Köydekiler gördüler ki, göğün en tepesinden bir adam, bir salyangozun işe gitme hızıyla yere düşüyordu. Bu adam kimdi?Neyin nesiydi? Kimse bilmiyordu. Tüm köy halkı köy meydanında toplanmış, adamın yere çakılmasını, kim olduğunu öğrenebilmek için bekliyorlardı. Adamın o yüksek tepede ne işi vardı, kim bu adam diye sürekli birbirleriyle fısıldaşıyorlardı. Adamın oraya nasıl çıktığını, neden orada olduğunu deli gibi merak ediyorlardı.
Köyün en meraklı ve yaşlı olan sakini dayanamayarak muhtarın yanına gidip konuşmaya başladı.
- Muhtar bu nedir hele? Sen bilirsin şimdi. Bu insan mı yoksa başka bir şey mi nedir, ben bu yaşıma kadar görmedim daha böyle bir olay.
- Zeynep teyze dur hele ne olduğunu bilmiyoruz. Jandarmayı çağırdık ama o da te ne zaman gelir Allah bilir.
- Deme sen de ne olduğunu bilmiyorsan kim bilecek. Senden geçmiş muhtar. Ben gideyim başka birilerine daha sorayım.
Yaşlı kadın yüzünü buruşturarak bastonunu vura vura ayrıldı.
Yukarıdan düşen adam da ise durum bambaşkaydı. Bu köye yaşadığı buhrandan kurtulmak için geliyordu. Şehirde her kapı tek tek yüzüne kapanıyordu. Hangi yöne gitse rüzgâr başka yere esiyordu. Bu fikri de ona yakın bir arkadaşı vermişti. Güya o arkadaşı da böyle bir dönemden geçmiş, bu köye yerleşince kendine gelmiş. Arkadaşına gülüp geçmişti o gün ama bugün onun yüzünden buradaydı.
Yavaş yavaş yuvarlanıyordu. Ama bir salyangoz gibiydi aynı. Sanki hiç hareket etmiyordu ama aynı yerde de durmuyordu. Bir an durdu olduğu yerde. Ayaklanmaya çalıştı, yapamadı. Durduğu her noktada yüzüne kapanan kapılarda buldu kendini. Şimdi yüzüne kapanan ilk kapıda durunca ağlamak istedi. Annesi ve babasının kaza yaptığı arabadaydı. Araba ateşler içinde yanıyordu ama onu biri gelip oradan çıkarıyordu. Bağırıp çağırıyordu ama duyan yine yoktu. Tam çığlık atıp ağlayacağı zaman kendini tekrar yuvarlanırken buldu. Sanki bir çıkmaza girmiş, tek yön var ve o yön bile doğru yola çıkmıyordu.
Köy ise hiç olmadığı kadar hareketliydi. Herkes meraklı bir bekleyiş içindeydi. Neyle karşılaşacaklarını bilmiyorlardı. Ama garip bir heyecan etraflarını sarmıştı. Gündüz geceye mesaisini devredince tek tük insanlar dışarıda kaldı. Onlar da köyün genç delikanlılarıydı. Tepeden gelecek herhangi bir olumsuz olaya karşı nöbet tutacaklardı. Bir iki tanesi semaveri yakmakla uğraşırken köyde Şair Ahmet lakabıyla bilinen genç dikkatleri üzerine çekmek için bir şiir mırıldanmaya başladı.
Sözde, senden kaçıyorum doludizgin atlarla,
Bâzan sessiz sedasız, ipekten kanatlarla,
Ama sen hep bin yıllık bilenmiş inatlarla,
Karşıma çıkıyorsun en serin imbatlarla,
Adını yazıyorsun bulduğun fırsatlarla,
Yüreğimin başına noktalarla, hatlarla,
Başbaşa kalıyorum sonunda heyhatlarla,
Sözde senden kaçıyorum doludizgin atlarla…
Şiiri bitirince gençlerin abi diye saygıyla yanında durdukları Mustafa konuşmaya başladı. Ama konuşmadan önce Şair Ahmet’in ensesine bir tane hafifçe vurmayı da es geçmedi.
- Oğlum bu senin şair olma sevdan beni deli edecek bir gün. Az ciddi ol. Her bulduğun boşlukta ya şiir okuyorsun ya da yazıyorsun. Her şeyin zamanı var lan. Bir dur, bir dur. Her an şiir okunmaz ki. Şu an bilmediğimiz bir insan mı cisim mi ne, ta nereden aşağı doğru geliyor. Bunun ne olduğunu bulmamız gerek önce.
