Konuşmasını bitirdiği esnada Sakım adamın gözleri göğe döndü. Sakım adam eliyle göğü gösterdi. Gördük ki, en tepeden bir göktaşı, bir salyangozun işe gitme hızıyla yere düşüyordu. Neden kimse sormuyor salyangoz işe mi gidermiş diye? Ahali her zamankinden daha suskundu. Sakım adamın anlattıklarını hiç duymamış, göğdeki göktaşını görmemiş gibi işlerine döndüler. Korkut Ata, Sakım adam ve Kam kalmıştı. Köşeden hâlâ olanları izliyordum. Ahali Sakım adamın varlığını unutmuştu. Bir rüya halinden uyanır gibi tepkisizlerdi. Gözleri, kulakları yetmemişti. Ahali şenlik sonrası temizliğe girişti. Sofralar, tandırlar kaldırıldı, kilimler toplandı. Ortalık temizlendi. Sakım adam, Korkut Ata ve Kam göğü izliyorlardı. Göktaşı düşüyor mu? Uçuyor mu? Takılı mı kaldı? Geziniyor mu?.. Bunları düşünürken Korkut Ata çağırdı. Fark edilmemek için o kadar uğraşmıştım oysa.
O küçük kayanın ardından üçünün yanına varırken bakışları ile beni ölçtüklerini hissediyordum. Adı bile olmayan beni fark etmiş olmaları korkutucu olması gerekirken bunu beklediğimi anladım. Onca ahalinin arasından beni bulmalarını, görmelerini istiyordum. Yanlarına vardım. Onlar sedirlerde yükseğimde otururken, ben kilimin üzerinde alçaklarında oturuyordum. Nizam bunu gerektirir. Haddi bilmek gerekir. Kişi kendi aptallığında kaybolmamalı yerini hep hatırlamalıdır. En yüceler, en hakanlar dahi kendisinden üstün olan aklın önünde haddini bilmeli, bakışlarını eğmeli ama canavarlar kadar tüm duyularını keskin tutmalıdır. Hiç olmadığım kadar keskin aynı zamanda uysaldım. Bekliyordum. Adı dahi olmayan ben, elime Tengri tarafından ak yazı ile kaderimin yazılmasını bekliyordum. Güneş ana tarafından yollanmış bu Sakım adamın tek görevi uyarmak olamazdı. O kadar yolu ve zamanı bunun için aşmış olamazdı. Gelirken kaderimi de getirmiş olmasını diledim.
Bakışlarımı kaldırdığımda Korkut Ata’nın şol gözünün yaşardığını gördüm. Kam sözü alarak başladı. -Senin adın var mıdır?
-Yoktur.
-Anan buban var mıdır?
-Yoktur.
-Yaşını bilir misin?
-Bilmem.
-Köklerin dalların var mıdır?
-…
Bu soruya yanıt veremedim. Zaman anlamlandırır diye düşündüm. Bu sorunun kaderimle bağı vardır. Her nefesin kaderimle bağı vardır. Efsunlu ahali arasından sadece benim bir canavar kadar keskin olmam, kimsenin bu duruma dikkat etmemesinin bir anlamı olmalıydı. Şol gözü durmaksızın akan Korkut Ata, Kamın sözünü keserek sözüne başladı.
-Kandaşım, Tengri dağlarının derinlerindeki Kutlu pınarın içinde kalmış olan yedi cin ininde bize emanet edilenin vakti gelmiştir. Var de bana Ataların emanetini koruyacak mıyız? Saklayacak mıyız? Kaderini bulmasına izin verecek miyiz?... Kam bu sözler üzerine
-Var anlat Kandaşım, zamanın bizim içün hızlı aktığı Ötükenden, Hazar’a oradan Maveraünnehir’e, Altaylardan cihana yayılan bu macera nasıl oldu da Tengri dağlarından göğün ötesindeki uzak istanlara ulaştı oradan tekrar bizi bu küçük köyde buldu.
