DÜŞÜŞLER VE ARDINDAN GELENLER 2
Adam usulca indi ve toplanan kalabalığa her şeyi anlatmaya başladı. Herkes nefesini tutmuş, düşüşü aylar süren adamın hikâyesini dinliyordu. Adam anlattıkça hikâyesini pek ilgi çekici bulmayan köy halkı yavaş yavaş dağıldı. En son sadece nöbet tutan gençler, Zeynep teyze ve muhtar kaldı. Zeynep teyze adamın konuşmasına ara verdiğini fark edince hemen konuşmaya atladı:
- Oğlum sen önce bir adını söyle hele. Selamsız, sabahsız her şeyi anlattın.
- Çok haklısınız efendim. Adım Önder.
- Heh demek adın Önder. Bak Önder oğlum, ben senin hâlini heç eyi görmedim haberin ola. O ne öyle bunalımdayım şehri, işimi, evimi her şeyimi bırakıp köye gideyim. Bu da siz gençlerde yeni moda herhalde.
Adam konuşucakken bu sefer köyün delikanlılarından Mustafa sözü devraldı.
- Zeynep Teyze misafirimizi ilk günden çok yormasak mı? Önder kardeş sende dur hele, bir soluklan. Gel biz seni misafir edelim, belli ki kalacak yerin de yok. Bir soğuk ayran ikram edelim. Birkaç gün misafirimiz ol. Gerisi Allah kerim.
- Çok sağolun. Ben size zahmet vermeyeyim. Arabamı bulmama yardımcı olsanız ben size daha fazla yük olmasam…
- Estağfurullah. Gel birkaç gün misafirimiz ol, tekrar konuşuruz. Araban jandarmada kaçmıyor ya.
Önder başını iyice öne doğru eğdi. Kendinden birkaç yaş küçük gibi görünen delikanlıyı onayladı ve peşinden ilerledi.
Önder nasıl hissettiğini anlayamıyordu. Yaşadığı şey normal bir olay değildi fakat üstünde ilginç bir dinginlik hâkimdi. Buraya gelmeden önceki buhranlı ruh hâlinden sıyrılmış gibi hissediyordu, son yaşananlar zihnine düşünce içi daralmaya başlıyordu.
O gün son birkaç yıldır olduğu gibi hissiz bir şekilde uyanmıştı. Normalde uyandığı saatten biraz daha geç kalkmıştı. Artık gidecek bir işi olmadığından geç uyanması sorun olmamıştı. İstifa dilekçesini yazarken de, müdürünün önüne dilekçeyi koyarken de tek bir an eli titrememişti. Hâlbuki bulunduğu makama gelmek için az çabalamamıştı. Ama son birkaç yıldır çalıştığı yer bile Önder'e huzur vermiyordu. Bulunduğu her yer sanki onu girdap gibi içine çekip boğuyordu. Kalktıktan sonra evin içinde boğulmaya başlayınca yine kendini dışarı atmıştı. Deniz kenarına doğru yürüyüp boş bir bank bulunca hemen oturmuştu. Denizin hırçın dalgalarını izledikçe biraz rahatlamıştı ama bu da kısa sürmüştü.
Orada kaç saat oturmuştu? Hatırlamıyordu. Ama tam kalkarken o gelmişti. Yüzünde oluşan tebessüme mani olamamıştı Önder. Kalbi sanki yerinden çıkacak gibiydi. Ama o, yine Önder'i görmemişti. Elif, yani kalbinin yerinden çıkacak gibi atmasına sebep olan hanımefendi, sadece Önder'e karşı değil tüm erkeklere karşı mesafeliydi. Önder'in kaç yıllık komşusu olmasına rağmen bir kere bile göz göze geldiğini, muhabbet ettiklerini hatırlamıyordu. Ama en azından o güne kadar Önder'i gördüğünde nezaketen de olsa selam verirdi. Önder aptal gibi onu bile kendi elinden almıştı.
