Saman Sapı

Hacer Noğman

Sabah gözümü açtığımda elimde tarifi imkansız-o an öyle düşünüyordum- bir ağrıyla karşılaştım. Benden önce güne merhaba demişti. Bu da nesiydi, dedim içimden. Çok geçmeden hatırladım: Birkaç gün önce balyaları taşırken elime giren saman çöpüydü. Bunun başka bir ismi yok muydu Allah aşkına? Her defasında saman çöpü mü diyeceğim? Neyse. Elimde acıyı hissettiğim o ilk an, saman çöpünü çıkarmak için ne kadar uğraştıysam beceremedim. Anneme gösterdim, toplu iğneyle çıkarmaya çalıştı. Babama gösterdim, gözlüklerini taktığı hâlde saman parçasını göremedi.-Evet, saman parçası diyeceğim.- Babaanneme gittim, tükürüğüyle elimi ıslatıp çengelli iğne ile çıkarmaya çalıştı. Her uğraşıda daha çok derine gittiğini, daha çok acıdığını hissettim. Kaşlarım ve ağzımın yanındaki kaslar dışında bir hareketlilik olmadı yüzümde. Saman parçası da çıkmadı. Aradan birkaç gün geçti. Acının günden güne-üç günde- hafiflediğini düşündüm. Ama bugün, geçen günlerin acıları elimde, tam o noktada toplanmış gibiydi.

Annem ne yapacağımızı babaanneme soruyordu. Babaannem ise, saman parçasının acısını bunca gündür biriktirdiği belliydi, manasına gelen cümlelerden çözüme varamıyordu. Babam beni aldığı gibi yakın arkadaşı olan Mimar Kemal’e götürdü. Ne alaka baba, diyemedim. Yol boyunca, arkadaşının mimar olmasının gözümü korkutmaması gerektiğini, alternatif tıp ile uğraştığını filan söyledi. Evden çıkarken annemle babaannemi susturmak içinse Mimar Kemal’i ‘hekim bir arkadaş’ olarak tanıtmakta bir beis görmedi.

Mimar Kemal’in yanına vardığımızda, onun bu durumdan haberdar olduğunu gözlerinden okuyordum. Kaçamak bakışlarının ellerimde dolaştığını fark ettiğimde, bu bakışların hemen ardında telaşın saklı olduğunu gördüm. Gözlerim irileşti. Biliyordum böyle olacağını, dedim içinden. Ses çıkaramadım. Gördüklerimi babama anlatamadım, anlatsam da ikna olmayacaktı. Oturdum Mimar Kemal’in yanına. Elimi avcunun ortasına yerleştirdi, incelemeye başladı. Hemen oracıktaydı, kıpkırmızıydı etrafı. Ucu yeşile çalan renkte, alev topundan farksızdı. Tıpkı bir dil yarası gibiydi.

Mimar Kemal hemen arkasındaki sehpadan kolonya alıp yarama püskürttü. Seksen derece. Bir sızıya dönüşen saman parçasının acısı, her lahzada arttı. Mimar Kemal eline onluk çiviyi andıran bir iğne aldı. Gözlerim kocaman oldu. Kalbim tüm gayretini saniyede dört defa atmak için harcıyordu. İğne, işlemiş yaraya değdiğinde canımdan bir can alıp götürmüşler gibi hissettim. -Nasıl olurdu bu bilmem ama öyle hissettim.-

Birkaç damla irin dışında çıkan bir şey olmadı. Devam etmek üzere iğneyi havaya kaldırdığında yerimden fırladım. Devam etmeyin lütfen, dedim. Babam çaşlarını kattı, evet tam olarak o an cümleyi böyle kurdum kafamda. Babamın kaşları daha da çatıklaştı, ona aldırmadan oradan çıktım. Öyle acı çekmiştim.

Çok geçmeden babam geldi. Tek kelam etmedi, eve döndük. Acaba evdekilere ne diyecekti? Hayli becerikli olan hekim arkadaşım bu zorlu vakada pek başarılı olmadı, mı? Yahut, hekim arkadaşım işi üzerindeyken çocuğum dayanamadı ve operasyon mahalini terk etti, mi? Takdir edersiniz ki ikinci durum yaşandı.

Babaannem, ana lafı dinlemeden kendi bildiğin işin peşine mi gidersin, diyerek iki gece üç gün babamı laf yağmuruna tuttu. Annem, babaannemden kendine sıra bulamadı. Babama görünmeden yanıma gelip olayın aslını öğrenmek üzere sorular sordu. Canım anam, dedim içimden. Pek renk vermedim. Herkesin bir karizması var neticede. Mimar Kemal de mimar olarak kalsın dedim, içimden.