- Abi önce bir sor, Ahmet sen niye bu şiiri okudun. Ben de fikrimi söyleyeyim. Şair adamız diye ciddiye de alınmıyoruz. Yarın kitaplarım çıkınca ben sizi tanımasam şaşırmayın ha.
- Yine başladın oğlum zevzekliğe. Hah soruyorum o zaman. Ahmet’çim, canım kardeşim niye okudun bu şiiri?
- Abi bence bu yukarıdan aşağıya doğru gelen adam sevdiğinden kaçıyordu. Şey demiştir belki, dağları deleceğime ben de dağlardan dağlara atarım kendimi.
- Ulan biz de ciddi ciddi dinliyoruz. Her şey aşk meşk değil oğlum bu dünyada. Başka şeyler de var. Her şeyi aşka bağlarsan seni çok üzerler ben sana diyeyim. Sen bu şairlik işini de bırak. Bizim Yozgat'ın yerel gazetesinde yaz. Edebiyata faydan yok, memleketine faydan olsun.
- Abi kalbimi kırdın. Müsaadenle bununla ilgili bir şiir okumak isterim.
Mustafa ve diğerleri hep bir ağızdan hayır deyince, Ahmet köşesine sinmekle yetindi. Mustafa, Ahmetin omzunu sıvazlayıp tekrar sözü devraldı.
- Ahmet seni severim. Seninle şakalaşıyorum oğlum, asma yüzünü ama bu durum ciddi. Ne yapacağını muhtar bile bilmiyor. Jandarma geldi, geçiştirip gitti. Bizim elimizden geleni yapmamız gerek. Şimdi elimizden gelen beklemek, biz de bekliycez aslanım. Saçma sapan teoriler falan uydurmasın kimse. Osman sen de çay ver herkese. Namazı da burada kılarız artık.
- Tamam abi dağıtıyorum. İmamlık da yaparsın artık bize.
- O kadar da değil. Burada hafız dururken benim haddime mi? Hafız imamlık eder biz de saf tutarız.
- Eyvallah abi.
Osman çayları dağıtırken oturdukları yerin arkasından hışırtı sesleri geldi. İlk önce aldırmasalar da, hışırtı sesinin akabininde bir de büyük bir gölge oluşunca o tarafa yöneldiler. Mustafa önündeki, dedesinin tüfeğini,alıp bağırmaya başladı.
- Kimsen çabuk çık ortaya! Yoksa valla beni kimse tutamaz.
- Abi dur, köyden biridir elbet kim olacak başka.
Zeynep Teyzenin ortaya çıkmasıyla herkes dumura uğradı. Ahmet, nenesini görünce baston olmayan elinden tutup kendi oturduğu sandalyeye oturttu. Mustafa derin bir nefes alıp, burun kemerini sıktı. Elleriyle çenesini sıvazladıktan sonra, gözünü açıp kapayarak sakinleşmeye çalıştı. Az da olsa sakinleşince konuşmaya başladı.
- Zeynep Teyzem, kurban olduğum. Senin burada ne işin var Allah aşkına? Hem sen o ağrıyan dizlerinle buraya kadar nasıl geldin?
- Mustafa sen bana hesap mı soruyon oğlum? Ben merak ettim. Ne olduğunu öğrenmeden valla gözüme uyku girmez.
- Teyzem biz bir şey olsa herkese haber veririz. Sana biz bir çay ikram edelim. Sonra Ahmet seni eve bıraksın olur mu?
- Olmaz ama peki madem öyle yapalım.
Zeynep Teyze gittikten sonra, bir grup beklemeye devam etti, diğer grupta cemaat yapıp namazlarını eda ettiler. Ne olursa olsun ibadetleri her şeyden önde gelirdi. Büyüklerinden böyle öğrenmişlerdi. O gün sabaha namazına kadar beklediler. Daha sonra müsait olanlar nöbeti devraldılar. Böyle böyle günler geceleri, haftalar ayları kovaladı. Adam düşmek üzereydi. O da sanki ne olduğunu bilmiyordu. Kısır bir döngünün içine hapsolmuş gibi hissediyordu.
Ve aylar sonra beklenen gün artık gelmişti. Herkes ilk gün köy meydanında toplandığı günkü gibi yerini almış bekliyordu. Muhtar en öne geçmiş, adam düştüğünde taşlara çarpmasın diye yumuşak minderlerle etrafı kaplıyordu. Tam işini bitirmiş köşesine geçerken Zeynep Teyze zebani gibi tepesine dikildi. La havle çekip bir tebessüm kondurdu yüzüne. Tam konuşacakken beklenen oldu.
Düşüşü tam yedi ay sonra bitti adamın, yere ayağını bastı ve toplananlara hikâyesini anlatmaya başladı.