Aklına gelenlerle iyice küçüldüğünü hissetti. Mustafa'nın kendisine seslenmesiyle olduğu yerin farkına vardı.
- Önder kardeş iyi misin? Kaçtır seslendim işitmedin.
- Kusura bakmayın, buraya gelmeden önce olanlar aklıma geldi de…
- Galiba Şair Ahmet’in dedikleri doğru çıkacak bu gidişle.
- Anlayamadım, pardon.
- Yok bir şey yok. Ben anlatırım sana. Gel şöyle bir elini yüzünü yıka, sonra anamın hazırladıklarını yer uyursun. Daha sonra başına gelenleri anlatırsın. Çünkü düştüğünde bir şeyler anlattın ama ne ben ne köylü hiçbir şey anlamadık.
- Çok sağ ol Mustafa. Size de yük oldum kusura bakmayın. Ben bugün dinleneyim yarın hemen başımın çaresine bakarım.
- Dur hele yav. Ne meraklısın gitmeye. Bir kendine gel hele çaresine bakarız.
Önder, Mustafa'nın son söylediklerini onayladı ve elini yüzünü yıkayıp önüne konulan bir tas yoğurt ve köy ekmeğini yedi. Daha sonra kendisine gösterilen yere geçip uyumaya çalıştı. Ama nafile. Uyku yine ona uğramadı. Sabaha kadar döndü durdu. Sürekli buraya gelmeden önce olanlar zihnine düştü. Elif'e yaptığı ilanı aşk aklına gelince başını yastığa vurup son kez uyumaya çalıştı.
Sabah tüm köy halkı gibi horoz sesleriyle uyandı. Uzandığı yerden kalkıp birkaç gerinme hareketi yapıp kendine gelmeye çalıştı. Kısa bir süre sonra Mustafa ona seslenince, olduğu yerden kalktı ve Mustafa'nın sesine doğru ilerledi.
- Hayırlı sabahlar. Önder, bir kahvaltı edelim de seni köydeki gençlerle tanıştırayım sonra da arabanı karakoldan gidip teslim alırız.
- Günaydın. Çok iyi olur, sana zahmet veriyorum sürekli. Kusura bakma.
- Hayda yine mi başa döndük kardeş. Yahu ne zahmeti. Sırtımda mı taşıyorum sanki seni? Gel gel, sıcak sıcak tandır ekmeği yapmış anam. Şehirde bulamazsın bu nimetleri ha.
Mustafa'nın son söyledikleriyle tebessüm etti Önder. Mustafa gibi kahvaltı sinisinin etrafına bağdaş kurup oturdu. Kahvaltıdan sonra köy meydanına, gençlerin yanına vardılar. Mustafa etrafa göz attı ve gençlerin oturduğu masada çay görmeyince konuşmaya başladı.
- Çayımız yok mu gençler? Nerede bizim semaver başı Osman?
- Osman biraz gecikecekmiş abi.
- Şair Ahmet sen yakaydın semaveri. Misafirimiz var hadi hadi acele et, beraber yakalım şunu.
- Tamamdır abi. Ama müsaade edersen bununla ilgili bir şiir aklıma geldi, okumak isterim.
- Dur oğlum dur ya. Şiir şiir diye başımızın etini yedin. Elin çalışsın. Sana bugün çok ekmek çıkacak gibi, o zaman bol bol okursun.
- Var ya biliyordum. Âşığın hâlinden anlıyoruz da bizi takan yok.
Mustafa, Şair Ahmet’le semaveri yaktıktan sonra Önder'in yanına geçip oturdu. Omzunu sıvazlayıp Önder'e hitaben konuşmaya başladı.
- Ee anlat Önder. Olaylar sende. Bize şu işi tekrar anlat hele. O gün hiçbir şey anlamadık. Seni buraya hangi rüzgâr attı.
Derin bir nefes aldı Önder. Tam konuşucakken Şair Ahmet ondan önce davrandı.
