Bayan Mimar sıkılmıştı. Kentsel mentsel dönüşümler, dönüşemeyen sistemciler, üç kâğıtlar, dolandırıcılar, dönme dolaplar ve onları döndüren sahtekârlar… Sıkılmıştı Bayan Mimar. Böyle mimarî olmazdı. Eksikti, yanlıştı. Ama bunu kimse görmüyor, anlamıyordu. Zaten bazı insanlara anlatmak istediğini anlatmak için dünyanın bütün kelimelerini toplasan yine de anlamazdı. Oysa Bayan Mimar, mimar olmak isterken böyle hayal etmemişti. Üniversitede bulutlara çıkardığı hayalleri gökdelenlere çarpıp parçalanınca ani bir kararla azıcık birikintisini de alıp bir köye yerleşmeye karar verdi.
Şehre yakın bir köye gidip ev tuttu. Üç günde yerleşti. İlk haftayı dinlenerek geçirdi. Köylülerle tanıştı. Sevecen, misafirperver, doğal insanlardı. Yani Bayan Mimar öyle sanmıştı. İlk önceleri bilmiyordu onu konuşturup arkasından dalga geçtiklerini. Onlara mimariden bahsediyor, birlikte köyü de güzelleştirebileceklerini anlatıyordu. Bu evi alıp şuraya koyuyor, camiyi gölün kıyısına taşıyor, ahırların hepsini aynı yerde topluyor, okulu ağaçlandırıyor, okulun yanına kütüphane konduruyordu.
Tam üç ay köyün mimarisini düzeltmek için düşündü. Projeler çizdi. Muhtarla konuştu. Çok heyecanlıydı. Belki de dünyaya örnek bir köy çıkacaktı ortaya. Belki bu köyün güzelliğine bakıp şehirlere de bir çeki düzen verilecekti. Çok güzel olacaktı çok. Projesinin maketine bakıp hayallere daldığı bir sırada kapı çaldı. Gelen muhtarın eşiydi. Bayan Mimara boşuna hayaller kurmamasını söyledi. Köylülerin onunla dalga geçtiğini, hiçbirinin arkasında durmayacağını, eşi olacak muhtarın da halletmesi gereken resmi işlerin hiçbirini halletmediğini, sırf Bayan Mimarı oyalamak için halletmiş gibi yaptığını anlattı. Bunları benden duymuş olma, deyip gitti.
Bayan Mimar beyninden vurulmuşa döndü. Bu kadar hayal kırıklığını taşıyamıyordu kalbi. Ağlamaya başladı. Çizdiği projeleri, yaptığı maketleri parçaladı. Bağıra bağıra ağladı. Ağlarken uyuyakaldı. Uykusunda bir rüya gördü. Rüyasında kocaman sarı bir ışık vardı. Sonra o sarı ışığın içinden baştan aşağı sarı giyimli bir dede çıktı. Dedenin sakalları samandandı. Dede hiç konuşmadan Bayan Mimarın elinden tutup muhtarın ahırına götürdü. Orada saman balyalarının arkasında bir kapı gösterdi. Kocaman, eski, ahşap bir kapıydı.
Bayan Mimar kapıyı gördükten sonra aniden uyandı. Saate baktı. Saat gece on ikiyi gösteriyordu. Ellerini açıp “Allah’ım bana da mı? Bana da mı ak sakallı dede? Benim gibi ufku geniş, entel bir mimara? Gerçi ak sakallı değildi, saman sakallıydı,” dedi gülerek. Rüya çok gerçekçiydi. İçinden gelen muhtarın ahırına gidip o kapıyı bulma isteğini bastıramazdı. Bastırmayı düşünmedi de zaten. Kalktı. Dışarı çıktı. Dışarıdan köpek sesleri geliyordu. Köylüler çoktan ışıklarını söndürüp uyumuşlardı. Ürkek adımlarla yavaş yavaş muhtarın ahırına doğru ilerledi. Ahırın kapısını açmaya çalışırken muhtarın köpeği çıldırmış gibi havlıyordu. Bağlı olmasa Bayan Mimarı kesin parçalardı. Bayan Mimar ahırın gıcırtılı kapısını açtı. Etrafı kolaçan etti. Kimsecikler görünmüyordu. “Köpeğin bu kadar havlamasını duymuyorlarsa kapının gıcırtısını hiç duymazlar,” diye kendini rahatlattı.
Ahıra girdi. Dedenin gösterdiği gibi saman balyalarını kenara çekti. Rüyasındaki koca kapı karşısındaydı. Kapının koluna çöktü. Karanlık bir mahzene açılıyordu. Telefonun fenerini açtı ve yürümeye başladı. Yürüdü, yürüdü, yürüdü. Yolu bir köprüye çıktı. Bu köprü dünyadan başka bir gezegene uzanıyordu. Bayan Mimar hayat var mıdır, su var mıdır, yerçekimi var mıdır diye düşünmeden ve hiç tereddüt etmeden köprüye çıkıp diğer gezegene geçti.
