Nakış Dağındaki Çukurlar Nereye Çıkıyor?

Deniz Yaşar

Muzaffer göğün en tepesinden, bir adamın salyangozun işe gitme hızında yere düştüğünü gördü. Şaşkınlıkla önünde duran mazı torbasını devirince arkadaşları bakışlarını ona doğru çevirdiler. İlk olarak Murat ne olduğunu sordu, ardından birkaç arkadaşı daha yeniledi bu soruyu fakat bir türlü cevap alamadılar. Nihayet Murat'ın sarsmasıyla kendisine gelen Muzaffer, Nakış Dağı’na doğru işaret edip gökyüzünden düşen bir adamın olduğunu söyledi. Birkaçı güldü bu söylenene ama Muzaffer’in işaret ettiği noktaya bakanlar en az onun kadar şaşkınlık geçirdiler. Gerçekten de Nakış Dağı’nın en yüksek noktasındaki taht biçiminde olan kayanın hizasında, gökyüzünden düşen bir adam vardı. Her ne kadar şaşkınlıkları geçmese de bir nebze kendilerine gelince yere dökülen mazıları tek tek toplayıp torbaya koydular. Aralarında dönüşümlü olarak taşımak üzere birisi torbayı sırtladı ve koştur koştur köye dönmeye başladılar.

Köyün girişinde kimseye rastlamadılar. Nihayet köyün tam ortasındaki Fevzi Amcanın evine yaklaştıklarındaköylüden birkaç ileri gelen dışında herkesin dışarıda gökyüzüne bakıp konuştuğunu gördüler. Her iki topluluk da birbirlerine, “Gördünüz mü?” der gibi baktı fakat bu sorunun sorulmasına gerek yoktu, herkes gökyüzünden düşen adamı görmüştü. Fevzi Amca köyün en yaşlısı olmasa da sözüne en çok itimat edilen insanların başında geliyordu. Kavga dövüşler bu evin içinde hallolur, küskünlükler sona erdirilir, düğünler sünnetler bu evin büyük bahçesinde yapılırdı. Bir ay önce sabah namazına kalkanlar radyoda Kenan Evren’den darbe bildirisini dinlediklerinde de hemen bu evde toplanmışlardı. Böylesi garip bir olayda yine ilk başvurulan ve ne yapılması gerektiğine karar vermesi için danışılan o olmuştu. Muzaffer ve arkadaşları Fevzi Amcaya avcı derlerdi. Bu lakabı gençliğinde vurduğu keklikler sayesinde, keklikleri ustaca vurmayı ise ilerleyen yaşına rağmen hâlâ keskin olan bakışları sayesinde kazanmıştı ihtiyar adam. Gökyüzünden düşen adamı da ilk fark edenlerden biri olmuştu.

Köyün büyükleri içeride uzun uzun konuşup nihai bir karara varmaya çalışıyordu. Aralarından biri at sırtında bir gün geçirip jandarmaya haber verecekti. Peki ya kim böylesi tuhaf bir olayı jandarmaya haber vermeye cesaret edebilirdi? Darbe olduktan sonra köye gelen jandarma köydeki erkekleri toplayıp tartaklamış, silahlarına el koymuştu. Zaruri durumlar haricinde köyden çıkmamalarını tembihlemişti. Hem yarın her yıl yaptıkları gibi buğday ekmeleri gerekiyordu. Tüm köylünün tek geçim kaynağı yarın ekilip yaklaşık yedi ay sonra hasadını yapacakları buğdaydı. Fevzi amca ve içeridekilerin konuşmaları sürerken artık güneş batmış, gaz lambaları evin etrafını aydınlatıyordu. Nihayet bir karara varılmıştı. Yarın sabah güneş doğmadan Lalaların Hüseyin jandarmaya haber vermek için ilçeye gidecek, sayıca fazla olan birkaç ailenin ferdi bir araya gelip Hüseyin'in tarlasının sürülmesi için ailesine yardım edecekti. Bu kararın alınmasıyla birlikte herkes evine çekildi. Her gece yastıklarına başlarını koyduklarında türlü türlü düşüncelere dalan köylüler hiç şüphesiz bu gece aynı şeyi düşünüp uyumaya çalışıyordu. Sabah güneş doğmadan Lalaların Hüseyin atına binip ilçeye doğru yola çıktı. Köyün geri kalanı da ondan kısa bir süre sonra köyün çıkışındaki tarlalara doğru yola koyuldular. Uyandıklarında herkesin aklında o soru vardı, acaba her şey bir rüyadan mı ibaretti? Gökyüzüne acabalarla baksalar da değişen bir şey olmamıştı, bir adam salyangozun işine gittiği hızda düşüyordu.

Öğlene doğru gökyüzü iyiden iyiye bulutlanmaya başlamıştı. Köylüler durmadan çalışıp buğdaylarını ekiyor bir yandan da Lalaların Hüseyin'in ne haber getireceğini düşünüyorlardı. İşleri bitince bir kısım köylü alışkanlıkla ağaç diplerinde, geri kalanlar ise güneşin tamamen bulutların ardında kalmasından dolayı herhangi bir yere oturmuş dinleniyordu. Öğlen uykusundan uyananlar sabah yaptıkları gibi şüpheli gözlerle gökyüzüne bakıyor, gökyüzünden düşen adamı görünce yeniden aynı şaşkınlıkla bakakalıyorlardı. Her buğday ekiminden sonra olduğu gibi yağmurun yağması bekleniyordu. Köylüler toplanıp yola çıktıkları sırada yağmur yağmaya başlamış, bir bayram havası oluşmuştu. Ellerini açıp Allah’a dua etmek isteyen köylüler tam ellerini yüzlerine sürecekken başını kaldırıp gökyüzündeki adamı görüyor, dualarının sonuna bu işin hayırla neticelenmesini de ekliyorlardı.

