Sil Sil!

Tuğçe Asiye Ballı

Kelimeler: Dedektif, Yoksul, Yonca

Ek zorluk kullanılmadı.

Sil Sil!

Metin abiyle konuştum geçen gün. Dergilerde film eleştirileri yazdığı için belki bana biraz akıl verir diye düşündüm. Zaten çok iyi bir okuyucudur. Öykülerimi hep ona gönderirim. “Abi,” dedim “Sen bilirsin bu işleri, nasıl yazarsam okunurum? Kitap okuyorum ama yazarların hepsi birbirine benzemiyor sonuçta. Ortak özellikleri nedir abi bunların?”

“Kural bir, aşktan bahsetme. Film, dizi yetiyor romantizm isteyene.” dedi. Aşkı anlatan çok iyi kitaplar var, demedim. “Kural iki, yakın çevrenden yola çıkabilirsin, kendi bildiğini yazmak hem kolay hem de samimi olur fakat yoksulluktan bahsetme. Milletin dram okuyası yok.” dedi. Öyle olan bir sürü klasik var ama, demedim. “Kural üç, şansı birden dönmüş bir kahraman kurgulama, okur kendi hayatında şansın neden bir türlü dönmediğinden yakınır, sana sinir olur.” dedi. Umut da mı vermeyelim, demedim. “Kural dört, diyaloglarla örülü bir metin değil, edebiyatla örülü bir öykü inşa et, diyalog isteseler filme, tiyatroya giderler. Ayrıca millet senin düşüncelerini, hislerini ne yapsın!” dedi. Soru sormadı. Tersledi yani. Yok, bana öyle gelmedi. Ben de düşündüm ki acaba hangi yazdığıma laf çarpıyor. Haklı mı? Haklı. “Kural beş, çok açıklama. Her şeyi okurun önüne servis etme, düşünmesi için pay bırak.”

Biraz sesim filan kısıldı ama azıcık sohbet eder gibi yapıp çıktım. Marketten soğuk su aldım. İçimden alevler çıkıyordu. Alev deyince aklıma geldi. Kurgu örnekleri verirken ejderhaları, antik dönemin tanrılarını konuşturabileceğimi, kısacası gerçeklerden uzaklaşmamı söyledi. Çok biliyorsa kendi yazsın ejderhayı.

Oturdum bilgisayarın başına. Kural bir, aşktan bahsetme. Öyleyse Elif’e olan hislerimin öykülerde yeri yok. Ona market sırasında nasıl vurulduğumu hiçbir öykümde yazmadım zaten. Öyle şey mi olur? Günlük yazmıyoruz hoş. İncecik ellerinden, sülün gibi süzülüşünden kime ne? Kuş cıvıltısı gibi sesinin baharı getirdiğini, ruhuma neşe verdiğini millet ne yapsın? Kural iki, yakın çevrenden yola çıkabilirsin fakat yoksulluktan bahsetme. Metin abi de bir tuhaf, çevremde zengin mi var Allah aşkına! Zaten bende biraz aşağılık kompleksi var, yoksul olduğumu anlarlar diye yoksulluktan bahsetmeye uzak durdum şimdiye kadar. Cumartesi pazarından pazarcılar toplandıktan sonra babam, annem, nenem ve ben arta kalan kasa parçalarını ve kartonları toplamaya giderdik. Kışlık yakacağımız olurdu onlar. Ablam ergenlikte olduğu için gelmezdi. Utanırdı. Aslında ben de utanırdım ama söylemezdim. Zaten küçük olduğum için sabaha unutuyordum. Mesela bayram harçlıklarımla eve yumurta alırdım. Yani yoksulluktan bahsedilecekse elbette hakkını vererek anlatırım. Ama yine de bunları yazacak olgunlukta değilim. Kural üç, şansı dönmüş birinden bahsetme. Bunu hayal etmekte bile zorlanıyorum zaten. Yazsam da çok klişe olur. Adam çok fakir ama dürüst biriymiş. Bir gün bir para bulmuş, polise teslim etmiş. Paranın sahibi adamı şirkete müdür yapmış. Peh! Aman aman evlerden ırak bir kurgu. Kural dört, diyaloglarla örülü bir metin değil, edebiyatla örülü bir öykü inşa et. Tabii ya, ne diye yazıyoruz ki okurken lezzet alınmayacaksa. Alınmasın canım lezzet. Benim yazasım var, kime ne? Kural beş, açıklama. Bu kolay.

