Hakikât

Hacer Noğman

REVİŞİN SEYRİ-atölye hafta 53

HAKÎKAT

Mevta işaret parmağıyla göğü gösteriyordu. Cemaat gördü ki en tepeden bir göktaşı, bir salyangozun işe gitme hızıyla yere düşüyordu.

Düşüşlerin hep oradan başladığı yere baktığımda bir parıltı gördüm. Buna sadece bir parıltı demek elbet yetmez fakat amiyane bir tabirle parıltıdan başka bir şey değildi. İlmi bilimden ayırt edemeyenlerin bu parıltıya göktaşı demesi işte bu yüzden akıl işiydi.

Bana sadece Vâhid demezlerdi; deli de derlerdi. Herkes; burada saf tutan her âdem. Asıl mevzu bu değil tabii. Bu bahsin Adem’e uzanması.

Aylar öncesinde onun bu köyden o tepeye göç etmesini kimseye anlatamadım. Dilim bağlandı. Gözüm gördü. Onun peşine düştüm. Her gün çıktım o tepeye. Oradan köye her inişimde meydana gidip kahvelerde gezindim. Ayaklarım kafamdan tamamen müstakil. Cümleler kafamda döndü de konuşamadım. Günler haftaları doğurdu, haftalar ayları. Geçen her lahza, Adem’i âdem kıldı. Cümleler kafamda döndü de konuşamadım.

Ona her gün köyden bir parça ekmek götürdüm. Götüren bendim ama idrak bana ait değildi. O bir parça ekmeğin açlığı giderecek kadar kısmını yutunca gerisini kuşa, kuçu kuçuya ve envaiçeşit yaratılmışa verdi. Verdi ama idraki de ona ait değildi.

Bir defasında ekmeği bıraktığım yerden aldığında gözlerinden yaşlar damladı. Madem toprak çekti bu yaşı, o tepede bir yeşillik hasıl oldu. Ahali âmâ oldu da bir şey göremedi. Düşüşler neredense, bu yeşilliğin bereketi de, kendi de oradandı.

Zaman katmerlenip ahalinin vicdanında, O’nun istemesiyle bazı sualler vasıl oldu. Yaşlıca emmi olan Yusuf’un merakını celbeden konu, Selim’i pek meşgul etmedi. Bu durum, insanlarca görünenden ibaret olanıydı. Nicelerinin aklını iştigal eden bu mevzu dillerini lâl edip bir merak ve iştigalden öteye geçmedi.

Ne zaman ki tepeye çıkıp âdemi gördüm, işte o zaman orada ademi de gördüm. Az bir zaman sonra aslolana vuslatı gerçekleşti. Âdemin çehresinde kavuşmanın tebessümü. Olduğu yerde öylece yattı üç gün. Envaiçeşit diye bahsettiğim, adını saymanın pek mümkün olmadığı yaratılmışlar o üç gün boyunca âdemin başında bekledi. Beni gördüler, ses etmediler. Ben de ses çıkarmadım. Cümleler kafamda dönmedi. Konuşmadım ama onlar beni işitti.

Sonrasında öldü diyerekten aldılar Adem’i. O sıralar âdemin ara ara işittiğim sesini daha muayyen aldım. Dili damağında, bir şeyler söylüyordu. Endişeliydi. Anladığım tek buydu. Ama biliyordum ki o yeşilliğin, envaiçeşit canlının ve nice gönüllerin hatrına, göçüşünün ardındaki endişesinin hatrına, ama en çok da bilemediklerimizin hatrına bir gönül ferahlığı olacaktı ki, her âdem bir başka anlayacaktı.

Vardım onu buldum. Ona, endişesinin dahi bir mükâfatı olduğunu, düşüşlerin başladığı yerden rahmet kapısının açıldığını söyledim. Söyledim ama idrak bana ait değildi. Söylüyordum ama kimse işitmiyordu. Bana mâni olmaya çalışıyorlardı. Lâkin âdem işitti. Anladım. Baktım ki şehadet parmağı rahmete teveccüh etti. Gördüm ki işitti O’ndan gelen sesi.

Hacer Noğman

Haftanın görevi: Bu haftaki öykünüzün ilk cümlesi şunlardan birisi olsun. Daha önce ilk cümle olarak kullandıklarınızı seçmeyin, tabi.

Önceki iki haftanın aksine, bu hafta öykünün bittiğinden emin olun.

- Köydekiler gördüler ki, göğün en tepesinden bir göktaşı, bir salyangozun işe gitme hızıyla yere düşüyordu.

- Köydekiler gördüler ki, göğün en tepesinden bir adam, bir salyangozun işe gitme hızıyla yere düşüyordu.

- Herkes kıyametin geleceğini biliyordu, ancak kimsenin aklına göğe bakmak gelmemişti.

- Adam usulca indi ve toplanan kalabalığa her şeyi anlatmaya başladı.

- Yere düşen adamın ilk istediği şey bir sözlük oldu.

- Köyün ortasındaki heykelin hikâyesi çok eskidir.