Rehberden Defter Efendiye

Fatma Dursun

Sefer defteri, gün; saymıyorum artık.

Defter efendi seni tutmaya başlayalı ne kadar oldu ben bilmiyorum. Devlet saysın. İşe gidilecek. Tramvayla. Sabah rutinim fevkaladedir. Çıktım yola. Sabahın köründe buz gibi yine ortalık. Ölmek şu ayazdan daha iyi. Nefretlik bir şehir, hep soğuk hep soğuk. Bir de üstüne kuru. Ölelim efendim biz gerçekten. Şu Torosların suçu hep. Adana kar görmez, biz güneş. Olacak iş mi? Sırf biraz kuzeydeyiz diye. Tramvaya gidenece düşüp bir yerimi kırmasam bari. Ulan şansıma da hep bayır hep bayır. Yuvarlana yuvarlana buzların üzerinden giderim. Nerede belediye? Aaa hazretleri baharınan gelir eşer eşer sonra bulamadığı altınlarla yamalı yolu tekrar yamalayıp kapar.

Neyse ben yuvarlanadurayım her sabah mahallenin ilginç teyzesi de sabah nidalarını bitirip eve dönecek. Hey be teyzem her sabah yıllardır doymaz mısın Allah Allah diye seslenmeye? Aramaya. İlginç bir kadın. Geceleri başlar Allah Allah diye bağırmaya. Tüm mahalle yankılanır. Ama bu bir bağırış değil. Sesinin tınısından bilirsiniz. Sesleniş, arayış. Annem bir gün sormuş tabi durumu. İyi anlaşırlar bizim sopalar birbirini çekiyor demek ki. O da ilahi söylüyorum ben demiş. İlginç. Bir gün tramvaya yuvarlanmazsam soracam teyzeye. Tabii o da beni yeterince deli bulursa cevaplar. Deliliğimi beğenmeyedebilir. Oladabilir yani şimdi. İlla deli deliyi sevecek diye bir şey yok. Bak yine çok dağıldım defter hazretleri kusuruma bakıver. Neyse düştüm tramvaya. Ya hu Organize birinci durak bura iki sen ne hakla dolu oluyon acaba? Kapıda kaldım bu sabah. Öyle ağzımı ayırırsam normal. Davar ne sağa sola bakıyon bin. Sabah mahmurluğu işte.

Neyse günümü renklendiren varlıklardan bahsedicem. İnsan kategorisine giriyor bunlar. Anam pazartesi de değel ki bugün hepsinin suratı sirke satıyor. Ekşitmekten buruş buruş duruyorlar. Tabi hemen ben de ekşitiyorum suratımı. Ben de nefret ediyorum. Hiç tanımadığım ve tanımak istemediğim sizlerden, devletten, hayattan, galaksiden falan falan… Çöl maymunları karışmış aralarına. Bu şehir soğuk ya hani insanları şehirden bin beter. Donmuşlar sanki. Ulan yanında kıyamet kopsa dönüp bakmaz ama biri mi ayıplanacak hemen oraya damlarlar. Bağırarak sabah sabah akraba-i tarikatının 3500 sene evvelki vukuatlarını anlatan teyze sana bir çift sözüm var: Sabah yedi. Saat yedi. Sabah saatin yedisi! Sinirlensem de kulak kesiliyorum, sarıyor abi. Ergenler birikmiş köşeye. Yazık vallahi şu saatte okul mu olur? Hele şu soğukta. Kimisi karalara bağlamış Ooo yee abisi son ses müzik, hawli alemlerinde dünyayı kurtarıyor. Kimisinin ağzında sakız, elinde çanta anlamadığım artık anımsayamadığım bir dilde ciyaklıyorlar. Hele emiceler var en tehlikelileri. Ben bu yaşta olmama rağmen korkarım onlardan. Bunların işi gücü yoktur. İş-okul gidiş dönüş saatlerinde denk gelirsiniz bunlara. İki vasıfları vardır. Ayıplamak ve taciz etmek. Kamu spotu bu şehirde tramvayda yaşlı bir amca görüyorsanız kaçın. Erkek kadın fark etmiyor onlara. Neyse sabah şeriflerinin hatrına sabah kusmam bitti.

