Kırt Kırt Nari Nari Nom-2

Yasemin Çakır

Düşüşü tam yedi ay sonra bitti adamın, yere ayağını bastı ve toplananlara hikâyesini anlatmaya başladı. Kurtçuklar ışıl ışıl gözlerle adama bakıyordu. Söylediği her kelimeyi sanki ilk kez duyuyormuşcasına heyecanla dinliyorlardı. Adam öyle hızlı konuşuyordu ki zaman zaman cümleleri takip edemiyorlar, hikayeyi kaçırmamak adına da arada yakalayabildikleri kelimelerle söylediklerini anlamaya çalışıyorlardı. Adam büyük bir iştahla devam etti hikayesine: ‘’...Sonra sabah kalktım yatağımdan. Uykumu alamadığım için de başım ağrıyordu işte. Evde bir ileri bir geri gittim, geçmedi. Bardak bardak su içtim geçmedi, daha kötü oldum. İlaç desen yok! Şuncacık köyde ilacı kim kaybetmiş de ben bulayım yahu. Ben de el mecbur köy meydanına inip ihtiyar Zehra’nın evine vardım. İhtiyarı bilirsiniz di mi?’’

Kurtçuklar birbirlerine bakıp ne söyleyeceklerine dair ortak bir karara vardıktan sonra hunilerini ağızlarına yaklaştırıp: ‘’Eveet. Biz bebekken sık sık ziyarete gelir, bizimle konuşurmuş. Pek hatırlamıyoruz. Geçen ay ağacın yanında oynayan çocuklar, aralarında onun merdivenden düşüp bacağını incittiğini konuşuyorlardı.’’ Adam, kurtçukları daha net duyabilmek için biraz daha eğildi. Ardından anladığını belli edercesine kafasını bir aşağı bir yukarı salladı. ‘’Demek öyle. Olsun boş verin. Bana bir yararı olmadı zaten, sizinle konuşsaydı da hayatlarınızda bir şey değişmezdi. Ee neyse, ben de çaresiz başıma ne yapayım ne yapayım dediim çıktım meydandaki koca kayanın tepesine bağırmaya başladım. Başlarda köylüler etrafıma toplandı tabii. ‘Deli misin be adam insene aşağıya!’ falan dediler. Neymiş çocuklara kötü örnek oluyormuşum. Hiçbir şeyden anlamıyor bunlar! Çocuk dediğin bağırır, koşar, oynar. Başka nasıl atarlar enerjilerini şuncacık köyde?

