1.bölüm
https://docs.google.com/document/d/1K74tj2okOLcYtKRnuJcJfwLWpU3xdKBbBWSWxITYBkY/edit
DÜŞLER DÜŞÜŞTE 2.bölüm
Düşüşü tam yedi ay sonra bitti adamın, yere ayağını bastı ve toplananlara hikâyesini anlatmaya başladı. Kendisine öğretilen kelimelerden kelime seçti. “Dostlarım!” dedi. Sonra içinden nereden dost oluyoruz diye düşünüp değiştirdi. “Kardeşlerim!” dedi. Ama kardeş de sayılmazlardı. Nihayetinde adam, adem soyundan değildi. “Ey insanlar!” dedi. Bunu sevdi. Hem “Ey” diye hitap etmek, hitap edene bir vakar katıyordu sanki. “Ey insanlar! Ben, İbrahim (as)’ın, ölümden sonra dirilme konusunda kalbi mutmain olsun diye Allah’ın emri ile öldürüp farklı farklı dağlara bıraktığı sonra çağırınca Allah’ın izniyle diriltilen kuşlardan biriyim” dedi. Verecekleri tepkiyi görmek için tek tek köylülerin yüzlerine baktı. Orada bulunan köylüler tek bir harf bile anlamamış gibi bakıyorlardı adamın yüzüne. Bir kısmı da henüz gelmekteydi yanlarına.
Adam, olduğu yere çöktü. Bağdaş kurup oturdu. Köylüler de önüne oturdu. Adam, köydeki herkesin toplandığını düşününce “Söyleyeceklerim ağır şeyler ey insanlar,” dedi. “o yüzden en bilgilileriniz en yakınıma gelsin.” Herkes birbirine baktı. İmamı dürttüler “Sen geç Hoca,” dediler. İmam, muhtarın kolundan tutup çekiştirdi, birlikte öne geçtiler. Adam, en başta söylediklerini yeniden söyledi. Yeniden baktı köylülerin yüzlerine. Bir kişi bile bir kelime anlamamış gibiydi. Acaba kullandığım dil bunların dili değil mi, diye düşündü. Sonra içinden yok canım daha neler, dedi.
Köylüler inanıp inanmamakta tereddüt ediyorlardı. Adamın, İbrahim (as) ile ilgili söylediklerinden hiçbir şey anlamadılar. Çünkü daha önce öyle bir hikâye duymamışlardı. Öyle olsa bunca yıldır imam anlatmaz mıydı? Kadınlar, bizi zamanında okutmadılar, biz bilmeyiz diye erkeklerinin gözlerine bakıyorlardı. Genç kızlar, adamın bembeyaz tenine, çizgisiz yüzüne, nasırsız ellerine hayran olmuşlardı. Gökten inen prensleri ne diyorsa doğruydu elbette. Delikanlılar, kızların adama olan hayranlıklarını fark ettikleri için uyuz olmuşlardı. Yedi kat göklerin üstünden düşüp ölseydi diye geçiriyorlardı içlerinden. Çocuklar gökten adam düşmüşse bize ne, der gibi çoktan etrafa dağılmış, oyun oynamaya başlamışlardı bile.
Adam, köylülerin kendisini anlayıp anlamadıklarını idrak etmek için sordu “Beni anlayabiliyor musunuz?” Genç kızlar, yemenilerinin uçlarını parmaklarına dolayıp hayran hayran bakarak kafa salladılar. Adam ikna olmadı. İmamla muhtarın gözlerine baktı. İmam bir bilge havası takınmaya çalışıp adamı imtihan ediyormuş gibi yaparak “Anladık. Şu Hazreti İbrahim’in kuşu oluşun Kuran-ı Azimüşşan’ın neresinde yazar? De hele,” dedi. Çünkü imam yıllardır Kuran’dan belli başlı bir kaç sureden başka bir yer okumuyordu. Dinî bilgisi imam hatipte öğrendiğinden ibaretti. Dolayısıyla Kuran’da böyle bir olaydan bahsedilip bahsedilmediğini bilmiyordu. Ama bu köyde bir meselenin geçerli olması için Kuran’da geçmesi, geçmiyorsa da geçiyormuş gibi anlatılması şarttı. Bunu adı gibi biliyordu. Adam “Bakara suresi 260. ayette İbrâhim “Rabbim! Ölüleri nasıl diriltiyorsun, bana göster!” deyince, Rabbi “Yoksa inanmıyor musun?” demişti. O “Hayır inanıyorum, fakat kalbim tam kanaat getirsin diye” cevabını verdi. Rabbi “Kuşlardan dört tane al, onları kendine alıştır, sonra (parçalayıp) her bir tepeye onlardan bir parça bırak, sonra onları çağır. Koşarak sana gelecekler ve şunu bil ki, Allah hep galiptir ve hikmet sahibidir” buyurdu. şeklinde anlatılıyor. İşte ben o kuşlardan biriydim. İbrahim (as) çağırınca Allah bizi öyle bir diriltmekle dirilltti ki...”