Defter efendi sonra işe düştüm. Bilirsin erkenciyimdir. Toksik bir pozitifliğim vardır. GÜNAYDINNNNLARRR (lanet olsun hepinize) diye girdim ofise. Bugünkü kafileye kiliseleri gezdireceğim. Bu şehirde kilise boldur efendim. Tarihi kilise amma. Pek kıymetlidirler anlayacağın. Tarihi açıdan görüp görebileceğin en güzel şehirdir. Ama onun da kıymeti bilinmiyor. Devlet onu da terk etmiş. Ahh ahh Selçuklu’dan kalma neler neler var bir görsen. Ağlarsın. Ben hep ağlarım çünkü. Asurlulardan kalma antik bir kentimiz de var üstelik. Bayılır turistler buralara. Kış turizmine bayılıyor gerçi turistler. Niye? Çünkü reklamı daha çok. Hem kimlerin kazandığı da belli. Olsun Erciyesimiz de pek mühim ama turistlerin sadece oraya gitmesi o kadar üzücü ki. Oysa kümbetlerimiz, hanlarımız, hamamlarımız, camilerimiz, kiliselerimiz, antik kentlerimiz, yeraltı şehirlerimiz de var. Tarihi mimarisi o kadar eşsiz ki. Sen ne anlarsın rehber mimariden bak işine deyip gülme bana defter. Anlarım da işte neyse girmeyelim o konulara senin sayfa yetmez benim diyeceklerim bitmez. Devlet bir defter daha alsın o zaman.

Neyse bugünkü kafileye dönelim. Kiliseleri gezdirdim onlara. Hristiyan hac yolunun geçtiği çok eski kiliseler var. Turist kafilesi ile tanıştık. Merkezdeki tarihi kiliselere götürdüm onları. Her turist gibi her şeye hayran oldular. Ama hayran olunmayacak gibi değil. Taştan yapılmalar. İlk gittiğimiz kilise Meryem Ana Kilisesi. Ermeni kilisesi burası. Ne zaman inşa edildiği tam bilinmemekle birlikte mimari yapısından benzerlerine bakılarak on dokuzuncu yüzyılda inşa edildiği düşünülüyor. Bazilikal bir planla inşa edilmiş. Mimarisinde en çok dört sütuna oturan üç kemerin oluşturduğu iki katlı narteks ilgi uyandırıyor. Belediye burayı restore ediyor daha. Kütüphane yapacaklarmış. Biliyorsun defter böyle bir projede yer almayı çok isterdim. Şansıma tanıdık görmedim. Görsem “Hem rehberlikte daha çok para var” derim. Onlara ve kendime.

Neyse bırak bu burukluğu ikinci yer olarak Surp Krikor Lusavoric kilisesine götürdüm turistleri. Ermeniler için oldukça kutsal sayılan bu kilise Ermenilere Hristiyanlığı tanıtan mezhep olduğuna inanılır. Dışarıdan oldukça gösterişli durmakta. Yaklaşık bin yıldır da ayakta. Var düşün işte defter efendi eskinin mimarisinin niye bu kadar eşsiz olduğunu. Deme bana hep bu eskiyle kafayı bozduğun için bu haldesin diye. Sevmiyorum ulan modernleri ve pozitivistleri. Şık siyah demirler altında kalasıcalar. Hele güzelim yapılara böyle siyah demir yığıp restore ettim demeleri yok mu? Güzelim kale içini mahvettiler. 10 yıl süren restorenin dokuz senesi altın aramaları, son senesi hızlandırılmış restore oldu. Yok abi yok, işi bilene vermeyince böyle oluyor. Banane altınınızdan -gönlüm de el vermiyor bunu demeye ama- açlığınızı tarihi mimarinin üzerinden çekin bari. Hatırlarım, çocukluğumda ne de güzeldi kaleiçi. Şimdi tatlıcı var. Haltınız afiyet olsun.

