VUSLATA DEĞİN İNSAN-atölye hafta 52
REVİŞİN SEYRİ
Düşüşü tam yedi ay süren adam, etrafında toplananlara hikâyesini anlatmaya başladı. Teni toprak sarısı. Yüzünde, o cebinde sakladığı ölümün rengi, ölümün kendisi.
Eğer aylar öncesinden Deli Vâhid’in sözüne kulak asıp onun ardı sıra gitseydik, Adem abiyi sağ salim bulabilirdik. Gel gör ki hayli geç kaldık; ruhu çekilmiş bir beden duruyor karşımızda. Mevtanın etrafında ondan farklı olarak nefes alan dikili heykellerden farksızız. “Helal ediyor musunuz?” Helal olsun.
Yedi ay öncesiydi, biçme zamanıydı. Köy meydanındaki kahvede çaylarını yudumlayan emmilere yaklaşıp bir şeyler geveliyordu Vâhid. Üç masa geçip yanımıza geldi. Tüm dikkati elindeki kartlarda olan Selim kaşlarını çattı; işlerin pek yolunda gitmediğini, sinirini Vâhid’den çıkarmak istediğini anladım. Gel hele beri, deyip Vâhid’i çağırdım. Selim’in öfkesi daha belirgin bir hâl aldı, umursamadım. Vâhid’e kulak verdim. Verdim vermesine ama bir şey anladım desem yalan olur. Birkaç kelime dışında bir şey söylemiyor, eliyle tepeyi işaret ediyordu. Gitti diyor, hemen ardından gelmeyecek diyordu. Bu kadar. Kim gitti, nereye gitti, ne diyor bu Vâhid, diye sormaya bırakmadan Selim Vâhid’i şutladı. Pek aldırış etmedik; kahvedeki hiç kimse. Vâhid’in bizdeki yeri buydu.
Vâhid birkaç hafta kadar görünmedi ortalıkta. Onu arayan soran da olmadı. Ancak şimdi durup geriye baktığımızda, biraz da düşündüğümüzde, Vâhid’in hayatımızdaki yeri muayyen bir hâl aldı. Ne Vâhid’ler gördü bu dünya. Biz göremedik.
Soğuklar düştüğünde, beş-altı ay kadar öncesinde, kahvede otururken Adem abinin lafı geçti. Yusuf emmi, Adem abinin uzun zamandır ortalıklarda olmadığını, başına bir şey geldiğine dair endişelerinin olduğunu söyledi. Yusuf emmi peşi sıra cümleleri sıralarken Vâhid, bir-iki ay öncesinde olduğu gibi söylenmeye başladı; gitti, gelmeyecek. Kimse anlam veremedi söylediklerine; kimse anlam aramadı Vâhid’de. Adem abiye bir şey olmadığına dair türlü tahminlerin ardından Yusuf emminin endişeleri, okey taşlarının seslerine karıştı.
Üç dört ay öncesiydi. Kömür dumanının göğe karıştığı vakitlerdi. Diz boyunu aşan karların arasında öylece duran evlere dair düşünceler yokladı beni. Adem abinin evini gördüğümde hatırıma kahvede konuşulanlar geldi. Çok sürmedi bu düşünceler; diğer evlerin zihnimi meşgul ettiği süreden öteye geçmedi. Şimdi düşününce, seyirden öteye geçememişiz.
Adem abiye dair meraklar en son bir-iki ay önce dillerde dolandı. İlk sözün sahibi yine Yusuf emmi olmuştu. Kahvenin her köşesine gitti, gelmeyecek lafızlarını serpiştiren Vâhid’e ahali fütur etmiyor, Selim ise tüm merakların üzerini birkaç soğuk cümleyle örtüyordu. Eli baston tutan kimi amcaların hayretini toplayan Selim, kızgınlıkları da üzerinde biriktiriyordu. Hatta bir keresinde Vâhid’e, Gittiyse gitti! Bir bunaktan kurtulduk, daha ne arıyorsun?! Sen de başımızın etini yedin, bir sus! diye çıkışınca, eli baston tutan amcalar bastonu Selim’e indirmeyi bir görev bilmiş, kahvedeki delikanlılar zor tutmuştu amcaları. Sonraki gün yüzündeki morluklarla çıkagelmişti Selim. Vâhid’e attığı bakışlar öncekine oranla daha öfke doluydu.
Vâhid’in şimdiye değin anlatmaya çalıştığı şey dün anlaşıldı. Ta yedi ay öncesinde başlayan sancı, sebebini dün belli etmişti. Yusuf emminin av meraklısı oğlu, sırtına tüfeğini kapıp arkadaşlarıyla tepenin yolunu tutmuş. Bir de ne görsünlermiş, bir taşın kovuğunda yaşlıca bir adam. Çekinmişler, yaklaşamamışlar. Kolluğa haber etmişler. Adamın kimliğinin belirlenmesi için bir bakış yetmiş. Yusuf emminin oğlu hemen tanımış Adem abiyi. Sonrası malum. Ahlar vahlara karıştı. Sessiz ağıtlar yakıldı. Vâhid hâlen sağa sola kelimeler serpiştiriyordu: gitti, gelmeyecek. Vâhid’e sorulacak soruların cevapları aşikârdı. Bazılarına kimse cevap bulamazdı. Vâhid bile.
Yusuf emmi mahcubane hâlde, başı önünde. Selim’le aramızda iki kişi var, başı dik. Cemaatin cümlesinin aklında türlü türlü soru. Adem abinin kanından bir kimse yok mu? Ne zaman gitmişti o tepeye? Kaç zamandır ne yiyip içmişti? Helal ediyor musunuz? Helal olsun. Nasıl helal etmeyiz? Asıl Adem abi helal etsin. Helal ediyor musun Adem abi? Son kez göğün yansıması yüzünde. Cemaatte bir uğultu. Kimse duymuyor.
Helal ediyor musunuz? Helal olsun.
Tam mevtayı kaldıracakken Vâhid çıkageldi. Telaşla bir şeyler anlatmaya, kefeni açmaya çalışıyordu. Öylesine hiddetli davranıyordu ki, hareketlerine mâni olunduğunda mevtanın sağ elinin dışarıda olduğunu gördük.
Mevta işaret parmağıyla göğü gösteriyordu. Cemaat gördü ki en tepeden bir göktaşı, bir salyangozun işe gitme hızıyla yere düşüyordu.
Hacer Noğman
Haftanın görevi: Öykünüz küçücük bir köyde geçsin. Ve şu cümleyle başlasın:
- Düşüşü tam yedi ay sonra bitti adamın, yere ayağını bastı ve toplananlara hikâyesini anlatmaya başladı.
Öykünüz şu iki cümleyle bitsin:
- Adam eliyle göğü gösterdi. Köydekiler gördüler ki, en tepeden bir göktaşı, bir salyangozun işe gitme hızıyla yere düşüyordu.
Bu cümlelerin şekillerinde tasarruf yapabilirsiniz, ikiye üçe bölebilir, çekimini, şahsını değiştirebilirsiniz. Ancak cümlelerin yerine, detaylarına ve manasına dokunmayın.