-Ata yurdumuz, bereketli topraklarımız, yağız yiğitlerimiz, ateş kızlarımız, Yüce hakanlarımız, hanlarımız, yabgularımız, şanımız, kutumuz, töremiz Gök Tengrinin lütuflandırdığı mutlu yıllar… O zamanlar ne Korkut Ata’n olan benim ne de gizemli Kam’ın adı yoktu. Yiğittik, kanımız hızlıydı. Adımız olsun, kaderimiz ak yazı ile elimize yazılsın istiyorduk. Sığamadık topraklara yollara çıktık. Diyar diyar gezdik. Her diyarda bizden olanı bulduk. Yedirildik içirildik… İnsan olmadığı yerde Bozkır vardı bizi kucaklayan. Ona dayandık. İlerledik. Yedi cihanda, yedi yüce alemde, yedi yüce ırkla karşılaştık. Onlar bu alemi terk edenlerin geride bıraktığı koruyuculardı. Ataları, gök kapısından bir saman hırsızının kuşlar yolundan çaldığı sırada diğer diyarlara göçmüşler. Biz iki kandaş yedi ırkla mücadele ederek onları bozguna uğrattık. Bize korudukları yedi eşsiz hazineden teklif ettiler. Almadık. Yiğit, hakkı olmayana el uzatmaz. Bunun teklifi dahi edilmez. Hak yiyen yerin yedi kat altındaki udun içinde sonsuza kadar hapsolsun. Bizim arayışımız adımız ve kaderimizdi. Bize adımızı onunla birlikte kaderimizi bağışlayanı aradık. Diyar diyar gezdik. Alemlerle tanıştık. Yedi yüce ırktan sonuncusuyla Tengri dağlarının içinde karşılaştık. Dağın girişini günlerce aradıktan sonra Güneş ananın gün içinde kararması üzerine yedi başlı kara Yelbegen’in Güneş anayı yemeye çalıştığını gördük. Yedi başlı kara Yelbegenle cenk atıp yedi başını kestikten sonra Tengri dağından içeri girdik. Yedi cin inini tek tek geçip en dipteki Kutlu pınara vardık. Kutlu pınar cihanda görülecek en güzel yerdi. Su perileri pınarın her yerinde kanatlarından ışıklar dökerek uçuyorlardı. Kutlu pınarın başında onun koruyucusu duruyordu. Bu koruyucu yarı peri yarı insandı. Adı Tepegöz olan koruyucu yolunu kaybetmiş bir çobanla Kutlu pınarın önceki koruyucusu Perihanının çocuğuymuş. Tepegöz bize neden geldiğimizi sordu. Adımızı ve kaderimizi bulmaya geldiğimizi öğrenince bizimle mücadele etmedi fakat gitmemize de izin vermedi. Salyangozlar düştüğünde aradığımızı bulacağımızı söyledi. Güneşi aylarca görmedik. Kutlu pınarın büyüleyiciliği benliğimizi kaybettirecek kadar dehşetliydi. Direndik. Adımız, kaderimiz olmasa da benliğimiz bizleydi. Köklerimiz ve dallarımız bizleydi. Bekleyişimizin sonunda Tepegöz ve periler bize korudukları hazineyi verdiler. Adımız ve kaderimiz bu ıduk hazineyle bağlı olduğunu söylediler. Bu ıduk hazine zamanında yedi kutlu büke hanedan soyunun kalplerini yemiş olan yer bükesinin kalbiydi. Dehşete düşsem de görevi korkusuzca, heybetli bir şekilde kabul ettim. Adım Korkut oldu. Kaderim emaneti korumak oldu. Kandaşım Kam emaneti sahibine götürmekle kaderlendi. Ruhların arasındaki haberci olarak Kam, yer bükesinin topraktan oluşan eşsiz kalbinin isteği ile bizi bu köye getirdi. Köyün Ulu ağacının altına yine bir bahar şenliği zamanı gökten gelen Sakım adam elinde kanla doğmuş olan bir çocuğu bıraktı. Tabiatı uyandırmak için yapılan ayin çocuğun etrafında dönmeye başlamış yer bükenin topraktan olan kalbi tan vakti çocuğun ruhu ile birleşerek son karanlığı Güneş anadan önce aydınlatmıştı. Bu çocuk sensin evladım.
