Vicdanın Düşüşü

Hacer Uyğur

Köydekiler gördüler ki, göğün en tepesinden bir adam, bir salyangozun işe gitme hızıyla yere düşüyordu. Önce, annesinin sürekli boş işlerle uğraşmakla itham ettiği çırak Ahmet gördü adamı. Koşa koşa kahveye girdi. Öyle heyecanlanmıştı ki ustasının geç kaldığı için kendisine kızacağını bile düşünmedi. Zaten ustası da çırağın getirdiği haberin etkisiyle ona kızamadı bile. Kahvedeki herkes gökyüzüne bakmak için dışarıya fırlayınca çevredeki insanlar da bir gariplik olduğunu anlayıp başlarını gökyüzüne çevirdiler. Hepsinin gözleri birkaç saniyeliğine hiçbir şey göremedi. Gündelik telaşelerinin arasında başlarını yerden kaldırmamaya o kadar alışmışlardı ki gökyüzünün parlaklığını kaldıramamıştı gözleri. Kahvedekiler ve çevresindekiler adamı gördükten sonra haber hızla yayıldı. Sadece birkaç dakika içinde bütün whatsapp gruplarında gökyüzünden düşen adamın fotoğrafları vardı. Böylece tüm köy işe giden salyangoz hızıyla düşen adamı görmüş oldu. Ama kimse adamın düşüşüne şaşırmıyordu. Onların şaşırdığı başka bir şey vardı.

İki ay önce köyün delisi Veli gökyüzünde bir noktayı işaret ederek “Geliyooor, geliyooor” diye bağırmaya başlamıştı. Her gün birkaç saat böyle bağırır, “Kim geliyor?” diye soranlara da “Arkadaşım geliyor… benim arkadaşım… oradan gelecek… söz verdi bana” diye cevap veriyordu. Veli’nin daha önce de tuhaflıkları görülmüştü. Bu yüzden kimse onu ciddiye almamış, sadece birkaç kişi gönlü kırılmasın diye anlattıklarını dinlemişti. Ama bu da uzun sürmemişti. Her gün bas bas bağırarak mahalleyi ayağa kaldırması, çocukları korkutması ve uyuyanları uyandırması bir süre sonra herkesin sinirine dokunmaya başlamıştı. Köylülerin bir kısmı onu gördükleri yerde kovalamaya, eskiden Veli’yi koruyan köylüler ise ona yapılanları görmezden gelmeye başlamışlardı.

Sonra –adamın görülmesinden iki hafta önce- bir grup gencin Veli’ye biraz sert çıkıştığı, bunun üzerine de Veli’nin dağa doğru kaçtığı haberi dolaşmaya başladı köyde. Birkaç kişi acıdı Veli’ye. “Yazıktır günahtır yahu, deli işte, bilmiyor ki ne yaptığını…” gibisinden cılız sesler duyuldu. Duyuldu duyulmasına ama anında sustu bu sesler de. Hem zaten Veli arada dağa çıkar günlerce köye inmezdi. Birkaç güne sakinleşip gelirdi herhalde köye.

Ama öyle olmadı. Veli bir hafta boyunca dağda kalınca köy halkı hafiften endişelenmeye başladı. Veli’nin annesi birkaç sene önce ölmüştü. Babası da çocuğun durumunu anladığında terk etmişti zaten onları. Veli köy halkına emanetti yani. Arada bir sinirlerini bozsa da köy halkı Veli’yi severdi. Ona her zaman yiyecek içecek verirler, arada bir gidip yaşadığı minik kulübeyi temizlerler ve paralarını birleştirip temiz kıyafetler alırlardı. Her gün saatlerce bağırmaya başladığı için bu emaneti biraz ihmal ettikleri doğruydu ama garibanın dağ başında kurda kuşa yem olmasına da göz yumacak değillerdi.

Yine de araştırmaya hemen başlamadılar. Birkaç gün sadece gözleri dağ yolunda Veli’nin gelmesini beklediler. Arada bir o taraflara doğru gidip bulmaya çalışanlar oldu ama hiçbiri aramayı fazla ilerletmedi.

Sonra gökyüzündeki adamı gördüler. Adam tam olarak Veli’nin gösterdiği yerden yavaşça aşağıya doğru iniyordu. Hatta o kadar yavaştı ki ilk bakışta olduğu yerde asılı kalmış gibi bir görüntüsü vardı. Köylüler ilk şoku üzerlerinden attıktan sonra bir araya gelip yoğun bir tartışma yaşadılar. Kimisi gökte bir adam olabildiğine göre Veli’nin söylediklerinin de doğru olabileceğini savunurken kimisi de Veli’nin dağlara çıktığı bir zamanda adamı görmüş olabileceğini, adamın kim olduğunun tamamen bir gizem içerdiğini söylüyordu. Bir türlü bir anlaşmaya varamadılar. Ama bir konuda herkes hemfikirdi: Her hâlükârda Veli bulunmalıydı.

Köy halkı aralarında ekiplere ayrılıp dağın her yerine bakmaya başladılar. Gündüzleri çalışması gerekenler geceleri el fenerleri ve telefon ışıklarıyla, işlerini geç saatlerde de yapabilecek olanlar ise sabahları gün ışığıyla aramaya çıkıyordu. Günlerce, haftalarca aramalar devam etti. Ama Veli’den hiç iz yoktu. Sonunda kahvenin tembel çırağı Ahmet, Veli’nin başından hiç çıkarmadığı kırmızı şapkayı buldu. Şapkanın bulunması bazılarında Veli’yi bulmaya yaklaştıklarına dair bir umut oluştursa da köylülerin çoğu bunu Veli’nin çoktan bir köşede ölüp gitmiş olduğuna yordular. Veli o şapkadan asla ayrılmazdı. Onun yerde öylece duruyor olması, Veli’nin ya bir şeylerden kaçtığı ya da çoktan bir saldırıya uğradığı anlamına geliyor olmalıydı. Veli için üzüldüler ama içlerinde –bastırmaya çalıştıkları- bir taraf da artık aramaya devam etmeleri gerekmediği için rahatlamıştı. Umutlu olanlar da yavaş yavaş onlar gibi düşünmeye başladı. Ve sonunda herkes aramayı bıraktı.

Zaten gökteki adam yere yaklaştıkça köyün tüm ilgisi onun üzerine yoğunlaşmaya başlamıştı. Herkes adamın hikayesi hakkında tahminlerde bulunuyor, ortaya atılan teorilerin bazılarına kahkahalarla gülünürken bazıları derin sessizliklerle karşılanıyordu. Birkaç kişi teorilerini Veli ve adamın arkadaşlıkları üzerinden kurmaya çalıştığındaysa acilen susturuluyor ve Veli’ye olanlar vicdanlarına dokunamasın diye hızlıca konu değiştiriliyordu.

Adam yere yaklaştıkça teoriler yerini bekleyişe bıraktı. Herkes büyük bir merakla gökyüzünü izliyor, adamın yere ineceği anı bekliyordu. Birkaç kişi bağırarak adama seslerini duyurmaya bile çalışmıştı ama adam sanki farklı bir âlemde gibiydi. Yere inene kadar da hiçbir yaşam belirtisi göstermedi. Düşüşü tam yedi ay sonra bitti adamın, yere ayağını bastı ve toplananlara hikâyesini anlatmaya başladı.