İmam, insanların adamı hayranlıkla dinlediğini görünce içinden bir hasetle “Beni bir kere bile şöyle dinlemedi sıracalılar,” diye düşünüp adamın sözünü keserek her Ramazan sahur vaktinde köy camiinin hoparlöründen bağıra bağıra okuduğu ilahisini söylemeye başladı. “Yer kazılır derin olur / Kazıldıkça serin olur / İçine giren kaybolur / Ah kabrimin ilk gecesi / İçine giren kaybolur / Ah ölümün ilk gecesi / Kabir kurdu acı olur / Başların tacı olur / İlk gecesi acı olur / Ah kabrimin ilk gecesi / İlk gecesi acı olur / Ah ölümün ilk gecesi…” İmam söyledikçe köyün ihtiyarları “Hayy! Ya Hak! Allah!” nidalarıyla eşlik ettiler. Onlar eşlik ettikçe imam coşa geldi. Kadınlar ilahiden ve ortamdan etkilenmiş gibi yapıp kendi dertlerine yanarak ağlamaya başladılar. Yazmalarının uçlarıyla gözyaşlarını, burunlarını sildiler. Gençler, imamla ve ihtiyarlarla dalga geçerek kikirdediler. Çocuklar her sahur vaktinde içlerine korku salan bu dehşetli ilahiyi duyunca elleriyle kulaklarını tıkadılar
Adam bir süre şaşkınlıkla köylüleri seyretti. Onlara anlatması gereken şeyler vardı. Vakit yoktu. Kendisini dinletmek için ne yapması gerektiğini düşündü. Zihnini karıştırdı. Kendisine öğretilen bilgileri hızlıca gözden geçirdi. Bağırmak diye bir şey hatırladı ama tam çıkaramadı. “Bağırmak,” dedi. Kimse duymadı. “Böyle değil,” diye düşündü ve “Aaaaaaaaa!” diye bağırdı. Herkes bir anda sustu. Adama dikkat kesildi. Adam yüksek sesle “Beni dinleyin,” dedi. “Allah, beni ve diğer üç arkadaşımı kıyamete kadar sürecek bir hayatla diriltti. Göğün en tepe noktasında yuva kurdu bize. Biz yüzyıllardır orada sessiz sedasız bir hayat sürüyorduk. Yedi ay önce yerine getirilmesi gereken kutsal bir görev için bir meleğini bize gönderdi. Bu görev, çok önemli bir meseleyi siz insanlara haber vermekti…”
Köylüler, duydukları karşısında önce şaşırsalar da üzüntüleri ve hayal kırıklıkları şaşkınlıklarının önüne geçiyordu. Hani bu adam düşleri gerçekleştirecek bir cin olacaktı? Hani köyün erkekleri ağa, kadınları hanımağa olacaklardı? Delikanlılar sevdikleri kızlara umutsuz gözlerle baktılar. Ya genç kızların beyaz atlı prensleri ne olacaktı? Düşen adam konuştukça düşüyordu düşleri. Diplere, en diplere. Süratle düşüyordu.
Adam anlattıklarının köylüleri zerre kadar heyecanlandırmadığını fark etse de devam etti “Ben, meleğe bu kutsal görevi üstlenmek istediğimi söyledim. O esnada Allah ol dedi ve bir anda siz insanların suretine büründüm. Kanatlarım yok oldu. Düşmeye başladım. Bu düşüş esnasında insanlarla alakalı bilgiler bana ilham olundu. Allah, Adem (as)’i yarattığında ona her şeyi nasıl öğrettiyse bana da öyle öğretti,” dedi.
Köylüler, imama “Allah, Adem (as)’e nasıl öğretmişti her şeyi? Bunları neden bize anlatmadın?” der gibi baktılar. Ya da imama öyle geldi. Adam konuştukça imam, yıllardır büründüğü bilgelik libasından soyulduğunu hissediyordu. Hissettikçe hasidleşiyordu. “Deccaaaal!” diye bağırdı birden. “İnanmayın Deccaldir buu! Böyle böyle cehenneme sürükleyecek ümmeti Muhammedi.” dedi. İmam öyle söyleyince ihtiyarlardan birisi “Daş yoh mu daş? Daşlayın şeytanııı!” diye bağırdı boğazından çıkan hırıltılı sesiyle. Aylardır kurdukları düşlerinin gerçekleşmeyeceğini anlayan köylüler büyük bir hırsla adamı taşlamaya hazırlanırken imamın genç kızı “Babaa! Etmeyin. Böyle bir nur yüzlüden Deccal olur mu heç? Dinleyin adamı.” dese de babasının “Sus gız, namussuzun gızı.” sözüyle susturuldu. O zamana kadar tüm olanları sessizce izleyen çoban dayanamadı “Yapmayın ağalar. Gurbanınız oluyum durun,” diye bağırdı. Ama her zamanki gibi kimse onu önemsemedi.
Adam, köylülerin kendisini öldürmeye niyetli olduklarını görünce ayağa fırladı. Anladı ki bu insanlar laftan anlamayacaklardı. Yanında duran büyük kayanın üstüne çıktı. Savaşçı militanlar gibi kendisini taşlamaya hazırlanmış köylülere eliyle bir dakika durun işareti yaptı. Sonra yine eliyle göğü gösterdi. Köydekiler gördüler ki, en tepeden bir göktaşı, bir salyangozun işe gitme hızıyla yere düşüyordu…