İkinci bölüm:
https://docs.google.com/document/d/1KaX6m4uCbDRs4HitRlzbpWDR-1ecelG8-_NxzCDgkYU/edit
DÜŞLER DÜŞÜŞTE 3. Bölüm
Adam, çıktığı kayadan usulca indi ve toplanan kalabalığa her şeyi anlatmaya başladı. “Bulunduğu gezegenden kopan bir göktaşı köyünüze doğru gelmekte. Ama bu göktaşı sizin bildiğiniz göktaşlarından değil.” Çoban, adamın sözlerine yan yan güldü. Köylüler, göktaşının hiçbir çeşidini bilmiyordu ki. Adam imama bakarak devam etti “Hani Kuran’da geçiyor ya Bundan sonra kalpleriniz yine katılaştı; artık kalpleriniz taş gibi, hatta daha da katıdır. Taşın öylesi var ki ondan ırmaklar kaynar; öylesi de var ki çatlayıp bağrından su fışkırır; bazı taşlar da var ki Allah korkusuyla yuvarlanıp düşer. Allah, yapmakta olduklarınızdan habersiz değildir.[1] İşte bu taş da öyle koptu yerinden. Allah korkusuyla koptu yani. Taş böyle bir haşyete sahip olunca kıymetlendi. Özel bir taşa dönüştü. Benim düşüşüm kadar yavaş düşecek o da. Düşüşü esnasında bazı özellikler yüklenecek. Köy meydanına konacak. Size doğruyu yanlışı anlatacak. Düzelmesi gerekenleri düzelttirecek, bozulması gerekenleri bozduracak. Eğer taşın dediklerini yapmazsanız taşa dönüşürsünüz. Bu yüzden ona karşı dikkatli olmanız ve bir dediğini iki etmemeniz gerekiyor. Gösterdiği yollarda yürüyemeyecekseniz yanına bile yaklaşmayın.”
Bu sözler köylülerin gönüllerine, düşlerine dair umut güneşi doğdurmuştu. Belki de bu taş sayesinde erişeceklerdi düşlerine. Yeniden hayaller kurmaya başlamışlardı ki imam “Şeytaann! Bize taşa tapmamızı emrediyor. İnanmayın cemaati müslimin! Nalet olsun kör şeytana!” diye bağırdı. Köylüler yeniden ayaklandı. “Yakalayın! Zincire vuralım iblisi!” diyerek genç ve yaşlılarıyla tüm erkekler adamın üstüne yürüdüler. Kadınlar “Töbe töbe” çekerek adama beddua etmeye başladılar. Kızlar, içleri yana yana sessizce olanları izlediler. Çoban, köylülere, yaptıklarının yanlış olduğunu anlatabilmenin bir yolunu düşündü.
Adamın indiği kayaya çıkıp bağırdı. “Heeyyy!” Bir anda herkes durdu ve çobana baktı. “Bu adam esasında bir kuş olduğunu söylüyor. Zira kuşların diyarı olan göklerden geldiğine göre bu doğrudur. Siz şimdi onu zincire vurursanız bir kuşu vurmuş olacaksınız. Söyleyin ağalar, bir kuşun kanatlarına zincir vuran, özgürlüğünü kafese tıkan bir köy iflah olur mu? Aha o taş gibi yüzlerce taş yağmaz mı başımıza? Kurduğumuz düşlerin altında ezilip ölmez miyiz?” dedi. Köylüler ilk defa çobana hak verdiler. Bu köyde kuşları hapsetmek, kuşlara zarar vermek büyük günahlardan sayılırdı. Adamı serbest bıraktılar. Taşın düşmesini beklemeye karar verdiler. Beklemeyi kolaylaştıran en iyi yöntem de düş kurmaktı. Düşlere daldılar yeniden. O taş düştüğünde tüm dünyalarının değişeceğini düşündüler. Taşa kısa yoldan zengin olmanın yollarını soracaklar ve zengin olup sefa süreceklerdi. Kadınlar, kocalarını kendilerine bağlatacaklardı. Gençler, köyden çıkıp şehirde bir hayat kurmayı dileyeceklerdi. Hele bi taş düşsün tüm düğümler çözülecekti. Dünya cennete dönüşecekti.
