Reji Aysun’un, arayanın Kulaksız olduğunu haber verme usulü, elinde telefonumla camın ardında zıplayıp durmak. Yine de kendince bir külhâni edasıyla,
“Kulaksız reis arıyor, anons et yengemizin parçasını!” diye cırtlayarak kulak zarımı kanırtmaktan geri durmuyor. Ardından bana gelen telefonu cevaplayarak, elindeki salahiyetle teminat altına alınmış haşarılığına devam ediyor.
***
Vahit, sıvadığı her afişin karşısında, Sahil Gazinosunun yeni assolisti Gülşah Yürekses’i kafasında aynı cümleleri geçirerek temaşa ediyordu:
“Kulağında karanfil, elinde elvis mikrofon, hüzünle geriye attığı başından melal dolu bakışlar saçarak arz-ı endam ediyor. Öyle ele avuca sığmaz bir duruş ki, bıraksan, kozasından kurtulmuş kelebek gibi duvardan sıyrılıp göğe ağacak. O yükselirken bize sadece dudağından kopmuş bir katre karanfil yadigâr kalacak.”
Tenha sokaklarda, damarlarından yalım akan delikanlıların, sağlı sollu sloganlarla zapt ettikleri duvarlar üstündeki mülkiyet iddialarını ve bu sırada birkaçının yüzünü çürütmekle vakit kaybetmese şimdiye kadar çoktan işi bitmişti.
Fırçayı kostik kovasına atıp kavşaktaki bilborda yöneldi. Bu bilbort için ayırdığı afişi, ayrı ayrı altı parçayı sıvayarak birleştirmesi lazımdı. Önce kafasının tepesi görüldü yeni solistin, ardından karanfil iliştirilmiş kulağı. Sonra sırasıyla ay hamurundan biçilmiş yanağı, hüzün ve çapkınlık arasında gidip gelen gözleri, kırmızı ojeli parmakları arasında tuttuğu yaldızlı mikrofona yüreğinden kopan soluğu bırakmaya hazır dudakları.
“Karşınızda-da-da Gülşah-ah-ah Yürekses-es-es-s!”
Kulis merdivenlerinden sahneye çıkarken, etek ucuna basmamak için peşini eline aldığı yeşil elbisesiyle görünür görünmez localar ayaklandı. Salonu dolduran aileler, yuvalarına düşmesi muhtemel kordan çekinerek, temkinli alkışlarla karşıladı assolisti. Şampanya tıpalarının yaramaz sesleri arasında, meşrebiyle bütün yürekleri hizaya sokan, başları ağırlaştıran, hatta oturuşları bile belli bir erkana zorlayan sesi gazinoyu doldurdu. Üslubu dinleyenleri kararlı hisler etrafında efendice buluşmaya davet ediyor gibiydi. O esnada Vahit, sırf bu gece kapıda badigartlık yaptığı için hayatının kazığını yediğini addederek, içeri dadanmaya çalışan sarhoşlara bir yerine beş vurmaktaydı. İçerideki fasıl, körfeze şamil bir efsaneyi yaratırken, gazino kapısının açıldığı boş sokaklarda et ve kemik sesleri yankılanıyordu.
Gazinoda el ayak çekilmeye başlayınca patron Ertan Mutsuz, Vahit’i odasına çağırdı. Dışarıda Gülşah Hanım’a tahsis edilmiş arabanın anahtarını verip, bundan sonra gazinoyla Kum Palas arasında şoförlüğünü Vahit’in yapacağını söyledi.
Vahit, Gülşah Yürekses’in dikiz aynasında kendininkiyle yan yana gelen yorgun yüzünü seyrederken, körfezde yeni assolistle ilgili rivayetler türemeye başlamıştı. Kimi İzmir Enternasyonel’de Diva Melahat’in vokallerinden olduğunu, kimi de hususi davetlerde name kırarak şöhret tuttuğunu söylüyordu. Kesinkes bilinen havadis, Erkan Mutsuz’un Gülşah Yürekses’e, kimseye göstermediği bir cömertlikle tahsisat açmış olmasıydı.
