Sakım adamın düşüşü tam yedi ay sonra bitti. Yere ayağını bastığı gibi Kamla birlikte toplanan ahaliye hikayesini anlatmaya başlamak istedi. Kam, Sakım adamı ateşin başına Korkut Ata’nın yanına oturttu. Otağların önde gelenleri çevrelenmişti. Korkut Ata’nın gerçeklerine sağır olan bu kulaklar, Sakım adamın hurafeleri için canavarlar kadar keskin duyuşlarını açmışlardı. Bir müjdeciye göre oldukça esrarlıydı. Biraz uzaklarında kayanın başında oturmuş halde olanları izlerken Korkut Ata’yla ve Sakım adamla göz göze gelmekten kaçınıyordum. Ahalinin bu sakin hali beni endişelendiriyordu. Adeta efsunlanmış gibilerdi. İfadesiz ve sessizlerdi. Ağızların sessiz olmasını anlarım ama gözler nasıl bu kadar suskun, boş olabilirdi? Korkut Atanın, Esrarlı Kamın ve Sakım adamın yüzleri ise oldukça ciddiydi. Her sene bahar gelirdi ama bu şekilde müjdecinin geldiğini ilk görüşümdü. Belki benim şaşkınlığım bundandı diğerleri alışkındı bu duruma.
Kam ayine başlamıştı. Davul sesleri güm güm edip toprağı uyandırıyordu. Gırtlaktan çıkan seslere eşlik eden ahali doğaya baharın geldiğini haber ediyordu. Çocuklar tohumları yere saçarken Yer Kara Alp’e toprağın küskünlüğünün geçmesi için ahali alkış ediyordu. Toprağın biri olan su için yiğitler yeminlerle suları içmişlerdi. Mühürlenmiş toprakları açması, kararmış suları aydınlatması için Yer Kara Alp’e tutulan alkış daha da güçlendi. Günün kuzey doğusunda ormanlı olanlar Ulu ağaca çabutlarını bağlayıp kollarındaki doğanları uçurdular. Dünya ağacı kabul edilen bu ağaca kavimler ataları gibi torbalarında yaşama bu ağaç gibi bağlanmasını yerdeki köklerin bir gövdede birleşip gökteki yapraklarla sonsuzlukta buluşmaları için alkış ediyorlardı. Kuş Rüzgarı Ataya yeli çıkarması için ıslıklar eşliğinde elinde örtüler kızlar dönüyordu. Ayinin bu kısmında zihinler benliğini kaybedip tabiat ile özleşmeye başlıyordu. Yel iyi mi kötü mü gelecek bilinmez rüzgarlarla cinler bu ıslıklardan kaçamazlardı. Son olarak temaşe göstermek için Ulu od yakıldı.
“Ey Kıraliçem, ey anam, ateş!
Sen, anamız Ötüken eteklerinden, ortaya çıkmışsın!
Tanrıların hakanı tarafından icâd edilmiş ve yaratılmışsın! Ey anam ateş!
Senin nurun, göklere erişmiş! Yerin dibine kadar gider!
Son alkış okunduktan sonra gökteki ud Güneş ana doğdu. Üç kez selamlandı. Bahar gelmiş, uyuyanlar uyandırılmıştı. Yerin yedi kat içindeki ud ise toprağı ısıtmaya başlamıştı. Ayin tamamlanmıştı. Uzak istanlardan gelenler iyi yeller ile döndüler. Kam köyün ahalisini Sakım adamın etrafına topladı. Sakım adamın yüzüne o dehşet ifadesi tekrar döndü. Gözlerimiz tekrar denk düşünce
“Ölü desem, ölü değil! Biri desem, diri değil!”