Babaannemin laf yağmurları sona erdiğinde bir şeyler karıştırdığını anlamıştım. Elimdeki saman parçası günden güne işliyor, sakınılması gereken çok özel bir şeymiş gibi koruyordum onu. Madem hekimlik bir işi yoktu bu yaranın, diye düşünerekten babaannem akşam yemeğinde lafa girdi: “Kendi başına alıp bu çocuğu hekimlere götürdün, bir fayda da göremedi çocuk.” Babam hiç yüzü kızarmadan “E hekimlik değil miydi işi sanki?” dedi. Bana bir gülme geldi, ama sinirden. “Lafımı bölme,” dedi babaannem. “oturup meşveret ettin mi bizimle, hı? Şu çocuğun eline bak, bir haftadır kıvranıyor.” Haklı, dedim içimden.

Konuşmanın neticesi, babaannem bu yaraya derman olarak gördüğü birine danışmış da, o da birine yönlendirmiş. Babam tek söz edemedi. Gideceğimiz kişinin adı Turistmiş. Niye böyle bir ismi var düşüncesi beni birkaç dakika meşgul ettiyse de, saman parçası hemen bu düşüncenin önüne geçti.

Gecenin hayrı bitti, gündüzün şerriyle yola koyulduk. Yetmiş kilometre yol gidecekmişiz. Kilometreler tek tek akmaya başladı. Saman parçası artık elimden çıkmak istiyordu. Vücudumun direnci orada toplanmış, saman parçasını dışarı atmak için olağan gücüyle dışa doğru itiyordu sanki. Koca bir hafta geçmişti, uykularım bölük bölüktü, bir bütün oluşturmuyordu. Elime, cüzzamlı birine bakar gibi bakıyordum. Neren acırsa canın oradadır, dediklerini şimdi daha iyi anlıyordum.

El freninin sesi vardığımızın haberini verdi. İndik, babaannemi takip ettik. Ona söylenenleri kafasında bir bir kuruyor, sırasıyla gerçekleştiriyor gibiydi. Küçürek bir evin içine girdik. Bizi orta boylu, kirli sakallı, yaşlıca bir adam karşıladı. Turist dedikleri bu olmalıydı, dedim içimden. İyi de neden Turist?

“Bu yavrucak mı?” diye sordu beni gösterirken. Evet, benim. “Evet.” dedi babaannem. Bir odanın kapısını açıp içeri girmem için kenara çekildi. İçeri girdim. Ardımdan kapıyı kapattı. Babaannem içeri girmeyi teklif edecek gibi oldu, diye düşündüm kapı kapanırken ona baktığımda. Oturduk. Turist Amcanın dudakları birbirine değip açılıyordu, çok sakince. Acaba ne okuyordu, diye düşünmeden edemedim. Ne olur ne olmaz diyerekten Allahulailahe’yi okumaya başladım. Dudaklarımı kımıldatmadan.

Eline ufak bir meyve bıçağı aldı Turist Amca. Yaranın etrafında gezdirdi. Dudakları hareket ediyordu. Bıçağı çizdiği daire gittikçe daraldı. Yaranın ucuna değecek gibi olduğunda çember tekrar genişledi. Bir tur, iki tur, üç tur derken gözlerim ağrıdı. Bir müddet sonra bıçağı takip edemedim.

Yanındaki sehpada duran otu alıp çizdiği çemberin ortasına sürdü. İğne ile ufak bir delik açıp tentürdiyot sürdü. Gazlı bezle kapayıp hafif bir sargı yaptı. “Tamamdır.” dedi. Tamamdır herhalde dedim içimden. “Şey, bir şey sorabilir miyim?” Sessiz kaldı, ikrarındandır diye düşünerek devam ettim: “Size neden Turist diyorlar?” Güldü, az biraz. “Bu dünyada turist olmayan mı var?” Seyyah gibi, diye düşündüm. “Seyyah gibi mi?” “Gibi.” Odadan çıktık. Babaannem, minnet, şükran, dua… Turist Amcaya para uzattı babaannem. Oradan ayrıldık.

Bir gün geçti, iki gün geçti. Üçüncü günün gecesiydi. Saman parçası elimde, tarifi imkansız olan o ilk günkü ağrıyı anımsatan bir ağrıyla geceye gözlerini açtı. Ağlamaktan yastığım sırıksıklam olmuştu. Annem alışılmış gece kontrollerinde bu manzarayla karşılaştı. Beni böyle görmeye dayanamayacak oldu ki, apar topar hastanenin yolunu tuttuk.

Hacer Noğman

kelimeler: mimar, saman, turist.