Birkaç Söz

Büşra Emine Ağaç

HAK ÜZERİNE BİRKAÇ ŞEY

Ne anlama gelirse gelsin insan canlısı tarafından iştiyakla istene gelen bir şey olmuştur hak. Yine aynı canlı tarafından kendi cinslerinden mahrum edilegelmiştir. Yer yer bulunup, çoğu zaman aranmıştır.

Kimileri tesisi için çabalamış, kimileri bu çabanın karşısında yer almıştır. Tuhaf olan bu yer alış da bir tür hak için yapılmıştır.

Keyfiyetini tam kayıtlandıramamakla beraber hak, genel anlamda kişinin menfaatidir. Fakat bu menfaatin alanı genişletilince diğer insanın menfaatlerinin önüne geçer. Bu kısımda bir arayış başlar. Bu arayıştan rahatsız olanlar ve kazandıkları haksız hakların konforundan vazgeçemeyenler hodbinleşir; bu haksızlıklarına kılıf olacak kendi düzenlerini inşa ederler. Bu noktada hak artık bâtıl olur.

De ki: “Hak geldi bâtıl zâil oldu! Zaten bâtıl yıkılmaya mahkûmdur.”

Hakkın bir mânâsı da gerçek, sabit ve doğru olan, varlığı kesin olan şeydir. Hak bir fikirdir, ideolojidir. İdeolojiler de doğruluk iddiasıyla, zaman zaman tepkiden ve çoğunlukla ihtiyaçtan meydana gelir. Ve insanlığın en büyük ihtiyacı adil düzen olmuştur. Fakat dünya yapısı gereği oluş ve bozuluş alemidir. Ve bu kaotik sistemden adalet ve düzen de nasibini almıştır. Bu yüzdendir ki yeni yeni bir çok fikir de insanlar gibi ve insanlarla birlikte doğmuş, büyümüş, ölmüştür. Amaçlarından uzaklaşmış ya da işlevsizleşmiştir. İşte tam bu sırada semavi olsun olmasın dinler de elini taşın altına koymuştur.

Son semavi din olan İslam dînî, o çok bilinen câhiliye düzeninin üzerine böyle bir maksatla inmiştir. Ve bunu şu ayetle dile getirmiştir. ‘’ Hak geldi, bâtıl zâil oldu.’’ Nitekim öyle de olmuştur. Fakat Peygamberin ölümüyle birlikte o gelen düzen de insan eliyle ifsâd olmuş, Kur’an ve Peygamber öğretilerinden uzaklaşılmış, din bireysel ibadetlere indirilmiş, islâm câmilere ve seccadelere mahkum olmuştur. Hak ahirette aranmaya karar verilmiş, bu dünyanın payına da tahammül düşmüştür.

ZAMAN ÜZERİNE BİRKAÇ CÜMLE

Belki de üzerine en çok edebiyat yapılan kavramlardan biri olmuştur zaman. Kimisi önemine vurgu yapmış, kimisi zulmüne; kimi merhem niyetine kullanmış ama hepsi de çatır çatır harcamış.

Zaman kendince doğrusaldır, matematikseldir. Hiç durmaz, hep ileri gider. Belli bir algoritması vardır. Doğaldır evvelâ. Doğada olup bitenlerden kaynaklanır. Güneş döner, ay döner, dünya döner zaman akar. Ama zamanın asıl önemini onun döngüsünde gerçekleşen fiillerimiz belirler. Bu fiillerimiz zamana nitelik kazandırır. Bir saat içinde sevdiğiniz bir şeyi yaptığınızda ve yine aynı bir saat içinde sevmediğiniz şeyi yaptığınızda, bu iki ‘’bir saat’’ aynı ‘’bir saat’’ değildir. Bu sebeple insan isterse zamana hükmedebilir. Tabi ki bu noktada insanın kendini bilmesi ve fırsatları mühimdir.

‘’Her şey akar, zamanla birlikte akar.’’