Dondum sanki, daha adım bile yokken böyle bir kader kutlu muydu yoksa lanetli miydi? Ben bir şey diyemeden Sakım adam söze girdi
- Gökten gelen nedir çocuk?
- Güneş ananın diyarındaki küçük karındaşlarıdır.
- Değildir çocuk. Hissetmiyor musun?
- Hayır.
- Zamanın geldiğinde gökten gelen geldiğinde hissedeceksin. Köklerini ve dallarını bulacaksın.
- …
Aylar ayları kovaladı. Gökten taş yaklaştıkça benim yüreğimdeki ağırlık arttı. O yaklaştıkça ben ona çekiliyordum. Yüreğimdeki ağırlık uzaklaşmama izin vermiyordu. Köklenip kaçamıyor dallanıp uzanamıyordum. Bekliyordum. Gökteki taşın gelip yüreğimdeki taşı kaldırmasını. Ben bu bekleyişteyken kaderimin bağlanmış olduğu Sakım adam görünüp görünüp kayboluyordu. Kam yüreğimdeki ağırlığın bugün beni ezse de yarın bana güç vereceğini, sabretmemi söylüyordu. Eşsiz güzellikler ciddi yükler altından çıkarmış. Adımı, kaderimi bulmak için yüreğimdeki ağırlığı taşıyabilmek için dayandım. Bekledim. Korkut Ata’nın şol gözü beni her gördüğünde Yer Bükenin kalbini taşıdığımdan yaşarırmış. Gökten gelen taş oldukça yavaş bir şekilde yere indi. Sakım adamın vaktin geldiğini söyleyerek bana tekrar sordu
-Ne olduğunu hissedebiliyor musun?
Sorunun cevabını yüreğimin en derinlerinde hissediyordum. Yüzyıllarca süren uykumdan uyanmış gibiydim.
-Evet. Bu bir Büke kalbidir. Yüzlerce yıl önce ölmüş olan bir Bükeye aittir. Yer bükenin kalbine bana doğru çekildiği için buraya düşmüştür.
Bunun üzerine Sakım adam
-Taşıdığın kalbin bedelini ödemelisin. Elinde kanla doğmuş bir çocuk olarak senin kaderin savaşlarla yazılıdır. Yer bükenin toprak kalbi seni seçmiştir. Toprağın, göğün ve onun ötesindeki diyarlarda seni bekleyen kaderini ve adını bulmak için yola çıkmalısın. Önce bu büke kalbini ait olduğu hanedana, göğün ötesine götürmeliyiz. Benimle gel evladım.
Korkut Ata ve Kam ile vedalaştım. Kader bizi tekrar bir araya getirene kadar adımı, kaderimi, köklerimi ve dallarımı bulacağıma and içtim.
FATMA DURSUN
İn: Mağara anlamında kullanılır buralarda.
Canavar: İç anadoluda kurda deriz.
Yelbegen: Eski Türk inanışlarında üç, yedi veya on iki başlı olan, sarı veya siyah renkte bulunurlar. İnsan görünümde olup kat kat büyük olan insan yiyen kötü ruhlu devlerdir.
Iduk: Mukaddes Tanrı tarafından verilmiş veya gönderilmiş şeydir.
*Eski Türklerin kader inanışlarında kaderin Tanrı tarafından ak yazı ile ele yazıldığı inanılırdı. Anadolu ise kaderin alnımıza yazıldığına inanılır.
*Elinde kanla doğan çocuk Cengizhan’ı anlatan menkıbelerde geçiyormuş kullanmak istedim.
*Güneş tutulmasının, Yelbegenin güneşi yada ayı yerken oluştuğuna inanılırmış.
*”Ataları gök kapısından bir saman hırsızının kuşlar yolundan çaldığı sırada” Gök kapısı, Kuşlar yolu samanyolunu tarif etmek için Eski Türkler tarafından kullanılmış.Saman hırsızı ise buradaki samanları çalanmış. Tam ben de anlamadım bunu ama metafor yapmak istedim.
Yine Bahaeddin Ögel hocanın Türk Mitolojisi kitabından bolca yararlandım.