Yarım saat olacak neredeyse düşünmekten tek bir kelime yazamadım. Bembeyaz ekran karşımda öylece duruyor. Metin abiye sorarsan olacağı buydu.

Bir gün bir ejderha. Sil sil. Sanki yeğenini uyutuyorsun şapşal. Yetişkin öyküsü yazmıyor muydun?

Bol yağmurlu bir günmüş. Ormanda yağmurun sesinden başka bir ses yokmuş. Tüm hayvanlar güvenli alanlarına saklanmış, yağmurun dinmesini bekliyorlarmış. Minik ejderha ise sığınacak bir yer olmadığı için ağlamaktan bir hâl olmuş. Zaten doğru düzgün alev çıkaramıyorken bir de yağmurda ıslanınca bir daha alevi çıkmayacak diye korkuyormuş. Annesi ona yemek bulmaya gitmiş.

Artık alanım belli. Çocuk öyküleri, hatta masalları... Bu konuda yetenekli olduğumu bilmiyordum. Sil sil! Dur! İlk üç cümle işe yarayabilir. Oradan devam…

Ormanda merceğiyle gezen bir dedektif yerde civciv kadar bir hayvan görmüş. Hiçbir şeye benzetememiş. Yağmurda ıslanan büyütecini, üzerindeki siyah trençkotunun (bu önemli, dedektifler trençkot giyer) cebine sürmüş, kurulamaya çalışmış. Bakmış üstü ıslak en üst düğmesini açıp tişörtüne kurulamış.

Hani kolaydı, betimleme yapayım derken açıklamaya başladın yine. Sil sil. Yok silmeyeceğim. Bir şeye benzer belki bir dakika.

Elindeki eldivenlere güvenip hayvanı avucuna almış. Büyütecini kendi gözüne tutup avucuna eğilmiş. Hayvancık korkudan büzülmüş. Dedektifin gözleri kocaman olmuş, inanamıyormuş. “Şu yüzyılda olacak iş mi, ne ejderhası?” diye mırıldanmış. Rüya gördüğünü düşünmüş. Ejderhaya dikkatlice bakınca içini çeke çeke ağladığını görmüş.

Dram olmayacaktı.

Ejderhaya dikkatlice bakınca ağzından ateş çıkarmaya çalıştığını görmüş. Dedektifi bir gülme almış. Miniği, önünde duran çimenlerin üzerine geri bırakmış. Yağmur azalsa da yerler epey çamur olduğu için dikkatlice çömelmiş. Ejderhayı koyduğu yeşillikte onlarca yonca görmüş. Dedesinin küçükken ona dört yapraklı yonca arattığını hatırlamış. Sanki her gün ejderha görüyormuş gibi onu bir kenarda unutup dört yapraklı yonca aramaya başlamış. O kadar çok yonca varmış ki dedektif “Mutlaka olmalı, mutlaka olmalı.” diyerek arıyormuş. Bulursa bundan sonra şansı yaver gidermiş ve bu yeni aldığı olayı çözüp haberlere çıkabileceğini düşünüyormuş. Ejderha dört yapraklı yonca bulup pıtı pıtı dedektifin yanına gitmiş. Gülümseyerek yoncayı uzatmış. Dedektif, ejderhayı görmüyormuş. Ejderha ateş çıkarmayı denemiş, olmamış. Önüne doğru zıplayıvermiş. Bu kez dedektif uzatılan yoncayı fark etmiş. “Sen buldun mu sayılmaz, o senin şansın ama teşekkür ederim.” demiş. Sanki her gün ejderhayla konuşuyormuş gibi dönüp dört yapraklı yonca aramaya devam etmiş.

Keşke miş’li geçmiş zaman yazmasaydım. Masal gibi oldu of. Ha sadece miş’li zaman olması sorun. Kurgu filan tamam yani. Bırak ya! Sil sil!