Boyun Deliği

Ayşe Akan

Görev:

Öykünüz küçücük bir köyde geçsin. Ve şu cümleyle başlasın:

- Köydekiler gördüler ki, göğün en tepesinden bir adam, bir salyangozun işe gitme hızıyla yere düşüyordu.

Öykünüz şu cümleyle bitsin.

- Düşüşü tam yedi ay sonra bitti adamın, yere ayağını bastı ve toplananlara hikâyesini anlatmaya başladı.

BOYUN DELİĞİ

Köydekiler gördüler ki, göğün en tepesinden bir adam, bir salyangozun işe gitme hızıyla yere düşüyordu. Yavaşça, heyecansız, korkusuz ve tereddütsüz görünüyordu. Düşüşü asırlardır süregelen bir kaideymişcesine normal karşılandı görenler için. Yalnızca sabırsızlanıyorlardı. Gelen neye benziyordu, gökten aralarına katılacak adam nasıl biriydi? Eli ayağı tam mı, gözü kulağı sağlam mıydı? Ya da varış anında bir aksilik çıkacak mıydı?

Köylü bir yandan gündelik işlerine devam ederken diğer yandan da gökten gelen için hazırlık yapıyordu. Herkes evinde adam için bir köşe ayırdı. Sonra baktılar bu böyle olmayacak adamı paylaşamayacaklar, konuşup anlaştılar. Köy odasında ona bir yer yaptılar. Bu kadar zamandır düşüyor, yorulmuştur, acıkmıştır diye kaygılanıyorlardı. Bir adama ne lazımsa herkes düşünüp eksikleri tamamlamaya çabalıyordu ama ne zaman varacağı hiç belli değildi. Bilge kişiler hesap kitap yapıyor, şu kadar günde bu kadar mesafe aldıysa, şu zaman sonra şuraya doğru iner gibi tahminlerde bulunuyorlardı. Arada meydanda toplanıp duruşunu, halini yorumluyorlardı:

-Bir şey mi dedi sanki:

Adam arada aşağı doğru bakıp ağzını kıpırdatıyor gibi gözüküyordu. Ya da gözleri ve akılları köylüye oyun oynuyordu. Adamın kendi dillerini bilip bilmediği bile meçhuldu.

-Başı yere doğru eğildi böyle çakılırsa ölür, hiç değilse yan dursun:

En çok da bu ihtimalden korkuyorlardı. Onlar uykudayken, birden bu iniş gerçekleşir de hiç bir şey öğrenemeden adam ölür diye endişe ediyorlardı. Gece gündüz nöbet tutuyorlardı. Herkes kendi sırası geldiğinde gözünü kırpmadan adamın düşüşünü izliyordu.

-Boynuna ne dolanmış, boğulur Allah korusun:

Adam, gördükleri kadarıyla kendileri gibi sıradan biriydi. Yani gökten inen bir melek, yolunu şaşırmış bir cin ya da efsanelerde geçen bir kuş değildi. Sadece boynunda bir şey vardı. O bağ ya düşüşün rüzgarıyla öyle havalanmıştı ya da ucu adamın geldiği yerde kalmış sonsuz bir bağ idi.

-Yanında yiyecek var mı acaba bunca aydır aç mı bu adam:

Adamın bir şey yiyip içtiğini hiç görmüyorlardı. Normal bir insan gibi görünüyordu ama bunca açlık ve susuzluğa ölmesi gerekirdi. Anlayamadıkları ve en çok merak ettikleri buydu.

-Bir ismi var mı, yoksa ne koyalım:

Adama herkes kendi soyadını vermek istiyordu. Herkes birbirini, kendi dedesinin mübarekliği yüzü suyu hürmetine gökten böyle bir adam indiğine ikna etmeye çalışıyordu. Bazıları gördükleri rüyaları anlatıp, rüyanın adamın kendilerine ait olduğuna delalet ettiğinde ısrarcı oluyordu. Kimi yazı tura atma, kimi çubuk çekme öneriyordu. Sonunda bir akıllı çıkıp adama ismini sorup eğer ismi yoksa da köyün adı olan Karar ismini vermek gerektiğini söyledi. Herkes buruk bir şekilde bu makul öneriyi kabul etmek zorunda kaldı.

Günler geçip, adam iyice yaklaşınca köylü de işleri tamamlayıp hazır olmak istiyordu. Köyün neresine düşeceğini tahmin etmeye çalışıp belli yerleri düşüşe uygun hale getiriyorlardı. Kimi, yere yatak yorgan koyuyor, kimi, büyük havuzlar yapıp içini suyla dolduruyordu. Bazısı adam yere düşmeden uçup kaçıp ona bir şekilde ulaşıp yere kendileri indirmenin en doğrusu olacağını söylüyordu. Çoğu, bu fikre karşıydı. Doğal bir şekilde kendi kendine düşmesini beklemek daha sağlıklı diye düşünüyorlardı.

Adam düşerken duruşunu değiştiriyor, bazen parmak emiyor, bazen sağa yatıyor, bazen de baş aşağı dönüyordu. Takla attığı bile oluyordu. Köylü, günleri sayıyordu, aylar olmuştu adam gece gündüz demeden sakin sakin iniyordu köye.

Yaşlılar adama yelek, patik, kazak örüyordu. Genç kızlar boyunu bosunu, saçını başını görmek için yarışıyordu. Adamlar ne işle meşgul olacak diye tahminde bulunuyorlardı. Anneler ne pişirsek sever diye düşünüyorlardı.

Bu esnada adam düşüyordu her an. Dünyalarına köylerine yeni gelecek bu adam onların başına bela da olabilirdi ama onlar bunu önemsemiyor bir an önce adamın yanlarına gelmesini istiyorlardı.

Yağmur yağsa ıslandı mı, güneş çıksa yandı mı diye telaşa düşüp çare arıyorlardı. Orada olduğunu görüp, maruz kaldığı şeylere müdahale edememek onları çok çaresiz bırakıyordu.

Düşen adam tüm köy halkını tek bir insana çevirmişti. Hepsinde aynı emel: adamı sağ salim yanlarında görmek. Belki hepsi için doğru başka başkaydı ama amaç birdi. Bu amaç köye çok iyi gelmişti. Adamın düşmeye başlamasıyla köydeki insanların birbirleriyle olan husumetleri son bulmuş, yaralar sarılmış, düşmanlar barışmıştı. Herkes kendinde derin bir sorumluluk hissediyor, üzerine düşeni en iyi şekilde yapmak istiyordu. Düşen adama karşı boyunları yere eğilmesin diye canla başla uğraşıyorlardı.

O gün herkeste ayrı bir hâl hasıl oldu. Herkes düşsün diye hazırladıkları yerlerin başına geçti. Yağan yağmur da başka yağıyordu o gün, adamın düşüşünü hızlandırıyordu. Zaten gürleyen gök birden iyice bağırmaya başladı. İyice hızlanan yağmurla birlikte adam başının üstüne yere düştü kaldı, nefes almıyordu. Herkes korktu, telaşla adamın yanına koştular. Adamı ayağa kaldırıp tuttular. Ne bir ses, ne bir nefes vardı. Ebe kadın geldi el alışkanlığıyla adamın arkasına kuvvetlice vurdu. Adamda hala bir kıpırtı yok. Sonra yüzüne bir tokatı attı, adam çığlığı kopardı. Sonra ağlamaya başladı. Düşüşü tam dokuz ay sonra bitmişti adamın. Biraz sakinleşip, toplananlara hikâyesini anlatmaya başladı.