Bir Düşüş Fikri

Ayşenur Altun

Köydekiler gördüler ki, göğün en tepesinden bir adam, bir salyangozun işe gitme hızıyla yere düşüyordu. Salyangozun herhangi bir mesafeyi ne kadar sürede alacağı veya ne kadar yavaş olabileceği bilinmiyordu. Bu küçük köyün sahipleri çoğu şeyi bilmez ve önemsemezlerdi. “Göğün en tepesinden bir adam, bir salyangozun işe gitme hızıyla yere düşecek!” diye haber salındığında gözbebeklerinin büyüklüğü bile değişmemişti. Gökten düşenin bir adam olduğunu bilmelerine rağmen ona salyangoz muamelesi yapıyorlardı. Adam aslında köydekilere yaklaştıkça uzaklaşıyordu salyangozluktan. Birkaç ay sonra bacakları ve kolları fark edilir oldu. Gittikçe bir insana benziyordu. Adam gökten doğuyordu sanki.

Adamı gökte bile yakan pişmanlığı bu yavaş düşüşü bir eziyet hâline getiriyordu. Köyün üzerine bir pişmanlık olarak yağacaktı sanki. Dakikalar saat gibi işliyordu. Ona verilmiş olan bu ceza yani bu yavaşlık, alışılması zor ve ne kadar süreceğini bilmediği bir yoldu. Tek tesellisi tıpkı yerdekilerin onu görmesi gibi onun da yerdekileri görmesiydi. Karınca yuvalarını andıran evlerin olduğu bir yere doğru iniyordu. Orası neresiydi bilmese de iniyordu. Yolculuğunun ne kadar süreceğini bilmese de varacağı bir yer vardı.

Köy halkı ne duyduğu bu habere şaşırmıştı ne de gökten düşen bir adam gördüğüne… Bazılarının bir bekleyişin içinde olduklarını fark etmeleri yaklaşık bir aylarını aldı. Bir ay sonra gökten düşen adamı daha net görmeye başladılar. Her sabah başlarını evlerinden aynı ruhsuzluk ile çıkarttıklarında fark edemiyorlardı bu bekleyişi. Beklemeyi, sabretmeyi, öğrenmeyi bilmeyen bu halktan bazıları düşen adamı bir ayın sonunda bile görememekten dolayı huzursuzlandı.

Erkekler kahvehanede toplandıklarında gruplar hâlinde konuşmaya başladılar. Kadınlar yün eğirirken başlarını hafifçe göğe kaldırıp derin bir iç çektiler. Nereden çıkmıştı bu adam ve neden hâlâ yere ulaşamamıştı? Hayatta umursadıkları hiçbir şey olmayan bu köy halkından bazıları bekleyişin getirdiği bütün duyguların kucağına bırakmıştı kendisini. Bu meraka kayıtsız kalmak imkasızdı.

Bu bazılarından geriye kalanlar ise merak duyanlara karşı öfkelendiler. “Bunca yıldır hiçbir şeyi umursamadan, hiçbir şeyi duymadan sessizce kendi hâlimizde yaşardık. Aramıza bu saçmalıkların girmesine nasıl müsaade edersiniz?!” diyerek öfkelerini kustular. Köy halkı gruplara ayrılmıştı ve gerçekten de eski sessizliğinden eser kalmamıştı.

Beşinci ayın sonuna geldiklerinde tahminler yürütmeye başladılar. İddialar oynadılar. Ne zaman inecekti bu adam yere? Neden düşüyordu? Hikayesi neydi? Beklemeyi bilmeyen köy halkının bu durum karşısında yaşadığı çaresizlik kırk yıl düşünseler akıllarına gelmeyecek cinstendi. Bekleyenler ve umursamaz olanlar arasındaki kavga gün geçtikçe daha da artıyordu. Huzursuzluğun kaynağı olarak görülen bekleyenler, yedinci aya yaklaşırken umursamazlar tarafından öldürülmeye bile başlandı.

Adamın yere iyice yaklaştığı son üç günde bütün köy halkı toplanmıştı ve düşüşünün tamamen bitmesini bekliyordu. Bunca zamandır yaşamadıkları şey kalmamıştı. Düşüşü tam yedi ay sonra bitti adamın, yere ayağını bastı ve toplananlara hikâyesini anlatmaya başladı.

Ayşenur Oskan