Deneyen Derviş Muradına Ermiş

Beyza Öztürk

Deneyen Derviş Murâdına Ermiş

İnsan: İrade.

İrade sahibi olmamız ve etrafımızın seçeneklerle, köşesinde sessizce alınmayı bekleyen kararlarla dolu olması eskiden olduğu kadar kolayca insanları sevmediğime karar vermemi zorlaştırıyor. Henüz ölmemiş bir insandan kötü bahsederken bir kere daha durup düşünüyorum. Kötülük insanda içkin midir? Yoksa her an kötülüğün zıttını tercih edebilme gücüne sahip olan insan için bir çırpıda kötü insan demek ona zulüm müdür?

Evrilmek.

Kadir Daniş, Kâtip Bertebly’e yazdığı sunuşta kitapla ve kurguyla ilgili teorilerden bahsediyor. Bunlardan birisi kitabın bir “doppelganger hikâyesi” olduğu. Bu izleği taşıyan hikâyeler, hiçbir şeyin kendisiyle aynı kalamadığı teması etrafında yoğunlaşıyorlar. Kelimenin dilimizdeki tam karşılığı “çift gezen”. Yani birlikte yürüyen iki kişi ya da birbirinin içine geçmiş iki benlik hayal ediyoruz. (Burada aklımıza bir de Frida Kahlo’nun The Two Fridas tablosu geliyor) Bu hikâyelerde kahramanlardan biri diğerinin kopyası oluyor. Asıl kahramanımız için “Öteki” tam bir felaket, çünkü hepimiz eşsiz ve tek olmak isteriz. Bu hikâyenin birincil kişisi kendisinin yerini almak isteyen kopyasından kurtulmaya çalışıyor. Bu teori ve kullanıldığı yöntemlerle ilgili birçok farklı yorum var. Birlikte yürüyenlerin bu görüntüsünü hayal ederken aklıma değişimlerimiz geldi. Yaş sınırı olmaksızın değişiyoruz ve eski hâllerimizi hatırlamaktan, oralara atıf yapmaktan da beri durmuyoruz. Hatta öyle ki artık herhangi bir konu hakkında fikir yürüttüğümde acaba beş yıl sonra değiştiğimde bu konu hakkında ne düşünüyor olacağım diye kendi kendime bir ters dejavu yaşatıyorum.

Eski hâlimizin en çarpıcı nitelenme şekli ise bence burada olduğu gibi onu ayrı bir kişi olarak kurmak. Sürekli hatırladığımız, iyi veya kötü andığımız ötekilerimiz var. Birisi şu anda içimizde, birini yirmili yaşların başında bıraktık, birini yolun daha başında belki. İnsan değişmeye son sürat devam ediyor. Arada da arkasına dönüp bana neler olmuş diye şaşırıyor. Sevgili yazar beş yıl sonra bu yazıyı açmış okuyorsan ve bana neler olmuş diyorsan üç kere göz kırp.

Şeffaflık.

Niçin ayetlerde ilişkilerin koparılmaması, aksine karşı taraf koparsa bile bizim devam ettirmeye çalışmamız istenir? Sorusu hep aklımı kurcalamıştır. Çevremde başımı ağrıtan insanla neden uğraşıyım koparırım bağımı, netim bu konuda diyen insanlar ve karşıdaki kişiden hoşlanmasa dahi ilişkisinin devamı için uğraşan iki farklı profilde de insan oldu.

Her bir ilişki bizim kabüllerimizin, zaaflarımızın, kazançlarımızın ortaya döküldüğü, bunların sınandığı bir meydan. Ve insan bu meydanda hiç olmadığı kadar şeffaf. İlişkileri tek kalemde silmeyi seçenler bu meydandan kaçanlar. Ya da kaçtığını düşünenler. Çünkü bir odaya kendimizi kilitleyip aynaya bakarak rehberimizdeki yirmi kişiden bahsetsek, onlar hakkında nasıl bahsettiğimizin görülmesi sayesinde aynı şeffaflık sağlanacaktır. İnsan olmak doğası gereği kaçılamayan bir şeffaflık.

Zaman: Hem bizle hem bizsiz.