Taş yavaş yavaş, az düşüp uz düşerek, hergün bir arpa boyu yol kat ederek yaklaşıyordu. Üç ayın sonunda dünyadaki diğer insanlar tarafından da fark edildi. Basın mensupları, bilim adamları köye geldiler. İncelemeler yaptılar. Düşen adama ne olduğunu sordular? Köylüler adamın eriyip kaybolduğunu, köye inemediğini söylediler. Ne adamı ne taşlarını ne de düşlerini kimseyle paylaşmak istemiyorlardı. Aylarca araştırma yapan bilim adamları düşen adamın eridiği gibi bu taşın da eriyeceği kanısına vardılar. Boşuna beklememek gerektiğini söylediler.
Tabii bizim köylüler biliyordu adamın köye indiği gibi taşın da ineceğini. Beklediler. Şu hayatta bir şey öğrendilerse o da beklemekti zaten. Büyük bir sabırla beklediler. Tam yedi ay beklediler. Taş, yedi ayın sonunda köy meydanına kondu. Taş konar konmaz gökten düşen adam kuş olup uçtu.
Taş, meydana öyle bir kuruldu ki görenler bin yıldır orada durduğunu sanırdı. Yaşlı ve bilge bir adam sesiyle konuşmaya başladı. “Muhtaaar,” dedi. Muhtar titreye titreye kahverengi ceketinin önünü ilikledi, kasketini çıkarıp eline aldı. “Buyur taş ağam. Emrindeyim,” dedi. Taş, sert bir ifadeyle “Karşıma geç,” dedi. Muhtar bacakları titreye titreye taşın karşısına geçti. Taş “Senin makamında gözü var diye imamla bir olup iftira atarak hapse attırdığınız Şaban Efendi’yi hapisten çıkarttıracaksın.” dedi. Muhtar, köylünün yuhaları arasında zor duyulan bir sesle “İnanmayın vallaha da iftira, billaha da iftira,” derken el parmaklarından başlayarak yavaş yavaş taşa dönüştü. Bunu gören köylü donup kaldı. Hayatları film şeridi gibi gözlerinin önünden geçmeye başladı. Herkes tek tek işledikleri günahları düşünürken taşın gür sesi duyuldu. “İmam Efendiii! Geç bakalım karşıma.” İmam sessizce taşın karşısına geçti. Kafasını kaldırıp bakamıyordu. Taş “Bundan sonra sen çoban olacaksın çoban da imam olacak,” dedi. İmam kızardı, bozardı. Kem küm etti. Taşlaşmaktan korktuğundan itiraz edemiyor, gururundan da kabul edemiyordu. Çoban, imamın kendi başına dert olacağını bildiğinden “Aman efendim. İmamlık zor zanaat. Benim ne haddime” der demez taşlaşmaya başladı. İmamın kızı çobana sevdalıydı. Gözleri önünde sevdiğinin taşa dönüştüğünü görünce dayanamadı. Taşı yumruklayarak bağırmaya başladı. Fakat uzun sürmeden o da taşlaştı. Olanları gören köylüler arkalarını dönüp kaçmaya başladılar. Taş “Ahaliii! Hemen buraya dönün!” diye bağırsa da hiç kimse onu dinlemedi. Hepsi de kaçarken taş oldular.
Yalnızca çocuklar ayrılmadılar taşın başından. El ele tutuşup taşın etrafında dönmeye başladılar. Taş da onlara şarkılar söyledi, masallar anlattı. Bağrından fışkırttığı nice nimetlerle besledi çocukları. Yıllar içerisinde taşın çocukları büyüdü ve taş babalarının direktifleriyle hareket ederek büyük büyük adamlar oldular. Devlet kurdular. Dünyayı kuşattılar. Kötüleri taşladılar. Kötülükleri ezdiler. Ta ki kötüler ülkesinin büyücüsü yaptığı büyüyle taşı ufalayıp toprağa karıştırana kadar.
Emine Ecran Çeliksu
________________
[1] Bakara sr. 74