***
“Bir gün bunları da anlat. Ne o öyle çıtkırıldım aşıklık hikayeleri."
Radyonun ses düğmesine dokundu. Bir volüm yükselen sesi damağında duyuyormuş gibi gözlerini yumup dudaklarını yaydı. Şarkı henüz bitmişti ki,
"Kontörün var mı?" diye elini açtı.
Telefonu uzattım.
"Körfez FM mi efendim? Gülşah Yürekses'ten 'Son Nefeste' parçasını tekrar rica edecektim. Biliyorum, evet. Nolursunuz, bir defa daha. Söz veriyorum bugün son. Teşekkür ederim efendim, zahmet oluyor. Sağ olun."
Telefonu iade ederken,
"İstersen indireyim bu şarkıyı, en azından ben buradayken dilediğince dinlersin," dedim.
"Bizim aklımız eriyor ona. Bak noluyor biliyor musun? Radyoda herkes dinliyor, yoldaki şoförden koğuştaki askere kadar. Bunlar hep şahitlik işte. Bendeki yangından bir parça da bu insanların gönlüne sıçrıyor. Şeytan bile yalnız yanmak istemez be."
***
Yıldız Gazinosunun adamları konuşmak için birkaç kez arabanın geçeceği yolu kapattılar. Ertan Mutsuz'dan ümidi kesince Gülşah Yürekses'i ikna etme yolunu seçmişlerdi. Fakat iki taraf da Nuh'u biliyor, nübüvvetini tasdikten geri duruyordu. Yıldız Gazinosu transfer ısrarından, Sahil Gazinosu menfi cevap vermekten usanmıyordu. Vahit, bu vetire içinde Gülşah Hanım'a yakın olacağı bir fırsat daha yakalamıştı. Artık Kum Palas'taki odasının kapısını da koruyordu.
Birkaç gün önce Gülşah Yürekses, en çok güvendiği kişinin Vahit olduğunu söylemişti. O zamana kadar Yıldız Gazinosunun tacizlerini bir iki itişmeyle savuşturan Vahit, bu iftihar vesilesinden sonra gelenleri hacamat etmeye başladı. Bu tavır bakan beyin aile efradıyla Sahil Gazinosuna geldiği güne kadar sürdü.
O gün Vahit Gülşah Hanım’da başka bir hal okudu. Dikiz aynasından boyuna göz göze geliyorlardı. Bu tevafuklar ekseriya Gülşah Hanım’ın mahcup bir gülüşle başını çevirmesiyle diğer rastlaşmaya devrediyordu. Bir şey söylemek istiyor ya da Vahit’in bir şey söylemesini bekliyor gibiydi. Vahit zamanın geldiğini, hislerini içinde tutmanın anlamsız olduğunu hissetti. Uzun boylu bir nutka girmeye hazırlanarak boğazını temizledi.
Tam o sırada sağ ön camdan bir kurşun girdi. Araba sağa sola yalpalamaya başladı. Vahit direksiyon kontrol edemiyordu. Gülşah Hanım arkaya boylu boyunca uzanmış, hareketsiz duruyordu. Seri atışlar başlamıştı. Arabayı yol hizasında sabitleyince torpidodan tabancayı aldı.
Gülşah Yürekses kurtarılamadı.
Vahit’in bir kulağı yarıya kadar kopmuş, lüzumlu ilaçları alamadığı için de bir bacağı kesilme noktasına gelmişti.
***
“Alo, iyi yayınlar Cihat Bey.”
“Sağ ol Vahit abi, buyur.”
“Zahmet olmazsa Gülşah Yürekses’in ‘Son Nefeste’ parçasını rica edecektim.”
Kulaksız Vahit, bu aramalarda görüldüğü üzere kimseye tanımadığımız bir imtiyaza sahip. Yoksa yayın saatinde radyoyu değil de anonsörü arayıp şarkı istemek kimin harcı?