birkaç gün sonra
Raci Dede’nin yetimlerinden biri de Yürekli’ydi. Kahverengi tüylü alnının ortasında gitgide kalp biçimini alan bir akıtmayla doğduğu için ona bu ismi vermişlerdi.
Yeşil örtülü tabutun önünde huşu ve kederle saf tutarken, o da geri durmayıp en sağımıza geçti. Ön ayaklarını usulünce hizalarken bir keçiden beklenmeyecek kadar muti ve neredeyse imam efendiden daha vakurdu. Avluyu dolduran insanlar, sanki müteveffa hafiyenin geride bıraktığı hüzünden değil de acılı hayvanın trajedisinden bir parça nasiplenmiş gibi bir teslimiyetle bekliyorlardı. Kabristana giden güzergah boyunca da dört kollunun rehberliğini üstlenmiş gibi önden giden Yürekli’nin tuhaf metanetini taklit ediyorlardı sanki.
Definden sonra Yürekli’yi mezarın başından ayrılmaya ikna etme görevini bana bırakıp dağıldı cemaat. Ne dil dökmem para etti ne de boynuzundan tutup çekiştirmem, yerinden milim oynamıyordu hayvan. Nihayet taşın üstüne oturup boynunu okşadım;
“Bak güzel oğlum, biz seninle kardeş sayılırız, halini en iyi ben anlarım. Bilirim ki inadın inat, gelmezsin. Ama hayat Raci Dede için de senin-benim için de devam ediyor. Olmaz ya, eğer cayarsan seni çitlembiğin altındaki divanda bekliyor olacağım. Hani Dede’nin dedektiflik anılarını anlattığı eski divanda.”
Dinelip arkama dönmemle Yürekli de kıpırdandı. Pes ettirdikten sonra ayak diremeyi bırakması, inatçılığını “Bir şeyi sen istediğinde değil kendim isteyince yaparım,” diyerek ortaya koyma biçimiydi. Tanıyanlar, bunun Dede’nin de en baskın huyu olduğunu bilirlerdi.
Allah’ın günü
Söze ancak, ilerleyen saatlere kadar ağzının içine baktıktan sonra ümidi kesip toparlanmaya başladığımızda girerdi Dede. “Hadi eli boş göndermeyeyim sizi,” kabilinden bir iç geçirirdi evvela. Biz kayıt almak için temkinli hareketlerle telefonlarımızı çıkarırken o da soluğunu uzaklara dalarak ağır ağır bırakırdı. Ardından kapağı açılmamış casusluk tarihinden anekdotlarla kendi serüvenlerini peşpeşe hikaye ederdi. Kimi zaman, bitirdiği bir hikayeden sonra soluklanıp ıhlamurunu yudumladığında, önceden anlattığı fakat tadı dimağımızda kalan bir hatırasını tekrar dinlemek istediğimizi söylerdik.
“Şimdi kelamı bayatlatmayın hadi,” diye geçiştirmeye çalışsa da sonraki gün, güya unutmuş gibi aynı hikayeyi bir kez daha anlatırdı muhakkak.
Dede’nin vakaları çözüme kavuştururken ki tavrı Şerlok, Dupin ya da Mayk Hammer’de gördüğümüz cinsten abartılı bir trans halinden uzaktı. Bir duvar ustası tuğlaları üst üste dizerken nasıl kendine özgü bir sadelik ve ağırbaşlılık profili çiziyorsa, vaka üzerindeki Dede de o ölçüde bir meşrep dahilinde hareket ediyordu. Diğer yandan metodu da bir duvar ustasının çalışma prensibini çağrıştırıyordu: Birbirini tamamlayan malzemelerle muntazam ve yıkılması zor bir duvar inşa etmek.
“Ayva çalan katil” vakası bunun bariz bir örneğiydi. Hamile karısı ayva aşeren yoksul adam, yıllardır beklediği alacağı için eski patronunun kapısını çalmış, ağız dalaşıyla başlayan kavga cinayetle sonuçlanmış ve zanlı, olay mahallini terk ederken patronunun bahçesindeki ağaçtan bir kucak dolusu ayva yürütmüştü. Üstelik adam evinin önündeki kaldırımda çakısıyla bir ayva dalını yontarken yakalanmıştı.
İfadesi alınırken “Bahçemde ayva ağacı var, niye ayva için adam öldüreyim,” diye yalan uydurmasını kim umursardı ki? İşte Raci Dede, onlarca detayı insanüstü bir sabır ve titizlikle inceleyerek, kendinden emin caniyi hiç ummadığı bir esnada enseletmişti. Çoğunu şimdi hatırlayamadığım ayrıntılar onu yakalanan adamı işaret ediyordu, bahçesindeki kurtlu ayvalar onu kurtarmaya yetmezdi.
