24 numaralı amfiden çıktı. Kantinden bayat ama kaynar çayını aldı. Şeker atmazdı. İdealleri olanlar şeker kullanmazdı. Onlar hayatta acıyı en yürekli kucaklayanlardı. Ortalık çok sessizdi. Mevsimden mi kaynaklı ülkenin gidişatından mı belirsiz. Aslında bu ülküler, davalar güzeldi. Hoştu ama karın doyurmazdı. Ailesi köyden onu okusun, öğretmen olsun diye yollamıştı. Onlara mektup ve biraz para yollayalı bir ayı geçmişti. Postaneye gitmesi gerekiyordu. Ailesini telaşlandırmak istemiyordu. Her mektupta iyi olduğunu, hiçbir gruba dahil olmadığını söylüyordu. Bu doğru olsa da uzun sürmeyecek gibiydi. Fakültede tarafsız diye bir şey olamazdı. Ya ondansın ya bizden. Ya şu ya bu. İlla bir şeyci olman lazım. Yoksa av olursun. Arada kaynar gidersin. Bu savaşa dahil olmak istemeyenler ya çok zengin ya çok aptal olmalıydılar. Zenginlerin Allah’ı olmaz bilirsiniz. Onların hiçbir şeyi olmaz. Yükümlülükleri yoktur. Paraları vardır. En fazla daha zenginlere boyun eğerler o kadar. Bir gruba dahil olmazlar. Grupları çıkarlarına göre kullanmakta ustadırlar ama. Zengin değilsen çok aptal olmalısındır. Köylüydü. Cin gibiydi aslında. Çok aptal rolü yapmayı seçti. Konuşmazdı. Ortamlardan kaçardı. Ne bir kafeye gider ne kantinde otururdu. Mescide dahi gidemezdi. Her yerdeydiler.
Elden ele gezen afişlerden kaçmakta usta olmuştu. Çayını içti. Sigara içecekti. Nasıl içtiğine dikkat etmeliydi. Sarma sigara içemezdi mesela. Sigarasını sarıp kibritle yakanlar bir grubu temsil ederdi. Sigaralarını öyle içtikleri için sisteme meydan okuyan emekçiler bilmezler mi ne yaparsalar yapsınlar bu dünyada bir sisteme bağlı olacaklar ya da ona karşı çıkacaklar. Sistemler yok edilemezler. Aslında sigara illetini köyde bilmezdi. Sabahın ilk ışıklarından itibaren çalışan birinin soluğu kıymetliydi. Üniversitenin ilk yıllarında yanlış ortamlarda ve gruplarda bu illetle tanışmıştı. Ona göre her grup yanlıştı. Çünkü hepsi çocuktu. Şeycilik oynuyorlardı. Herkesten uzakta bir bankta oturuyordu. Fakültenin bankları dahi sahipliydi. Bu kamelya bucuların, şu kamelya şucularındı. Kantinde radyo pek açılmazdı. Hatta bir ara yasaklandı. Kavgalar çıktı çalan müzikler üzerine önce. Ocuların müziği bucuların müziği diye onlar da ayrıldı. Panolar kaldırıldı afişler asılmasın diye. Üniversitede bölücü hareketlere neden olduğu içinmiş. Bu bahane ile yayın hayatı tamamıyla durdu.
Öğleden sonraki dersi için fakülteye girdi. Bak ama görme. Göz teması kurma. Duy ama dinleme. Ol ama fark edilme. Bu görünmezlik oyunu onu çok yıpratıyordu. Ders aynı monotonluğunda geçmişti. Minibüse binmek için durağın yolunu tuttu. Hafif esen rüzgâr içini rahatlatsa da üşümesine neden oldu. Kışlık alması gerekiyordu. Gel gör ki bunun için ne parası vardı ne de nasıl bir üst alacağını biliyordu. Kaban alamaz parka alamazdı. Onlar da düşünceye aitti. Düşüncelerin somutlaşmasından kasıt maddecileşmeleri miydi? Burada bir anlaşılmazlık olmuş yahut kimse anlamak istememişti. Önemli olan kahraman olmaktı. Kahraman olmakla işi yoktu. Düşman olmakla da. Tek derdi geçimdi.
Yarım günlük işine geldi. Hamallıktı öğretmenin işi. Anadolunun yağız delikanlılarındandı. Ne kadar ağır olsa da yükün altından kalkardı. Hamallık yapanlar bilir boy zamanla basıklaşır. Mesleğe başlayana kadar el mahkumdu. Mallar önce tıra yüklendi. Ardından bırakılacak yere gidildi. Tek tek indirildi. Akşam yedi gibi iş bitti. Haftalığını alır almaz önce eczaneye koştu. Babasının kalp ilaçlarını aldı. Haftalığının yarısı gitmişti bile. İlaç bulabildiğine sevindi. Eczacının dediğine göre bu ilaçları başka yerde bulamazmış. Kimse de satmazmış. Hemşehrisi olduğu için ona satıyormuş. İçten içe yalan olduğunu bilse de mücadele edecek hali yoktu. Hemşeri hemşeriyi gurbette… Vakit gelmeden postaneye vardı. İlaçları koyduğu pakete üç beş satırlık mektubu ile kalan parasının yarısını koydu. Posta yarın yola çıkardı. Postanedeki adamın pos bıyıkları vardı. Radyoda ...cuların müziği çalıyordu. Masada Engels’in kitabı. Fark etmemiş gibi çıktı.