Zamanın en sevdiğim yönlerinden birisi insanların ve tabii benim, onu açıklarken ki çaresizliğimiz. Elimizin ayağımızın bağlanması, insan zihninden bağımsız olarak mı var, yoksa insan zihni sayesinde mi var sorularını sürekli tartışmamız. Zamanı ele alırken ne bilimi oyunun dışında bırakabiliyoruz ne de insanın kendisini. Onu hem ölçebiliyoruz hem de yorumlayabiliyoruz. Bugün zamanın yavaş geçtiğini söylesem kim bana bunun imkânsız olduğunu iddia edebilir?

Bu açıdan bakınca zamanın bilim ve sanat arasındaki hayali köprü olabileceğini düşünüyorum. Bilimle bu kadar net açıklanıp aynı zamanda yoruma da bu kadar elverişli bir kavram olmasını, bilimi ve sanatı zihnimizde nasıl girift bir hale getirebileceğimizi bize göstermesi açısından değerli buluyorum.

Ve zamanın zihinlerde var olması, beni dünya için tek bir zamanın olmadığı, yaşayan kişi sayısı kadar zamanın olduğu fikrine götürüyor. Kendi evrenimizi kurarken orada kendi zamanımızı işletiyoruz. Ben de kendi evrenimin zamanını tükenen bir zaman olarak değil yönelen bir zaman olarak kurdum. Ulaşmaya çalıştığımız bir hedef değil, girmeye çalıştığımız tek bir yol varsa zamanımız da yönelen bir zaman olmalı. Tükenen zaman algısı insanı farkında olmadan paniğe sürüklerken yönelen zaman algısı insanı rahatlatıyor. Bu rahatlık bir tür tembellik değil elbette. Eğer zamanımıza henüz yön vermediysek akışı bizi rahatsız ediyor, yön verilmiş zaman ise onu harcarken nerede olduğumuzu ya da nerede olmak istediğimizin farkında olduğumuz için insana güven veriyor. Yani yönelen zamanın sağladığı rahatlık, bizi tembelleştirmiyor aksine motive ediyor.

Hak: Kendinden de Çalan Hırsız.

Kindî felsefeyi ”İnsanın gücü ölçüsünde varlığın gerçeklerini (hakaik) bilmesidir” şeklinde tanımlıyor. Varlığın gerçeğini tüm yaratılanların barındırdığı bir töz olarak hayal edelim. Tüm yaratılanlar barındırıyor çünkü hak olmak için var olmak yeterli. Varlığımızla birlikte başlayan bir hak olma durumumuz ve bizden bekledikleri var, bu bana inanılmaz güzel geliyor. Bu töze uzatılan her el, yapılan her yan bakış sadece o varlıkta yankı bulmuyor. Biz sadece o varlığa değil tözün kendisine el uzattığımız için hak olan dolayısıyla bu tözü taşıyan herkeste, her şeyde yankı buluyor. Şu klasik sahneyi hayal edelim, küçük bir balığı avlamak için denizin dibinde peşindeyiz, küçük balık birden yön değiştirip bize doğru yüzmeye başlıyor. Gözümüz karanlığa alışınca da küçük balığın kaçtığı, onu kovalayan büyük balıkları görüyoruz. Gözümüzün karanlığa ne zaman uyum sağlayacağı ise herkesin kendi bilmecesi. Kendi taşıdığımız töze davranışımız da işte bu yüzden kritik.

Peki bu hırsız kendinden nasıl çalıyor? Benim bahsetmek istediğim asıl nokta burası. Başkalarının hakkını gözetmek konusunda doludizgin kararlar alırken hep göz ardı ettiğimiz kendi hakkımız. İçimizde var olan tözün çığlıklarının üstüne örttüğümüz her battaniye özümüze karşı işlediğimiz bir gasp suçu. Battaniyelerin katları git gide artıyor ve duyulmayan ses bizi, bağlandığı düğüm açıldığı için oradan oraya savrularak sönen balonlara çeviriyor. Havamız inerken çığlık çığlığa da bağırıyoruz: Temel insan hak ve özgürlüklerimin alanına giriyorsunuz, insan kişiliğinin gelişimi hakkım, düşünce özgürlüğüm, alanıma giriyorsun sen hey!