Düşüşü tam dokuz ay sonra bitmişti adamın. Biraz sakinleşip, toplananlara hikâyesini anlatmaya başladı:
"Annem çok görkemli diğer gezegenlere göre epey hayat dolu, hareketli ve çılgınmış. Her gezegen ona yakın olmak ister yörüngesine girmek için uğraşırmış. Annemin adı Dünya. Herkese göz kırpar, umut verirmiş ama kimseye gönlünü kaptırmazmış. Sadece güneşe biraz meyledermiş, onun da kavuruculuğunu bildiğinden ona karşı da hep temkinli davranırmış. Güneş annemi ısıtır, ona hep yardım eder ama onu yakmamak için pek yaklaşmazmış. Güneşle Dünya bu güzel ama eksik dostluğu daha ileriye götüremeyeceklerini bilirlermiş. O yüzden ikisi de hayatlarına mahzun devam edermiş.
Geçtiğimiz Nisanın yirmi sekizinde bir olay gerçekleşmiş. Annem Güneş dışında bir gezegenden etkilenmeye başlamış: Venüs. Yani babam. Babam 28 Nisan'da öyle bir parlamış ki, annem onu ilk başta en yakın dostu Ay sanmış. Sonra bir bakmış ki bu, ay değil. Anneme yani Dünyaya çok çok benzeyen adeta ikizi gibi gözüken gezegen Venüs. Annem Venüs'ün kendisine olan benzerliğine ve Ay gibi parlamasına âadeta vurulmuş. Venüs zaten öteden beri annemi kendine çok yakıştırır onun dikkatini çekmeyi denermiş. Nitekim yirmi sekiz Nisan günü bunu başarmış. Güneşten türlü bahanelerle fazladan ışık almış ve bunları anneme yansıtmış. Annem de onu fark edince olanlar olmuş. Bu iki benzer gezegen 28 Nisandan 12 Mayıs'a kadar tutkulu bir aşk yaşamış. Her aşk gibi bu aşk da kadının bedeninde yani Dünyada tomurcuklanmış. Babam Venüs, Mayıs ayının başlarında ortalardan yok olmuş. Annem derdini Ay'a anlatmış, bir çare bulamamış, ne yapacağını Güneş'e danışmış bir sonuç alamamış. Yaşadığı güzel ama garip aşkın tohumları bedeninde büyümeye başlamış. Tohumlar fidana fidanlar ağaca ağaçlar da meyveye yani bana dönüşmüş. Bu aşkın meyvesi olarak ben annemin bedeninde hayat bulup büyümeye koyulduğumda babam yok olmuş. İşin doğrusu babam yani Venüs bir yere gitmemiş, olduğu yerde kalakalmış sadece annemi etkilediği günlerdeki kadar parlak değilmiş. Yani bu hızlı aşk serüveninde asıl kaçan babam değil de annemmiş. Babam parlaklığını yitirir yitirmez annem onu görmemeyi tercih etmiş. Görmemiş değil çünkü zorlasa görebilirmiş ama zorlamamış. Bir tarafta parıl parıl parıldayan Güneş dururken azıcık parlayıp sönüveren Venüs'e kendini kaptırmak istememiş. Bedeli tek başına minik bir gezegenle yani benimle uğraşmak olsa da Venüs'ü unutmayı seçmiş. Ben annemin bedenindeyken aklım başıma geldiği andan itibaren her konuşulanı duyup anlamaya başlamıştım. Bir gariplik seziyordu annem kendinde. Gezegenlerin üremesi sonucu ortaya çıkan göktaşları, yıldızlar ya da minik gezegencikler en fazla bir hafta içinde annelerinin bedeninden ayrılıp uzaya