dizesi zihnimde dönmeye başladı. Bu nasıl bir varlıktı? Gözleri bizimkiler gibi değildi. Ahalinin gözleri ayinin bitmesiyle tekrar efsunlanmıştı. Sakım adam anlatmaya başladı:
“Men ki günün en doğusundan güneş ananın doğduğu topraklardan gelirem. Amma ne geçmişten ne de gelecekten zamanın ne başladığı ne de bittiği yerdenimdir. Güneş ana neredeyse oralıyımdır. Güneş ana hangi vakitte ise o vakittenimdir. Akşamları Ay ata yoluyla sabahları Güneş ana ile gelirem. Çok isim koymuşlardır ılga, sağın, serap sizler de sakım dersiniz. Hepsiyimdir. Hepsinden öte gerçeğimdir. Güneş ananın siz yer ve gök arasındaki çocuklara ulaştırdığı sesim. Diyeceklerini aktaranım. Gök camının ötesinden Bükelerin diyarından gelirim. Sarı, kırmızı, mavi Bükelerin diyarında yeni bir Büke göründü. Yalnız, karanlık Büke. Güneş ananın diyarının en eski sakinleri olan Bükeler bu yeni Bükeyi istemediler. Güçler, mitler, dengeler, inanlar dağılacağı için onu yok etme maksadıyla savaş başlattılar. Bu savaş göğün ötesindeki diyarları birbirine kattı. Savaşlarda ölen Bükelerin kalpleri tüm bilinen ve bilinmeyen en eşsiz şaheseridir. Kimileri ölümsüzlüğü bahşettiğini, kimileri çok ciddi büyü güçlerine sahip olduğuna inanır. Büke kalbinin gücü siz mahlukun algılayamayacağı yüceliktedir. Onun karşısında dileksiz kalırsınız. Ona sahip olmaya çalışmak yok oluşa götürecektir. Siz insanların zamanında binlerce yıldır süren bu savaş sonucu Büke kalpleri dağılmıştır. Büke kalpleri birbirine bağlıdır. Her ölen Bükeyle birlikte tekrar tekrar ölürler. Yine de Büke kalbi ile olan bağları kopmaz. Bükeler varlıkta kaybolmazlar. Kopamazlar. Bundan dolayı binlerce yıldır süren bu savaşı yedi Büke hanedan soyundan olan büke kalplerini yemiş olan Yer bükesi Yedi başlı yel Büke, yedi kalbinde hissettiği acıdan dolayı gök ötesi diyara giderek son vermiştir. Onu aranızdan Korkut Ata Lung-ch’êng’te görmüş heybetinden şol gözü yaşarmıştır. Menim bu köye güneş ana tarafından yollanma sebebim ise aranızda Büke kalbi yedirilmiş biri bulunmaktadır. Korkut Ata men müjdeci değil uyarıcı olarak geldim. Bükeler kendilerine ait olanı istemeye geleceklerdir.”
Konuşmasını bitirdiği esnada Sakım adamın gözleri göğe döndü. Sakım adam eliyle göğü gösterdi. Gördük ki, en tepeden bir göktaşı, bir salyangozun işe gitme hızıyla yere düşüyordu.
FATMA DURSUN
Alkış: Eski Türklerde dua anlamındadır.
Yer Kara Alp: Eski Türklerde yer ruhu olduğuna inanılır. Eski Türklerde susuz toprak olamayacağı yer-su anlayışından dolayı birbirine bağlı düşündükleri için yer koruyucu ruhları suyu da korurlar. Suya dair birçok inanış ve söylem mevcut.
Yel: Hala kullanılan bu kelime Eski Türklerde hem rüzgar için hem de cin peri için kullanılır.
Od: Eski Türklerde ateş.
Büke: Ejderha için söylenen Eski Türkçe kelimelerden bir tanesidir.
Yedi başlı yel büke: Kaşgarlı Mahmud, Dede Korkut yedi başlı ejderha olarak bahsetmektedir.
Lung-ch’êng: Hun başkenti Ejderha şehri anlamındadır.
Ilga: Eski Türklerde serap anlamına gelen kelimelerden bir tanesidir.
Sağın: Anadolu da serap için kullanılır.
Öyküyü yazarken kullandığım argümanlar, kelimeler için Bahaeddin Ögel hocanın Türk Mitolojisi kitabından bol bol istifade ettim.