- Valla bu âşık adamın hâli. Nerede görsem tanırım.
- Oğlum bir sus da adam konuşsun.
- Ama Mustafa abi…
- Ahmet kardeşim, devamını getirmeyeyim istersen.
- Tamam abi, tamam ya. Önder abi kusura bakma. Devam et lütfen. Devam et de bunlar bir aşk görsün.
Önder Ahmet'e ufak bir tebessümle bakıp konuşmaya başladı:
- Öyle beklediğiniz gibi afili bir hikâyem yok. Hayatım iyi seyirde ilerlemiyordu. Yani depresif bir ruh hâlindeydim. En son işi bıraktım belki rahatlarım diye. O da olmadı. Sonra da yapmamam gereken bir ilan yaptım. Sonra kendimi yollarda buldum. Sonrası da bildiğiniz gibi.
- Abi, Allah yardımcın olsun. Ama benim en merak ettiğim kısım seni buraya getiren o yaptığın ilan mı?
- Ahmet daha demin ne dedim ben!
- Mustafa, problem değil. Dediği doğru. Kızma çocuğa.
- Yaşa be Önder abi. Sonunda aşktan anlayan birini buldum ya. Abi eğer çok özel olmayacaksa ben hikâyeni merak ettim. Âşık adama sorulmaz ama.
- Ahmet dediğin gibi aşık adama böyle şeyler sorulmaz. O yüzden boşver o hikayeyi. Mustafa sana zahmet olmayacaksa bir arabaya bakmaya gidebilir miyiz?
- Gidelim kardeşim gidelim. Bir çay içseydik iyi olurdu ama bir dahaki sefere artık. Ahmet senle de sonra görüşürüz.
- Mustafa abi…
- Hadi Ahmet selametle kardeşim hadi.
Önder ve Mustafa gençlere selam verip, karakola doğru yola çıktılar. Yarım saat sonra karakola varınca gerekli işlemleri yapıp arabayı teslim aldılar. Arabayı teslim aldıktan sonra ikisi de ne yapacaklarına karar veremediler. Daha sonra Önder konuşmaya başladı.
- Mustafa her şey için çok teşekkür ederim. Ben daha fazla size zahmet vermeden geri döneyim.
- Dur kardeşim ya, ne meraklısın dönmeye. Ben senin buraya niye geldiğini anladım. Bir önce kafanı toparla ne yapacağına karar ver. Böyle senin hâlin pek iyi durmuyor. Burası sana iyi gelir. Ha dersen size yük olmayayım. Muhtarın boştaki evini sana kiraya veririz. Bizimle işçi olarak gelir tarlada çalışır, kira parasını çıkarırsın.
- Mustafa iyi hoş diyorsun da olur mu ki? Ben size uyum sağlayabilir miyim? Yanlış anlama sizi küçük gördüğümden falan değil. Aksine ben sizin gibi çalışmayı bilmem pek.
- Oo sen ikna olmuşsun bile. Öğrenirsin Önder, zor işler ama sen yaparsın.
- O zaman önce muhtarla ev işini konuşalım.
Muhtarla konuştuktan sonra her şey yavaş yavaş hallolmuştu. Önder sanki yıllardır burada yaşıyor gibi onlara uyum sağlamıştı. Birkaç ay kalmayı planladığı yere şimdi temelli yerleşmişti. Köy halkı ilk başta onu benimsemekte güçlük çektiler fakat zamanla onlar da Önder'e alışmışlardı artık.
Önder bu köyde iyileşmiş gibiydi. Geçmişteki yaraları kabuk bağlamıştı. Tek geçmeyen sevdasıydı. Ama kendini Elif'e layık görmediğinden bir türlü tekrar gidip konuşamamıştı. Zaten hayat bu değil miydi? Bazı şeyler yarım, buruk ve hüzünlü kalmaya mahkûmdu. Onların hikâyesi de hiç başlamadan yarım kalmaya mahkûmdu.