Birtakım Gariplikler

Büşra Baysal

Köydekiler gördüler ki göğün en tepesinden bir adam, bir salyangozun işe gitme hızıyla yere düşüyordu.

Bir adam gökten yere mi düşüyordu? Hem de bir salyangozun işe gitme hızıyla. Hahahahaha! Ayol hiç güleceğim yoktu. Salyangozun işi neymiş peki canım?

Köydekiler göğün en tepesinde gördükleri karartının ne olduğunu hemen anlayamadılar.

"Ambu ne? Başımıza taş mi yağacah? Yohsa uzaylılar mi gelir? Şahmettin hele segirt çabuh! Mıhtarı çağır! Mıhtarrr! Baba çıha canan. Köyi canavarlar basir nerdesen! Zaten sade fors için gezirsen ortalıhta."

İşte köyün en yaşlısı bile karartıyı görünce bu tepkiyi verdi. Gençlerin nasıl davrandığını varın siz hesap edin. Ortalığı bir bağırış çağırış aldı. Şahmettin koşup muhtarı çağırdı ama muhtar ne bilsin gökten ne geliyor. Köyün en tahsillisi ve en delisi Korali ise uzun uzun karartıya bakıyordu. Sanki delici bakışlarıyla ne kadar uzun bakarsa karartının seceresi o kadar çabuk gözler önüne serilecekti. Çevresindeki büyük hareketlilik ve telaş onu hep aynı noktaya bakmaktan alıkoymadı. Hengâmeyi duyan meraklılar birer birer geliyor, gözlerini göğe dikiyor, hararetli bir şekilde meseleyi tartışıyor, oradan oraya haber yetiştirmeye çalışırken de hep sabit duran Korali'ye çarpıyorlardı. O da bu çarpmalar karşısında bir iki sallanıyor ama başını hiç aşağı indirmiyordu. Arada bir elini yeni çıkmaya başlayan sakalına götürüyor, sakalını kaşıyordu. Bu hâliyle etrafa karşı filozofvari tavırlar sergilediğinin farkında değildi. Görenler "Aha bizim deli meseleye açıhlıh getirmeye uğraşır herhal. Korali amburaya doğri gelen ne bilir misen? Bilirsense bize de anlat. Uçah mi kaçah mi neydah hele de bize." gibi sözlerle Korali'den medet umuyorlardı. O, tüm bu sözlere karşı hiç istifini bozmuyordu.

Köylüler baktılar ki Korali'nin onlara bir faydası yok, karartı da pek yaklaşmıyor işlerine geri döndüler. İnekler otlamaktan geldi, işten veya dışarıdan evine gelen insanlar gibi hepsi kendi ahırına doğru yöneldi. Yemekler yiyildi, telefondan oğula, kıza, toruna torbaya gökte bir şey olduğu haberi verildi. Hava serinledi. Bulutlar al entarilerini giyindi, etrafta salına salına gezindi, kuşlar onları kıskandı güneş batsın diye dua etti, güneş battı, bulutların al entarisi karardı. Kuşlar oh be dercesine bulutlara dil çıkardı. Ağaçların en yüksek dalına konup eşlerine kur yaptılar. Eşleri onların kur yapışını beğenmedi. Hepsi, uzaktan gördükleri devasa bir kuşa sevdalandı. Ona erişmek için güçlerinin üstünde bir uçuş sergilediler. Ama göğün en tepesinden düşmekte olan bir cisme çarpıp kanatlarını kırdılar. Kanatsız kuş uçabilir mi? Birer birer çakıldılar yere. O sıralarda etrafta kimse kalmamıştı. Herkes uykusunun derinliklerinde bilmem nerede, ne zaman gördüğü bir insanı rüyasına misafir etmişti. Kimi beşinci rüyasındaydı kimi rüyasında rüyadan uyanmış ama hâlâ rüyada olduğunu fark etmişti. Korali, tüm bu girift rüyaların hem hepsinde vardı hem de hiçbirinde yoktu. Çünkü her rüyada farklı bir şekle bürünüyordu. Birinde karartının ta kendisiydi ve köylüyü kendi gibi delirtmek için göklerde dolaşıyordu. Birinde karartı onu almak için gelmişti. Korali aslında değerli bir taştı, dünyada onun için savaşlar yapılıyordu. Bir diğerinde Korali tüm köylüydü. Hem gökteki şeye bakıyordu hem orada sabit duran kendine çarpıyor, sorular soruyordu. Sonra gidip kendi ahırını buluyor ve yere kıvrılıp yatıyordu. Daha sonra ineğin ağzından çıkan nefesle havaya yükseliyor, yine kendisi olabilecek bir karartıya çarpıp belli belirsiz bir duman bulutu hâlini alıyor hemen ardından yok oluyordu. Gerçek Korali ise sabahki yerinde hâlâ aynı şekildeydi. Köyde bir o bir de in cin uyanıktı. Cin birkaç saat önce besmelesiz dökülen sıcak suyun dumanından çıkmıştı. İn ise cinin kankasıydı. Cinle in top oynuyordu, cin topu biraz hızlı attı. Top, Korali'nin kafasına çarptı ve bayılmasına neden oldu. Bu sayede o da biraz dinlenmiş oldu.

