Düşüş/Yükseliş

Meryem Aytaş

Köydekiler gördüler ki, göğün en tepesinden bir adam, bir salyangozun işe gitme hızıyla yere düşüyordu. Köylüler şaşkın, adam köylülerden daha şaşkın. Gerçekten mi düşüyor, rüya mı görüyor bilmiyor. Kendi mi düştü, biri mi itti onu da bilmiyor. Adam bir tek düştüğünü biliyor. Adamın düşüş bildiği belki de yükseliştir bunu kimse bilmiyor.

Bilinmezlikler içindeki bu düşüşte adam birine rastladı. O da mı düşüyor, yoksa duruyor mu pek anlaşılmıyordu. Adam sevindi, içerisinde bulunduğu bu duruma cevap bulabileceği umuduyla sordu. “Neredeyim ben, düşüyor muyum, ölüyor muyum? Tüm bunlar rüya mı gerçek mi?” Adam umursamaz bir tavırla cevap verdi. “Ben nereden bileyim sen düşüyor musun, ölüyor musun, rüyada mısın, gerçekte misin? Burası zenginlik diyarı, ben de bu diyarda yaşıyorum. Senin de yolun buraya düştüğüne göre sana da zenginlik bahşedilmiş demektir.” Adamın gözleri parladı, tüm sorularının cevabını o an buldu. “İşte bu gerçekliğin ta kendisi, ben de zenginliğin bahşedildiği seçkin bir kimseyim.” dedi. Köylüler adamın yerinde olmayı diledi, adam da tepeden bakınca karıncadan da küçük görünen köylülere bakarak “ne kadar da zavallılar” diye içinden geçirdi. Adam zenginliğin büyüsüne kapıldı, gönlünce, keyfince eğlendi. Zaman geçtikçe adamı zenginliğinin biteceği korkusu sardı. Adam korktukça zenginlik onu esir aldı. Zenginlik diyarındaki adamlara baktı, hepsinde pranga vardı ama kimse bu prangalardan kurtulmak istemiyordu. Adam kurtulmak istedi, kendisindeki prangayı parçalayıp attı. Köylüler adamı daha aşağıda gördü, adam ise kendini daha yükselmiş hissetti.

Yeni bir diyarın kapısında buldu adam kendini. Önünde el pençe duran adamlar buldu. “Burası saygınlık diyarı” dedi. Saygınlık adamın gururunu okşadı. Adam “iyi ki saygınlık diyarına geldim, saygınlık zenginlikten üstündür.” dedi. Adam hem köylülere hem de zenginlik diyarındakilere acıdı. Köylüler ise adama büyük bir saygı duymaya başladı, onun gibi saygın biri olmayı dilediler. Adam saygınlığın büyüsüne kapıldı. Emrinden çıkmayanlara, sözünün üstüne söz söylemeyenlere, etrafında el pençe duranlara bakarak “saygınlığın kadar insansın, saygınlığın kadar yaşamış sayılırsın.” diye düşündü. Gel zaman git zaman adam saygınlığını sorgulamaya başladı. Etrafındakiler ona saygı duyuyordu ama adam bu saygıyı hak edecek ne yaptığını bile bilmiyordu. Adam “gerçekliğin bir anlamı olmalı” dedi. Köylüler adamı daha aşağıda gördü, adam ise kendini daha yükselmiş hissetti.

Adam bir anlama tutundu. Bu anlam uğruna yaşamaya başladı. Hayatı, gerçekliği her şeyi bununla anlamlandırdı. Bu anlama öylesine tutuldu ki “hayatı hayat yapan ona verdiğin anlamdır.” dedi. Köylüler zenginliği ve saygınlığı bırakıp inancı uğruna yaşayan adamı ahmaklıkla suçladı, adam hayatın amacını bulamayıp amaçsız yaşadığını düşündüğü köylülere acıdı. Adam amacı uğruna yaşadı, günlerini bu uğurda tüketti. Adam günleri tüketirken kendi de tükendi. Nihayetinde adam hiç olmak istedi. Adam kendini yükselirken, köylüler adamı düşerken gördü. Köylülerin zamanına göre düşüşü tam yedi ay sonra bitti adamın, yere ayağını bastı ve toplananlara hikâyesini anlatmaya başladı.