Seller senesi. Çiselemeye başlayan yağmurun acı bir hadiseyi yoğurup hayatımızın ortasına koyacağından habersizdik. Tıpkı olağan her hâlin meydana gelişi gibi sıradan, ağlamanın elbet sona ereceği gerçeğiyle paralel, mutluluğun hemen ardından tebessümü getirmesi gibi. Öylesine sıradan.
İkindi vaktini müteakip çise yerini sık bir yağmura bıraktı. Köye yol almış ablamın eve sağ salim gidip gitmediği annemin bakışlarına bir endişe olarak oturmuştu. O bakışların anlamını şimdi idrak edebiliyorum. O zamanlar yalnızca bez bebeğimin derdiyle, ama özellikle bez bebeğim dikilirken içine koydukları dişimin derdiyle meşguldüm. Oyuncağım kayıptı. Babaannemin pek umurunda değildi. Annem ise eğreti birkaç teskin cümlesi sıralamaktan geri durmuyordu. Çıkan ilk süt dişimdi, kıymetini tarif edemiyordum. Yalnızca çok değerliydi. Şimdi, yine tarif edemiyorum. Acı bir yürek kıpırtısından başka bir şey değil.
Yağmur sıklaştıkça annemin endişesi daha da sessiz bir hâl aldı. Birkaç dakika içinde sıklık kelimesi anlamını yitirmiş, yağmur, bardaktan boşalırcasına yağıyordu. Çakıllar görünmez olmuştu. Yolları dereden ayırt etmek için, yolun yol olduğunu bilmek gerekiyordu. Bu düşünceyi düşündüğüm an, işte tam o anda yukarıdan bir toprak yığınının evimize yaklaştığını gördüm. Anne dedim, kocaman topraklar geliyor. Pasta yapabiliriz bu topraklarla dedim. Ama biraz sulu bir toprak dedim. Düşünceler bir bir kendini gösterirken oyuncağımın yokluğu beni tekrar yokladı. Üzüldüm. O an babaannemin sesini işittim; bağırıyordu. Oğlum diyordu, kızım diyordu, yavrum diyordu. Ama en çok vah diyordu.
Neler olduğunu anlayamadan etrafımızı çamurla kaplı bulduk. Evimiz çamur doluydu. O an dedim ki içimden, bu topraktan pasta olmaz. Çok fazla çamur, dedim. Sonrasında ev hareket etmeye başladı. Hatırladığım son şey buydu. O son şeyden sonra hatırladığım ilk şey ise, çamurun değmediği tek bir yerin olmayışı ve akabinde gözüme takılan oyuncağımdı. Gülerek ona koştum. Koşar koşmaz üşümeye başladım. Her tarafım çamurdu. Gözlerim çok acıyordu. Oyuncağı elime aldım. Dişimin yerinde olup olmadığını öylesine merak ediyordum ki, oyuncağı yırtıp onu görmek için nefesimi tuttuğumu hatırlıyorum. Oradaydı. Çıkan ilk dişim oradaydı. Çok sevinmiştim. Sevincimi göstermek ama daha çok paylaşmak için etrafa bakındım. Kimsecikler yoktu. Oyuncak bebeğimi kaybettiğim zamanki burukluk, bunun yanında hiçbir şey değildi. Ne evimiz yerindeydi ne annem ne babaannem ne de kardeşlerim. Hiçbir şey yoktu. O an, yağmurun bizden, ama daha çok benden her şeyi alıp götürdüğünü hissettim.
Hacer Noğman
kelimeler: yağmur, oyuncak bebek, diş.