Yonca Hayali

İrem İlayda Karkı

Sevgili kuşlar, son zamanlarda aklıma hep Heidi'nin kırlarda koştuğu sahne geliyor. Çocukken kendimi onun gibi hissederdim. Uçsuz bucaksız kırlar yoktu bizde tabi, küçük bir yeşillik alan sadece. Orada da maydonoz, nane yetiştirirdik. Bir de yoncalar vardı. Ben en çok onları severdim. Hala severim ama buruk bir sevgi bu. Aradığını bulamamak ama bir umut aradığının hala orada olduğuna inanmak gibi.

Ben çocukken her şey çok güzeldi, herkes çok mutluydu, sevgi vardı. Yanlış. Ben çocukken pembe gözlüklerim vardı, dünyaya onunla bakardım. Her şey bu sebeple çok aydınlıktı. Biraz daha büyüyünce o gözlüğü attım. Gerçekte herkes çok mutsuzdu, sevgisizdi. Yoksulluk vardı. Herkes birbirini suçlardı. İnsanları kenetlendiren bir yoksulluk değil de insanları ayrıştıran bir yoksulluk vardı. Paranın insanları nasıl kindar yapabildiğini, kalbi nasıl katılaştırdığını ilk o zaman gördüm. Bir gün okulda bir arkadaşım dört yapraklı yonca getirmişti. Şans getirirmiş. Huzur da getirir mi diye sorduğumu hatırlıyorum. Cevap neydi hatırlamıyorum. Ama ben huzura da inanmıştım. Çocuktum ve çareyi dört yapraklı yonca aramakta bulmuştum. Her gün ikindi vakitleri bir dedektif edasıyla arıyordum. Heidi büyümüş dedektif olmuştu. Çocuklar bu kadar çabuk büyümemeli.

Bir hafta sonra bir tane dört yapraklı yonca bulmuştum. Dünyalar benim olmuştu. Artık her şey düzelecekti. Yüzümde otuz iki diş göstermeli bir sırıtışla eve koştum. Uzun sürmedi. Eve yaklaştıkça evden gelen sesler yükseliyordu. Evin içindeki üç beş tane eşyamızın oradan oraya savrulduğunu duyabiliyordum. Eşyaların da ruhu var mıydı?

Sesler o kadar yükselmişti ki elimle kulaklarımı kapatma ihtiyacı duymuştum. O sırada dört yapraklı yonca elimden düşmüştü ve rüzgarın etkisiyle birazcık savrulmuştu. Onu yakalamak için peşinden koştuğum sırada... Tam da o an mıydı? Doğrusu bunu hatırlayamıyorum. Gözümü hastanede açmıştım. Bunu hatırlıyorum. Üçüncü sayfa haberine konu olmaktan son anda kurtulmuşum. Öyle dediler. Ama annem kurtulamamış. O zamanlar ne hissettim hatırlamıyorum. Yaşadığıma sevinmedim. Ölmediğime üzülmedim. Sanki fark etmiyordu. Ama... Çocuklar her daim yaşamak istemeli.

Üçüncü sayfa haberi olmaktan kurmuştum ancak akrabaları tarafından istenmeyen zavallı çocuk olmaktan kurtulamamıştım. Hepsi acıyarak bakmıştı bana ama hiçbiri de sahip çıkmak istememişti. Hepsinin türlü türlü bahanesi vardı. Belki de haklıydılar. Beni, benim gibi bir çok çocuğun olduğu bir yere gönderdiler. Ben sanki hayatımın içinde değildim de dışarıdan bir yerden izliyordum olayları. Beni yurda getirirlerken köşede bir park görmüştüm. Yeşilliklerin içinde yoncalar vardı. Aklım onlarda kalmıştı. Aradan kaç gece kaç gündüz geçti saymadım. Sessizliğim herkesi benden uzaklaştırıyordu. Oradaki büyükler sorun çıkaran çocuklarla daha çok ilgilenmek zorunda kalıyorlardı. Çocuklar oyun oynayabilecekleri arkadaşlarıyla zaman geçirmek istiyordu. Ben ise sessizce bir köşede oturup, bir tane dört yapraklı yoncam olmasının hayalini kuruyordum.

Yaklaşık bir ay sonra bu hayali gerçekleştirme fırsatı bulmuştum. Bir teslimat sırasında dış kapıyı açık unutmuşlardı ve o an orada kimse yoktu. Çok fazla düşünmemiş sadece kapıya ilerlemiştim. Yeniden kendimi dedektif gibi hissediyordum. Tam kapıdan çıkacakken beni fark ettiler ama ben durmadım. Gücümün yettiğince ama etrafıma dikkat etmeden koşuyordum. Sonra bir ses...

Gözlerimi hastanede açmıştım. Üçüncü sayfa haberi olmaktan yine kurtulmuşum. Öyle dediler. Ama çok yorgunum.

Sevgili kuşlar, size çocukken diye anlattığım olaylar son bir senede yaşananlar. Ben hala hastanedeki odasında, penceresindeki kuşlarla konuşan bir çocuğum. Sadece çabuk büyüdüm. Sevdiklerim öldüler, ben ne kadar yaşayacağım?