Onlar yapacak bir şey varmış da ben yapmıyormuşum gibi davrandıkça yumdum gözümü hiç oralı olmadım. Hatta fark ettim ki bağırdıkça baş ağrım azalıyor. Ama yine de yeterli gelmedi. Kara kara düşündüm durdum. Sonra bir rüzgâr esti kiiiiii…’’ Adam yüksek sesle bir ıslık çaldı. Bu ses, kurtçuklar için fazla gürültülüydü. Gözleri yerinden çıkacak gibi oldu. Bunu fark eden adam hemen özür dilercesine başını eğdi ve konuşmaya devam etti. ‘’O rüzgâr baş ağrıma öyle iyi geldi kiii… Ama sonra o da yeterli gelmemeye başladı. Kara kara düşündüm ne yapayım diye. Kafamdaki ampul ışıl ışıl yanmasın mı? E yandı tabii. Koşa koşa eve gittim. Akşam olmadan o zamana kadar kenardan köşeden topladığım metallerle kendime bir pervane yapmıştım bile. Tüm bu süreç boyunca da kendime güzelce bir plan yaptım. Ertesi günü bekledim tabii. O saatte deli miyim ben dağa çıkacağım? Belki. Biraz. Ama çok değil. Canıma susamadım yani. Tan vakti gelince çıktım yola. Tan vaktini bilirsiniz di mi? Hani güneş yavaş yavaş çıkar saklandığı yerden, her yeri ışığına bürümeye çalışır. Pek hırslı bu güneş de yahu. Kıskanıyor bence ayı. Neyse. Sırtımda da hazır ettiğim pervanem. Önce evimin çatısından uçmayı denedim. Pervaneyi de pek güzel yapmışım. İstediğim hızda götürüyor beni. Çatıdan bir inişim vardı kiii… Görseydiniz, ne demek istediğimi daha iyi anlardınız. Kısa sürdü ama rüzgâr sanki yüksek hızda giden bir arabadan kafamı çıkarmışım gibi çarptı yüzüme. Neyse. Güneş tepeye varmadan ben ormanın sonuna varmıştım. Varmıştım varmasına ama ormanın sonuna doğru işler garip bir hâl aldı. Saat epey erken olmasına rağmen gördüğüm tüm hayvanlar aşağıya doğru kaçışıyorlardı. Başlarda şaşırdım tabii ben de. Az bi yolum kalmıştı bu nedenle çok da kafama takmadım bu hallerini. Yamaca yaklaştıkça rüzgâr da o kadar deli esiyordu ki ağaçların dalları kırılmaya başladı. E başta korktum. Yalan yok. Önce hayvanlar, sonra rüzgâr... Neyse işte şu ileriki uçuruma varsam baş ağrısı falan kalmayacak diye verdim kendime gazı. Rüzgâr da beni destekler gibi öyle haşin esiyordu ki tamam dedim olacak bu iş. Amma velakin yukarı çıktıkça basınç masınç beni bi fena yaptı. Çıktıkça başım kopacakmış gibi oldu. Vazgeçer miyim ben? Asla.’’ Kurtçukların gözleri daha fazla ışıldadı. Adam küçük bir kahkaha attı. ‘’İlahi çocuklar’’ Kurtçukların heyecanı arttıkça adam hikayesini daha iştahlı anlatıyordu. ‘’Sonra çocuklar, ne olduğunu anlayamadım. Bayılmış kalmışım. Gözümü bi açtım, gökyüzünden aşağıya bir salyangozun işe gitme hızıyla düşüyorum. Peşim sıra gelen göktaşıyla. E her gün göktaşı görmüyoruz ya. Ben bir şaşırdım bir şaşırdım. Birkaç ay kendime gelemedim. Kafamda da yığınla soru. Dağın tepesine nasıl ulaştım, pervanem nasıl çalıştı, kim beni gökten bu yavaşlıkla bıraktı… Yol boyu çok düşündüm. Bir türlü hatırlayamadım. Hâlâ da hatırlayamıyorum.’’ Adam, işaret parmağını gökyüzüne doğrulttu. ‘’İşte. Orada. Göktaşı. Garip. Benim kadar bile hızlı değildi. Düşmesine az daha zaman var. İnene kadar köylüler görsün diye zilyon tane numara yaptım. Biri de kafasını kaldırıp bakmadı. Şimdi varıp köylülere ‘bakın! Göktaşı düşüyor!’ desem, ‘delirdin mi?’ diyecekler. Az daha zaman geçsin. Göktaşı görünür hâle gelsin gidip hepsinin kafasını bir bir yukarıya kaldıracağım. Görsünler bakalım benim sözümü dinlememek neymiş. İnsan kafasını kaldırıp bir gökyüzüne adam akıllı bakmaz mı yahu!?’’ Adam bakışlarını kurtçukların üzerinde gezdirdi. Sanki sıkıldılar mı diye bakıyor, çaktırmadan nabızlarını ölçüyordu. Küçük kurtçuk lafa atıldı: ‘’İyi anlatıyorsunuz ama bu köylüler 7 aydır hiç mi gökyüzüne bakmıyorlar. Nasıl görmezler sizi? Biz bunca zamandır yolunuzu beklerken onlar sizi nasıl olur da fark etmezler?’’ Adam bu soru karşısında afalladı ama yine de çarçabuk cevapladı. ‘’Baktılar tabii. Ama öylesine. Bakmak için baktılar. İhtiyar Zehra bazen çıkıp gerçekten bakıyordu gökyüzüne. Ama onun da gözleri görmüyor. Yapacak bir şey yok artık. Gider onlara da her şeyi bir bir anlatırım birazdan.’’ Kurtçuklar hayatları boyunca duydukları en heyecan verici hikayeyi dinlemişlerdi. Adam anlattıkça gözlerindeki ışıltı her seferinde daha da büyüdü.

‘’Öyle işte çocuklar. Kuşlarla arkadaş oldum. Bulutlarda uyudum. Rüzgârla yoldaş oldum. Baş ağrım da geçti. Pek güzel bir yolculuk oldu benim için. Yolun sonuna doğru da sizin şarkınızı duydum. Bir hayli keyifliydi. Sağ olun.’’ Hikayenin sonunda kısa sürede vedalaştılar. Kurtçukların şarkısını mırıldanarak köyün yolunu tuttu adam. Gökteen düşeen biir adaam, benziyor salyangoza. Yavaaş yavaaaş süzülüyor, oynuyor buluutla. Kıırt kııırt narii nari noom, elma kurtlarııı

Köylülere derdini anlatması biraz uzun sürmüştü. Kimse adama inanmadı. Hatta 7 aydır nerede olduğunu bile sormadılar. Çünkü hepsi kendilerince bir cevap bulmuşlardı çoktan. Adam yine de onları uyarmaktan vazgeçmedi. Doğru olanın bu olduğunu bildiği için konuşmasına devam etti. Onlar onu dinlemese bile kendi vicdanının rahat olacağını biliyordu. Sonunda göktaşı görünür hâle geldiğinde adam eliyle göğü gösterdi. Köydekiler gördüler ki, en tepeden bir göktaşı, bir salyangozun işe gitme hızıyla yere düşüyordu.