düşer, ya yok olur ya da oldukça uzaklaşırmış. Oysa ben aylardır annemdeydim ve boynumdaki hortum gibi şeyle annemin bedeninden öyle besleniyordum ki hiç çıkasım gelmiyordu. Bu süre zarfında yiyip içiyor, annemi ve diğer gezegenleri, Güneşi, Ayı dinliyordum. Herhangi bir derdim yoktu, yalnız hep bir düşme hissi vardı bende. Sanki sürekli olarak aşağıya çekiliyordum. Annemde yer çekimi diye bir özellik olduğunu bildiğimden bunun ona bağlı bir şey olduğunu tahmin ediyordum ama sonra bir şeyi fark ettim. Ben yani annem Dünya ve babam Venüs'ün minik aşk meyvesi annemin bedeninde değildim. Annem ve babam uzay boşluğuna beni bırakıp büyümemi beklemişler sanırım. Sadece boynumdaki bağ ile anneme bağlıymışım ama uzay boşluğundaymışım bunca zaman. Bilmiyorum diğer gezegenler de böyle mi ürüyor ama kendimi normalin dışında bir şey gibi hissediyorum. Çünkü ben gezegene değil annemde yaşayan vahşi ve kötü kalpli bir tür olan dünyalılara benziyorum. Yani insana. Bunu annem mi tercih etti yoksa bir lanet mi ya da bir ödül mü anlamak zor. Sadece öyle hissediyorum ki ben sizin aranızda kolayca bir yaşam süreyim, uzay boşluğunda yok olup gitmeyeyim diye annem yaptı bunu. Bunu dediğim ne yaptı bilmiyorum fakat benim size benzememi annem sağladı bence. Bu nasıl bir sonuç doğurur, ileride bana ne zararı ne faydası olur bilemem ama ben buraya sizin aranıza bu şekilde, böyle düştüm. Son ay fark ettim sizi ve size benzediğimi. Bir dünyalı tür biliyor ve hiç sempati duymuyordum. Gördüm ki bu hoşlanmadığım varlıklara benziyorum ve şu anda da onların yanına düşüyorum. Bu beni başta çok yıprattı. Hiç olmak istemediğim bir şey olmuştum. Sonra ama sizi izledikçe kalbim yumuşadı. Pek de fena yaratıklar olmadığınızı düşündüm. Çok da açım. Ne yiyeceğim bilmiyorum. Annem belli ki beni size emanet etmiş. Benim ne olacağımı da size bildirecektir. Heh işte beklediğim mesaj da geliyor."
Adam eliyle göğü gösterdi. Köydekiler gördüler ki, en tepeden bir göktaşı, bir salyangozun işe gitme hızıyla yere düşüyordu.
Ayşe Akan
VENÜS'ÜN OĞLU
Düşüşü tam dokuz ay sonra bitmişti adamın. Biraz sakinleşip, toplananlara hikâyesini anlatmaya başladı:
"Annem çok görkemli diğer gezegenlere göre epey hayat dolu, hareketli ve çılgınmış. Her gezegen ona yakın olmak ister yörüngesine girmek için uğraşırmış. Annemin adı Dünya. Herkese göz kırpar, umut verirmiş ama kimseye gönlünü kaptırmazmış. Sadece güneşe biraz meyledermiş, onun da kavuruculuğunu bildiğinden ona karşı da hep temkinli davranırmış. Güneş annemi ısıtır, ona hep yardım eder ama onu yakmamak için pek yaklaşmazmış. Güneşle Dünya bu güzel ama eksik dostluğu daha ileriye götüremeyeceklerini bilirlermiş. O yüzden ikisi de hayatlarına mahzun devam edermiş.