Gece olmuş, ateşler yakılmış köylüler hem buğday ekimini kutlamak hem de Lalaların Hüseyin'in ne haber getireceğini konuşmak üzere Fevzi amcanın evinin bahçesinde toplanmışlardı. Gecenin ilerleyen saatlerinde artık gökyüzündeki adamı konuşmaktan bıkmış olan köylüler köyün yaşlılarına bıkmadan sordukları o soruları sordular yeniden. Karşıdaki dağa neden Nakış Dağı deniliyor? Dağın eteğinden bir gecede ancak bir bardak akan suyun kaynağı neresi, bu suyun hikmeti nedir? Nakış Dağı’nın tepesindeki çukurlar nereye çıkıyor? Bu sorular hep sorulur, bir iki fark dışında her yaşlı aynı cevapları verirdi. Doğru olmadıkları besbelliydi fakat dinlemekten de bıkmıyorlardı. Yüzyıllar önce bu bölgede hüküm sürdüğü düşünülen bir krallığın güzeller güzeli prensesi Nakış Dağının en tepesindeki taht biçimindeki kayanın üzerinde nakış işlermiş de bu yüzden o dağa bu ad verilmiş. Dağın eteğindeki suyun kaynağı zemzem suyuna kadar gidermiş de o yüzden çok içilmesin diye bir gecede ancak 1 bardak akarmış. Nakış Dağının tepesindeki çukurlar hakkında konuşmaya sıra gelince Fevzi Amca namaz kılmak istediğini söyleyip oradan ayrıldı. Nedendir bilinmez diğer sorular kendisine sorulduğu zaman cevap verdiği halde çukurlar sorulduğunda hiç cevap vermezdi, cevap vermediği gibi bu soru sorulduğu zaman çeşitli bahanelerle oradan ayrılırdı. Çukurlar hakkındaki efsaneler de anlatıldıktan sonra köylüler evlerine dağıldı.

Lalaların Hüseyin'in gidişinin üzerinden 3 gün geçmiş, hâlâ ilçeden gelen olmamıştı. Dördüncü günün sabahı Fevzi amcanın evinin önünde bir kalabalık toplandı. Muzaffer ve arkadaşları Hüseyin'in atını görünce merakla evin bahçesine girdiler. Lalaların Hüseyin yüzü yara bere içinde sağ kolu sargılı, kendisine verilen sandalyede oturmuş ilçeye vardığında karakol komutanına gördüklerini anlattığını söylüyordu. Zavallının hâlinden anlaşıldığı için kimse ne cevap aldın diye soramıyordu Hüseyin'e. Anlatılanlardan sonra bahçeyi sessizlik kapladı. Kimse ne diyeceğini bilemez olmuştu. Herkesin aklından aynı düşünce geçiyordu. Unutulmalıydı şu gökyüzünden düşen adam. Madem jandarmaya söylemek de kâr etmemişti o zaman sanki hiç yokmuş gibi düşünülmeli ve hayatlarına devam etmelilerdi.

Alınan kararın ardından birkaç gün daha konuşuldu gökyüzünden düşen adam. Birkaç gün daha sabah ilk uyandıklarında yaptıkları ilk iş gökyüzüne bakıp bunun bir rüya olup olmadığını sormaktı. Sonrasında çoğu unuttu gökyüzünden düşen adamı, bazıları unutmasa da konuşmayı bıraktı. Muzaffer ve arkadaşları da artık mazı toplamak için gittikleri gezilerde gökyüzünden düşen adamı konuşmuyorlardı.

Altıncı ayın sonunda adamın düşeceği yer kesinleşmişti artık. Adam, Nakış Dağının tepesine düşecekti. Yedinci ayın sonuna doğru ise hatırlayan hiç kimse yoktu gökyüzünden düşen adamı.

Muzaffer önceki gece tarlada buğday hasadında çalışmaktan yorgun düşüp uyuyakalmıştı yatağında. Sabah uyanıp yüzünü yıkadı. Annesi kahvaltıyı hazırlamış sofraya çağırıyordu. Balkona çıkıp karşıdaki Nakış Dağına doğru baktı. O an, unuttuğu o şeyi, gökyüzünden düşen adamı hatırladı, adam dağın tepesinde taht biçimindeki taşın üstünde görünmüyordu. Aylardır unuttuğu adamı gördüğü için değil de göremediği için hatırlamıştı. Hemen arkadaşlarını toplayıp dağın tepesine çıkmak istediğini söyledi. Arkadaşları dağın tepesine neden çıkmak istediğini sorduğunda gökyüzünden düşen adamdan bahsetti. Bazıları güldü bu söyleme bazıları ise Muzafferin işaret ettiği yere bakınca gökyüzünden düşen adamı hatırladı. Fevzi amcanın yanına gidip ona da gökyüzünden düşen adamı hatırlattılar. Hep beraber zorlu dağ yolundan dağın eteklerine vardılar. Yanlarına su almayı unuttuklarını dağın eteğine vardıklarında fark ettiler. Bir gecede ancak 1 bardak dolan suya sadece bakıp geçtiler. Dağın en tepesine vardıklarında gökyüzünden düşen adamın ayaklarının neredeyse yere değdiğini gördüler. Gözleri kapalı bir halde duran adam sanki uyuyor gibiydi. Fevzi Amca adamın yüzünü gördüğünde gökyüzünde gördüğü o ilk andan belki binlerce kat daha çok şaşırdı. Tam yedi ay sonra bitmişti adamın düşüşü. Ayağını yere bastı ve gözlerini açtı. Yüzündeki huzur dolu ifadeyle etrafındakilerin şaşkın bakışlarına cevap vermek için hikâyesini anlatmaya başladı.