Kalan parası ile telefon kulübesine gitti. Köyü aradı. Babası açtı. İlk sorusu kimseye bulaşmadın değil mi oğlum, oldu. Alışmıştı bu sorulara. Radyoda dinledikleri haberlerde ocular bucuları, bucular ocuları öldürüyor, kavga ediyordu. Sürekli bir kavga hali vardı. İlaçları eve yolladığını birkaç haftaya geleceğini söyledi. Annesi aldı telefonu, konuşmaya başladı. Annesinin bitmeyen endişesi ve tembihini dinlerken gözü cama yapıştırılmış afişlerdeydi. Afişte Emperyalizme karşı komünistler vardı. Başka bir afişte Doğu komünistlerin, Batı Komünistlerine karşı Kapıtalistler onlara karşı Liberalistler ne çok istler. İzliyordu bu afişleri. Yasaktı bunları basmak öyle değil mi? Yasak olmasına karşın neden bu kadar çoktu? Kimisi Sovyet sevicisi kimi Amerikan. Aptallar. Vatan sevgisi adı altında bilmedikleri ideallerin, ülkülerin esirleri. Evet özgürlük için bağlı oldukları bu istlerin esirleri. Bu istlere bağlı olmasa da o da kaderinin esiri. Bu ülkede herkes esir. Kalbi ruhu parçalanmış bir ülke. Dualistik bir hale gelmiş halk. Ruhu ve bedeni var olmaya çalışıyor ama bir arada olması gerektiğini unutuyor. Bu afişleri okurken karşıdaki dükkandan Sovyetlerin hasta şarkıları çalıyor. Hoşuna gidiyor tabii. Onlardan olmasa da o şarkılardaki hastalığı iliklerine kadar hissediyor. Belki üşüdüğünden belki açlığından belki esaretinden belki de yaşayamamaktan olsa gerek o da hasta. Direnmek istiyor. Mücadele etmek. İsyan etmek. İhtilal başlatmak. Devrimler yapmak. Ama onlar gibi değil. Tanımadığı insanların sisteme karşı kurdukları yeni sistemler için değil. İnsanlık için hiç değil. Sadece nefes almak için. Basit derin bir nefes. Duyan kulaklarının sağır olmasını dilemediği bir gün olsun istiyor. Radyoyu korkmadan dinlemek istiyor. İst damgası yemeden. Ya da ölüm, kavga, yasak haberleri duymadan dinlemek istiyor. Gören gözlerini kaçırmak zorunda kalmak istemiyor artık. Afişlere bakmak, okumak istiyor. Ama bunları değil. Güzel şeyleri. Belki bir konser. Gerçi kimin konseri? Kimin olduğunu bilmemesinin bir önemi olmasın istiyor. Ha bir de cebinde para olsun istiyor. Para. Zor bulunur. Bu istlerin ortak yanı paraya lanet etmek, kıymetsiz olduğunu söylemek. Gel gör ki en çok para da onlarda. Para. İlaçlar için gereken para. “Olum, duyuyon mu beni?” “Duyuyom ana, buyurasın”. “İlaçların parasını nerden buluyon, yanlış insanlara bulaşmadın değil mi?” Hamallık yaptığını demeye dili varmadı. “Burstan ana, bir de özel ders veriyorum oradan da geliyor.” Annesinin içi rahatlamıştı. Kapattılar telefonu, kulübeden çıktı.
Etraftaki sessizliği fark edince tedirginleşti. İnsanlar çoktan evlerine çekilmişti. İstler ise inlerine. Birkaç saate inlerinden çıkıp etrafa afişleri saçmaya başlarlardı. Saat yaklaşıyordu. Hızla yurdun yolunu tuttu. Sirenler çalmaya başlamış, sokağa çıkma yasağının saati geldiğini haber ediyordu. Bekçiler sokağa çıkmaya başlamıştı. Hızla minibüse bindi. Yurda vardı. Değişik bir hareketlilik vardı. Her zamanki bilindik korkunun sessizliği değildi. Bu korkulu sessizlikte bir telaş vardı. Yurda girdi. Koğuş denilse daha doğru. Radyolar açıldı. Yasak saati başlamıştı. Radyoda son dakika haberi olarak istlerin matbaasına baskın yapıldığı geçildi. Bu matbaa üniversitenin fotokopicisiydi. Hareketliliğin sebebi belli olmuştu. Baskınlar gittikçe yurda doğru yaklaşıyordu. Yurt ise baskının en fazla hasılat yapacağı yerdi. Sabah dersi vardı, akşama kadar da hamallığı. Düşünmedi bunlar dışında bir şey, uyudu.
FATMA DURSUN
Üç kelime ile öykü yazma. Kelimeler: İlaç, Afiş, Radyo. 12.09.2021