Geçtiğimiz Nisanın yirmi sekizinde bir olay gerçekleşmiş. Annem Güneş dışında bir gezegenden etkilenmeye başlamış: Venüs. Yani babam. Babam 28 Nisan'da öyle bir parlamış ki, annem onu ilk başta en yakın dostu Ay sanmış. Sonra bir bakmış ki bu ay değil. Anneme yani Dünyaya çok çok benzeyen adeta ikizi gibi gözüken gezegen Venüs. Annem Venüs'ün kendisine olan benzerliğine ve Ay gibi parlamasına adeta vurulmuş. Venüs zaten öteden beri annemi kendine çok yakıştırır onun dikkatini çekmeyi denermiş. Nitekim yirmi sekiz Nisan günü bunu başarmış. Güneşten türlü bahanelerle fazladan ışık almış ve bunları anneme yansıtmış. Annem de onu farkedince olanlar olmuş. Bu iki benzer gezegen 28 Nisandan 12 Mayıs'a kadar tutkulu bir aşk yaşamış. Her aşk gibi bu aşk da kadının bedeninde yani Dünyada tomurcuklanmış. Babam Venüs, Mayıs ayının başlarında ortalardan yok olmuş. Annem derdini Ay'a anlatmış, bir çare bulamamış, ne yapacağını Güneş'e danışmış bir sonuç alamamış. Yaşadığı güzel ama garip aşkın tohumları bedeninde büyümeye başlamış. Tohumlar fidana fidanlar ağaca ağaçlar da meyveye yani bana dönüşmüş. Bu aşkın meyvesi olarak ben annemin bedeninde hayat bulup büyümeye koyulduğumda babam yok olmuş. İşin doğrusu babam yani Venüs bir yere gitmemiş, olduğu yerde kalakalmış sadece annemi etkilediği günlerdeki kadar parlak değilmiş. Yani bu hızlı aşk serüveninde asıl kaçan babam değil de annemmiş. Babam parlaklığını yitirir yitirmez annem onu görmemeyi tercih etmiş. Görmemiş değil çünkü zorlasa görebilirmiş ama zorlamamış. Bir tarafta parıl parıl parıldayan Güneş dururken azıcık parlayıp sönüveren Venüs'e kendini kaptırmak istememiş. Bedeli tek başına minik bir gezegenle yani benimle uğraşmak olsa da Venüs'ü unutmayı seçmiş. Ben annemin bedenindeyken aklım başıma geldiği andan itibaren her konuşulanı duyup anlamaya başlamıştım. Bir gariplik seziyordu annem kendinde. Gezegenlerin üremesi sonucu ortaya çıkan göktaşları, yıldızlar ya da minik gezegencikler en fazla bir hafta içinde annelerinin bedeninden ayrılıp uzaya düşer ya yok olur ya da oldukça uzaklaşırmış. Oysa ben aylardır annemdeydim ve boynumdaki hortum gibi şeyle annemin bedeninden öyle besleniyordum ki hiç çıkasım gelmiyordu. Bu süre zarfında yiyip içiyor, annemi ve diğer gezegenleri, Güneşi, Ayı dinliyordum. Herhangi bir derdim yoktu yalnız hep bir düşme hissi vardı bende. Sanki sürekli olarak aşağıya çekiliyordum. Annemde yer çekimi diye bir özellik olduğunu bildiğimden bunun ona bağlı bir şey olduğunu tahmin ediyordum ama sonra bir şeyi farkettim. Ben yani annem Dünya ve babam Venüs'ün minik aşk meyvesi annemin bedeninde değildim. Annem ve babam uzay boşluğuna beni bırakıp büyümemi beklemişler sanırım. Sadece boynumdaki bağ ile anneme bağlıymışım ama uzay boşluğundaymışım bunca zaman. Bilmiyorum diğer gezegenler de böyle mi ürüyor ama kendimi normalin dışında bir şey gibi hissediyorum. Çünkü ben gezegene değil annemde yaşayan vahşi ve kötü kalpli bir tür olan dünyalılara benziyorum. Yani insana. Bunu annem mi tercih etti yoksa bir lanet mi ya da bir ödül mü anlamak zor. Sadece öyle hissediyorum ki ben sizin aranızda kolayca bir yaşam süreyim uzay boşluğunda yok olup gitmeyeyim diye annem yaptı bunu. Bunu dediğim ne yaptı bilmiyorum fakat benim size benzememi annem sağladı bence. Bu nasıl bir sonuç doğurur, ileride bana ne zararı ne faydası olur bilemem ama ben buraya sizin aranıza bu şekilde, böyle düştüm. Son ay farkettim sizi ve size benzediğimi. Bir dünyalı tür biliyor ve hiç sempati duymuyordum. Gördüm ki bu hoşlanmadığım varlıklara benziyorum ve şuanda da onların yanına düşüyorum. Bu beni başta çok yıprattı. Hiç olmak istemediğim bir şey olmuştum. Sonra ama sizi izledikçe kalbim yumuşadı. Pek de fena yaratıklar olmadığınızı düşündüm. Çok da açım. Ne yiyeceğim bilmiyorum. Annem belli ki beni size emanet etmiş. Benim ne olacağımı da size bildirecektir. Heh işte beklediğim mesaj da geliyor."
Adam eliyle göğü gösterdi. Köydekiler gördüler ki, en tepeden bir göktaşı, bir salyangozun işe gitme hızıyla yere düşüyordu.