Defter efendi asıl mevzu Germir’e gidince oldu. Benim cinlerim geldi. Aa gerçekten tutamadım kendimi. Dinle sen de hak vereceksin. Germir’de bulunan Panaya kilisesi var. Rum kilisesi. Bilirsin Rumlar Ortodokstur. Burası da şahısların keyfiyetine sonra devlete sonra kendi kaderine terk edilmiş. Bir güzel, defter görmen lazım. 1837’de ibadete açılmış burası. Sonra mübadelelerle Rum nüfusu kalmayınca haline terk edilmiş. Olacak iş mi Allahını seversen ya? Sen onu restore etsen güzelce topluma katsan müze olur, turistik mekan olur, kütüphane olur illaki bir şeyler olur hani. Ama yok işte bunlar olmadı. Kaderini anlatayım ben sana. Ahır oldu. İçine yığmışlar samanları, hayvanları kullanıyorlar öyle. Köylüyü suçlamıyorum yine. Ne bilsinler. Kasti bir durum değil elbet. Neyse daha öncesinde samanların temizlenmesi için çok uğraşmıştım. Köylülerle de çok çekiştim bu konuda. Kabul ettiler beni sonunda. Hem herkes yararına olacaktı. Kiliseye kafileler getirecektim. Turistleri köylüler söğüşleye dursun mekan kurtulacaktı. Tabi bu şehrin insanı kazıklamak için göz bile kırpmaz. Aman dikkat, ben de bunlardan olsam da hala kazık yerim. Yabancıların vay haline. Neyse efendim. Kafileyle Germir’e vardık. Germir’de bulunan diğer kiliseleri, konakları gezdirip en son Panaya vardım. Varmaz olaydım. Rafık Efendi durmamış yine. Bir gün gırtlağına yapışıcam bu herifin. Sen git benim günlerce temizlediğim yere saman yığ, keçi doldur. Keçileri gibi kendi de. Kafile önce şaşkına uğradı manzarayı görünce. Bu şehrin insanları krizleri fırsata çevirmekte ustadırlar. Hemen kıvırdım durumu. Rafık Bey dedim. (İt Rafık sökecem senin ciğerini). Germir’de kalan son Rumdur. Ailesi zamanında besiciymiş. Hep anlatırlarmış Germirli Rum ahaliyi. Germir’deki tek kilisedeki ayinleri. Gün geçtikçe yalnızlaşmışlar. Azalmışlar. Rafık bey de son Rum olarak kalınca yalnızlığını gidermek için atalarının hayvanları ile son Rum yuvası olan buraya Panaya kilisesinde yer içer yatar. Söyleyin bana ne hakla onu ayıralım yuvasından? Ayıramadık. Rafık beyin ömrü pek az kaldı. Ondan sonra bu yadigar korumaya alınacak. Son günlerini kökleri ile geçirdiği için çok mutluyuz. Turistler samanlara oturmuş anlattıklarımdan etkilenmişlerdi. Ağlayanlar bile vardı. Ben bile ağladım düşün. Çok etkilendim hikayemden. Allah’tan Rafık iti balyaları sıralı koymuş. Kilise oturakları gibi sıralı olan bu saman balyalarına oturan turistler dualar ve ilahilerle Panaya kilisesinde ruhani bir hale girdiler. Tabi bu duruma olmayan camlar ve kapılardan süzülen akşam ışıkları eklenmiş, sonbaharın o tatlı havası ve kokusu ruhları daha bir yumuşatmıştı. Anlayacağınız bu saman rezilliği bir anda turun zirve noktası haline geldi. Daha böyle terk edilmiş içleri saman dolu ne kadar yer var bir bilsen defter. Sana ne oluyor deme defter efendi. Her ne kadar bir rehber olsam da tarihe gönül vermiş bir mimarım ben. Hem de doktaralı beş dilli. Beni mesleğimden koparsalar da gönlümdeki aşkı alamazlar defter efendi. Afilli son sözünü de Devlet yazsın. Haydi Eyvallah!