Küçücük bir gezegendi. Her yer samanlarla çevriliydi. Akarsular vardı. Bayan Mimar biraz düşündü. Bu gezegende yaşayabileceğine karar verdi. Kafasında projeler üretmeye çalıştığı sırada acıktığını hissetti. “Ee şimdi ne yiyeceğim? Saman mı? Ahh… Çocukken sana ne deyince saman ye diyen arkadaşlarımın ahı mı tuttu?” dedi kendi kendine. O esnada rüyasında gördüğü saman sakallı dedeyi gördü. Dede yine hiç konuşmadan Bayan Mimara yaklaştı. Elinden telefonunu aldı. Bir şeyler yapıp geri verdi. Sonra da aniden yok oldu. Bayan Mimar telefonunu kontrol edince telefonunda yeni bir uygulama olduğunu gördü. Uygulamanın adı SamanYe idi. Uygulamanın içine girdi. Yiyecek bölümündeki menüden kahvaltılık bir şeylere tıkladı. İstediği şeyler biraz sonra koca bir tepsiyle önüne geldi. Karnını doyurduktan sonra uygulamaya yeniden girdi. Projeler yazan butona dokundu. Kafasına göre gezegeni şekillendirdi. Proje tamamlandıktan sonra uygula butonuna tıkladı. Bir anda gezegen projedeki hâle dönüştü. Samandan bir şato, şatonun bahçesinde gövdesi samandan meyve ağaçları, samanların arasında açan güller, domatesler, salatalıklar, çilekler... Şatonun dışında akarsuların kenarlarında yine samandan kiraz, şeftali, nektari, nar ağaçları ve çiçekler oluştu. Hatta canı abur cubur çekerse diye bir kaç tane de dallarından çikolata, cips, kek, kola, kraker, bisküvi sarkan ağaçlar kondurdu. Gezegenin dünyadan gelen köprüyle birleşen kısmı kocaman samandan bir kapı ile örtüldü. Kapının dışına içi saman dolu zırhlı askerler dikildi. Şatonun içinde de samandan hizmetçiler vardı. Bayan Mimar şatosuna girdi. İçeride yüzlerce oda vardı. Tabii projeyi kendisi çizdiği için kendi odasını kolayca buldu. Odasına girip dinlenmeye geçti. Güzel bir uykuya daldı.
Aniden gelen bir gürültüyle uyandı. Balkona çıktı. Gezegenin giriş kapısında askerlere bağıran birkaç adam gördü. Biraz daha dikkatli bakınca bunların muhtar ve köylülerden birkaç adam olduğunu gördü. Aşağı inip askerlere neler olduğunu sordu. Askerler “Efendim bu adamlar zorla gezegenimize girmek istiyorlar,” dediler. Muhtar “Aman mimar gızım gurbanın oluyum bizi almayacan mı? Biz seni koyümüze aldık ya. Hani bizim koyü barabar onaracaadık?” dedi. Bayan Mimar muhtarla muhatap olmak istemedi. Askerlere “Turistlerimize kibar davranın. Giriş ücretini ödedikten sonra gezegenimizi gezebilirler,” dedi. Muhtar ve köylüler ceplerinde bozuk para ararken Bayan Mimar giriş ücretinin elli lira olduğunu söyleyip şatosuna doğru yürüdü. Adamlar elli lirayı çok bulsalar da gezegeni merak ettiklerinden paralarına kıymak zorunda kaldılar. SamanYe Gezegeni’ni hayret dolu gözlerle “Vay anasını beee” diye diye gezdikten sonra akarsuların yanındaki meyve ağaçlarından meyveler toplayıp köylerine döndüler. Ertesi gün eşlerini ve çocuklarını getirip turist olarak gezdirdiler. Köye dönünce bu gezegeni tüm dünyaya duyurmaya karar verdiler. Ne de olsa gezegene çıkan kapı köyden geçiyordu. Böylece dünyanın her yerinden gelen turistlerden faydalanabilirlerdi.
Muhtar resmî makamlara, televizyonlara, gazetelere haber gönderdi. Gezegen tüm dünyaya duyuruldu. Dünyanın dört bir yanından turistler akın etti. Bayan Mimar gelenleri bir kraliçe edasıyla şatosundan izliyordu. Kimseyle muhatap olmuyordu. Dünyanın en iyi mimarı ilan edilmişti ve Dünyanın En İyi Mimarı Ödülü’nü almak için kendisini davet ettikleri ödül törenine bizzat katılmayıp, hizmetçilerinden birini gönderdi.
E.Ecran Çeliksu