizlerine yatmış, gül yüzüne bakarken buldum kendimi. Kalbimi öptü, damarlarımı okşadı. Dokunduğu yerlerdeki yumruk izleri kayboluyordu. Gözlerinden huzur, ellerinden şifa akıyordu. Yazarın artistliği buraya kadarmış. Karakterini aşka düşürdü. Bakalım tam kavuştular derken kim ölecek.
Kitabın sonuna atladım. Sayfa beş yüz; Şah damarımı Arterya’nın aort damarının köküne doladım. Sıktım. İyice sıktım. Ahh, dedi. Canım acıyor, dedi. Daha çok sıktım. O benimdi. Kalbi de, kalbine giren çıkan tüm damarlar da bana aitti. Bağırdı. Duymadım. Gözünden akan yaşları görmedim. Dayanamadı ve şiddetli bir yumruk indirdi şah damarımın üstüne. Damarımdan kan boşalmaya başladı. Boşaldı, boşaldı, boşaldı… Nihayet damarlarım kurudu. Acı çekeceğim bir yerim kalmadı artık. Kuruyan damarlarımı toprağa dikip sevinçle bağırdım; vuranlarııımm! kıyanlarııımm! canlarımmm! kanlarımmm! artık vuracak bir yer bulamayacaklaaar. -SON-
Bu nasıl son ya hu. Kafam allak bullak oldu. Bir sürü soru işareti kaldı. Bir kaç sayfa geriye gittim. Merakım gitmedi. Neler oldu? Bu karakter buraya nasıl geldi? Kim öldü, kim kaldı, anlamadım. Biraz daha gerilere gittim. Biraz daha başlara. Sayfa otuz; ...bir okurun önemsemeden, sayfalarını atlayarak okuduğu bir kitap gibi hissediyorum kendimi. Okurunun gözlerine temas edememiş nice sayfalarım, yüreğine dokunmak için beklerken dağların ardına atılmış gibi nice cümlelerim öksüz kaldı…
Peki tamam kitap efendi, tamam. Baştan okuyalım atlamadan.
E.Ecran Çeliksu