Ertesi sabah köylü uyandığında köy meydanında bir sürü kuş ölüsü ve onların arasında yere sere serpe serilmiş Korali'yi gördü. Dünkü telaşlarına bir düzine kabartma tozu eklendi, telaşları kabardıkça kabardı. Kabından taştı, tüm köyü sardı.

Köyün en yaşlısı: "Ola Şahmettin ne olir? Ambu kuş cendekleri ne? Korali nanca zamandır sohahlarda yatir? Tez jandermayı arayın, o vurucu vurasıca mıhtarr neye meydana çıhmir?

"Emmi, mıhtar olanları haber etmek için şehre getmiş."

"Kendi neye gidir? Tilifon etse ya. Heç hazetmirem o gocor sıfattan."

"Bilmirem emmi. Mıhtarı bırah ambu işin bir çaresine bah. Cami hocasını çağır, danış. Hâlimiz harap."

"Sen mökkem dur ola Şahmettin ele yüzün tökme. Elbet bulunur bir çaresi."

Onlar böyle konuşup dururken Korali gerine gerine uyandı. Kuş tüyü yatağında uyumuş gibi rahat bir şekilde yerden kalktı. Sağına soluna baktı, nerede olduğunu önce anlamadı ama sonra bayılmadan önce cismin ne olduğunu çözdüğünü hatırladı.

"Hele bana bahın. Emmilerim, kardaşlarım, bibilerim. A o göğün en tepesinde görünen karartının ne olduğunu bilirem. Amböyle ögüme toplanın. Heh geldiz mi? Dinleyin o vakit. O kollarini bacahlarini açmış bir adam.

Bir salyangozun işe getme hızıyla yere düşir. Salyangozun işi mi ne? Taha taha buna mi tahtız? Krem yapirler ya buncağızdan. İnanmir misiz? Ele olsun. Gıdım gıdım yahlaşacah bize. Diyir ki ben uzaydan gelirem. Uzaya çıhirdih aracımız bozuldi. Ben de ele yavaş yavaş düşirem."

Ay, bir an kimse bana salyangozun işini söylemeyecek sandım. Sağ ol Korali Beyciğim.

Korali'nin anlattıklarına kimse inanmadı, muhtarın şehirden getirdiği jandarmalar da olanlara bir anlam veremedi. Köylüleri sorguladılar ama ortaya dişe dokunur bir şey çıkmadı. Özellikle köyün okumuşu dedikleri yarı meczup Korali, deli saçması şeyler anlattı durdu. Olay daha yüksek makamlara iletildi. Korali'nin deyimiyle adam her gün gıdım gıdım yer yüzeyine yaklaşıyordu. Aradan günler, haftalar, aylar geçti. O karartı gittikçe belirginleşti. Gerçekten ayakları ve kolları açık bir adam olduğu anlaşıldı. Yetkili merciler helikopterlerle adama ulaşmaya çalıştı ama yerden görünen adam, gökyüzünde helikopterler tarafından bulunamıyordu. Tüm olanakları denediler ama bir çözüme varamadılar. El mecbur adamın kendi kendine yere ayak basmasını beklediler.

Adam yere iyice yaklaşınca Türkiyenin hatta dünyanın dört bir yanından insanlar köye akın etti. Kameramanlar yerlerini aldı ve nihayet o büyük gün geldi çattı. Düşüşü tam yedi ay sonra bitti adamın, yere ayağını bastı ve toplananlara hikâyesini anlatmaya başladı.