Bu dünya da her şeyin zamanla geçtiğine şahit oldum. En çok da mutlulukların geçtiğine.

Mutlu anlarından zamanın durmasını, hiç geçmemesini isteyenleri bencil bulurum. Çünkü onlar için duracak zaman acı, sıkıntı ve işkence çekenler için de duracaktır. Bu yüzden zaman çarçabuk geçsin ve ne yaşayacaksak yaşayalım.

*Bu bahsi mecburen bırakmak zorundayım.

İNSAN OLMAKTAN GINÂ GELDİ

‘’Yek katre-i hûnest, sâd hezârân endişe*.’’ Sâdi Şirâzi’ye ait olan bu sözü dört yıl önce ilk duyduğumda insanı güzel nitelemiş demiştim. ‘’İnsan bir damla kan ve binbir endişe.’’ Bu dört yıldan sonra artık mükemmel, beliğ bir tanım diyorum. Çünkü insan tam olarak bu. Hatta insan o kadar endişe ki neredeyse kanı bile çekilecek. Hatta o kadar ki bu dünyaya sadece endişe duymaya gelmiş gibi.

Sokaklarda yürüyorum. Her yer insan. Hepsinin üzerinde farklı bir telaş. Durup dinlenmeye, nereye gittiklerini düşünmeye vakitleri yok. Sadece gidiyorlar. Geçen bir çiftçiye ‘’ işlerinin yoğunluğundan ve dertlerinden fırsat bulduğun vakit dağların güzelliğini farkediyor musun?’’ dedim. Çünkü dünyanın küçük tatlı atıştırmalıkvari lezzetleri bile endişeli ve koşuşturan insan için bir lüks. Bir klişe olarak gördüğüm göğe bakma meselesi bile işte tam da bu cinsten.

Kur’an-ı Kerîm’de Ahzab suresinde ‘’Biz emaneti göklere, yerküreye ve dağlara teklif ettik, ama onlar bunu yüklenmek istemediler, ondan korktular ve onu insan yüklendi.’’ der. Ben de her seferinde şunu düşünürüm. İnsanoğlu neyine güvendi de böyle bir emaneti, sorumluluğu üzerine aldı. Bu düpedüz işgüzarlık. Sonra Allah’a dönerim. Allah’ım ben böyle bir sorumluluğu bile isteye gerçekten almadım. Nasıl sorumlu olabilirim?’’. Ayet şöyle devam eder; ‘’ Kuşkusuz insan çok zalim, çok bilgisizdir.’’

Yine Allah meleklere yeryüzünde bir halife yaratacağını söyleyince melekler ‘’ Biz seni övgü ile tesbih ederken ve senin kutsallığını dile getirip dururken orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?” dediler. İşte tüm bunlar insanın o noksan ve zelil vasıfları. İnsan olmanın açık bir tanımı Müslümanlar için.

Bir de insanın yapıp etmeleri var. Onun tanıma gereği bile yok. Hani ömrünüzde bir kere kahpe dünya dediyseniz işte sebebi insan ve onun kurduğu dandik düzen.

Bu insanlığın hiç mi iyi tarafı yok? Kendi ifsadının döküntülerini zaman zaman toplamaya çalışır. Bu da benim nazarımda azimettir.**

İnsan, insan olma yükünün altında ezilip gitmiş, bu dünyada cehennemini yaşıyor. Bir de öte dünya da cehennemi yaşarsa görün o zaman şenliği.

Ya hu hiç mi insan olmayı, insan kalmayı becerebilen yok? Def-i mefâsid, celb-i menâfiden evlâdır.*** İyilik istemez ama en çok kötülük istemez. Ve dahî gölge etme başka ihsân istemez.

*Buradaki endişe kelimesi düşünce yerine de kullanılmıştır.

**Azimet Hanefi mezhebinde; hiçbir şart ve duruma bağlı olmaksızın yapılması gereken şey.

***Mecelle kaidesi. Kötülüğü def etmek, menfaat sağlamaktan önce gelir.