Babıali’de bir gün
Dediğine göre, polisiye edebiyatımızın ilk numunesi olan Cingöz Recai karakteri, büyük babasının hayatından mülhem kaleme alınmış hikayeler ihtiva ediyordu (bu meseleyi anlatırken o dönemin ruhuyla konuşmaya özellikle itina gösterirdi). Vaktiyle, Halife-i rûy-i zemin Sultan Abdülhamid-i Sani efendimizin serhafiyeliğinden emekli büyükbabası ile Yetim-i Safa Peyami Bey, Divanyolu’ndaki aynı kıraathanenin iki müdavimimiymişler. Raci Dede’nin dedesi Cingöz nam Raci Bey muhtelif cephe ve diyarlarda geçen hafiyelik günlerini Babıalinin bu cevval kalemine anlatmayı kendine vazife bilmekteymiş. Zira Safa’nın nazarında babası merhumun sebebi olan jurnalcilerden ayrı bir konumda tutulması gerektiğini düşünüyormuş. Gel zaman git zaman, Peyami Safa enikonu yolsuz kaldığı bir gün, Cingöz Raci Bey’in anılarını biraz Avrupaileştirerek, yani ona bir nevi (image) kazandırarak yazmak istediğini söylemiş. Raci Bey karaktere oğlunun ismini vermesi şartıyla kabul etmiş bu teklifi. Safa’nın nenesinin adıyla imzaladığı ve büyük serhafiye Raci Bey’in oğlunun ismiyle anıtlaştırdığı eser böylece husule gelmiş işte.
şöhret günleri
TikTok ve IGTV vidyoları, semtimizden başlayarak halka halka yayılan vatsap durumları ve ElCağzım’ın bir milyon izlenen tiviç yayını.
Ama asıl Müge Anlı’nın naçar kaldığı “kayıp sarraf” dosyasını çözmesiyle ses getirdi Dede. Canlı yayın konuklarının ve telefon bağlantılarının, hem dosyayı hem de Müge Anlı’nın kariyerini çıkmaza soktuğu esnada Dede olayı çözmüş, sarrafın cesedinin -varsa- kaybolduğu yerin yakınlardaki yonca tarlasında olabileceğini söylemişti. Telefonda titreyen sesiyle olayı biricik keçisi Yürekli sayesinde çözdüğünü -tevazu yapmadığına kalıbımı basarım- söylediğinde, bizler kahvedeki televizyonun ekranına kilitlenmiş, ağladığımızı gören biri var mı diye sağa sola bakarak gözyaşlarımızı siliyorduk.
Raci Cingöz bir anda ülke gündemine oturmuştu.
o günden birkaç gün önce
Dede’nin Hacc parasını patlattılar.
Olay, dokuz yüz yetmiş dokuzdaki “Maymunlu Hırsız” vakasına çok benziyordu. Dede’nin en basit işlerinden biriydi bu: Nalbur Ramazan’ın kefen parası çalınmıştı ve hırsız, maymunu marifetiyle evlerdeki ziynet ve paraları araklayan komşusu uğursuz Selim’di. Tesadüfün iğne deliğinde düğümlenen kurgusuna bakın ki bizim Almancı enişte de o hafta gurbetten bir maymun getirmişti akrabalarına. Dede’nin maymunu alıkoyup sorgulamak istemesiyle çıngar çıktı.
İki tarafa da derin bir hürmet beslediğim için başta olaya müdahil olmak istemedim. Gelin görün ki mahkemede hesaplaşmaya karar veren taraflar, meselenin giriftleştiği yerde olayın aydınlatılması için şahitliğime başvurmak istiyordu. Üstüne üstlük bildiğim her şeyi ortaya dökmeme rağmen, hem Dede hem akrabalar karşı tarafı kayırdığımı iddia ediyordu.
“Seni severim, ama paramı cebellezi eden de senin hısmın.”
“Kan bağı yok diye aramızda o bunağın kamberliğini yapıyon. Peh!”
o gün
Dede ölü, Yürekli’yse baygın halde bulundu. Otopsi raporuna göre Raci Cingöz zehirlenerek öldürülmüştü.
Bulgular geçen günkü hırsızlıkla bu cinayetin aynı el ya da ellerce işlendiğini gösteriyordu. Faili bulan da polisler değil iyi eğitimli bir K-9 gibi iz süren Yürekli olmuştu. Divanın altında bulduğu ayva ağzında, navigasyon cihazına teslim olmuş gibi kendinden emin şekilde katilin yuvalandığı bitirimhaneye götürmüştü bizi.
Adam ayva çalan katilin oğluydu. Cinayeti babasını haksız yere kodese yolladığı ve anacığıyla büsbütün bir yoksulluğa düçar ettiği işlediğini itiraf etti.