Biri göklere öteki toprağa ait. Gökteki toprağa inemez topraktakinin gökte işi yok. Biri sebze öteki demir ve cam. Siyah ve beyaz kadar birbirine zıt. Ama bir o kadar da birbirini çeken bir uyum. Göklerde asılı duran manzarası bulutlar olan bir teleferik. Kökleri toprağa bağlı, beyaz bir buketi andıran karnabahar. İşte bu iki zıt varlık birbirine meftun. Bu ikilinin yanında imkânsız kelimesi, yalnızca göz ardı edilmesi gereken bir harf yığınından ibaret. Kalıpları darmaduman eden birliktelikleri dillere destan.
Ölü topraklarından silkelenen çiçekler canlandı. Binbir türlü haşerat yeryüzüne ayak basmak üzere harekete koyuldu. Kuşlar, ağaçların dallarına kurulmuş ötüşüyordu. Genç bir kadın ise elinde pazar poşetleriyle Pierre Loti tepesine çıkmaya karar verdi. O meşhur ve gönlü dinlendiren manzarayı tekrar görmek istiyordu. Bu yüzden elimdeki poşetler bana ağırlık eder demeden upuzun bir teleferik sırasına girdi. Güneş tepedeydi. Rüzgâr, güneşle arası bu sıralar iyi diye hiç esmiyordu. Genç kadın alnından akan tere rağmen teleferik sırasından ayrılmayı hiç aklından geçirmedi. Yalnızca arada bir of pof etmekle yetindi. Nihayet sıra ona geldi. Genç kadın içinden "Ohhh bee sonunda!" diyerek teleferiğe adımını attı. İçeriye girince köşeye oturdu ve elindeki poşetleri yanına koydu. Peşi sıra gelen üç kişiden ikisi onun karşısına oturdu. Üçüncüsü ise önce poşetlere sonra da "Şunları kaldır da oturayım." dercesine genç kadına baktı. O da adamın bakışlarıyla anlatmak istediğini hemen anladı, çabucak poşetleri kaldırdı ve yere koydu. Ayakta kalan adam da oturunca teleferik bir iki sallandıktan sonra yükselmeye başladı. O yükseldikçe Haliç Boğazı'nın görkemli görüntüsü daha da büyüleyici oldu. Genç kadın, hayranlıkla Haliç'i izliyordu. Ama o teleferikte bir şeyi hayranlıkla izleyen sadece genç kadın değildi. İnsanları yükseğe taşıyan teleferik ömründe ilk defa kendinin de yükseldiğini hissediyordu. Genç kadının pazar poşetlerden birinin içinde olan karnabahardan gözlerini alamıyordu. Karnabahar da bu delici bakışları hissetmişti. Bembeyaz suratı hafiften kızarmaya başlamıştı. Alttan alta o da teleferiğe bakıyordu. Teleferik Pierre Loti tepesine gelince durdu. Hızla durduğu için sarsıldı ve karnabaharın olduğu poşet arkaya kaydı. Genç kadın, tepeye ulaşmanın sevinciyle kayan poşeti fark etmedi. Diğer poşetleri aldı ve indi. Karnabahar bu duruma çok sevindi. Etleri lime lime edilip kızgın sulara atılmayacaktı.
Teleferik yeni yolcuları almamak için kapılarını kapattı. İçini kıpır kıpır eden karnabaharla baş başa sohbet etmek istiyordu.
"Merhaba, ben Cufcuf."
"Merhaba Cufcuf. İçeriye kimseyi almayacak mısın?"
"Immm şeyy. Yani başbaşa konuşsak daha iyi olmaz mı?"
Karnabahar kıkırdadı, utanmış gibi başını eğdi.
"Bilmem ki. Olur aslında."
"Adınızı sorsam bahşeder misiniz?
"İsmim Ak."
"Yüzünüzün beyazlığı ve parlaklığı bu yüzden demek."
"Annem, ömrüm temiz ve güzel olsun diye bu ismi koymuş."
"Yaa! Umarım öyle olur. Benim ismimi de babam koymuş. Babam trendi, ismimle geleneğini sürdürmek istemiş."
Cufcuf ve Ak gün boyu konuştular. Bir günde birbirlerine bir ömür yaklaştılar, parçalanmaz bir bütün oldular. Cufcuf, kapılarını açmadığı için işten kovuldu. Ama umrunda bile değildi çünkü Ak'ı tanımıştı. Ak, başıma bundan daha iyi ne gelebilir diye düşündü. Cufcuf'un onun için işinden olması, ona kurduğu samimi yakınlık Ak'ı çok etkiledi. Kalbinin de ona akmasıyla Cufcuf'un yaptığı evlilik teklifini oracıkta kabul etti. İşte bu iki zıt varlığın aşkı böyle başladı. Karnabahar taifesi de teleferik taifesi de bu evliliğe hiç iyi bakmadı. Bu evliliğin imkânsız olduğunu, onların birlikte mutlu olamayacağını söylediler. Cufcuf, kimsenin onları üzmesine izin vermedi. Yüreği kirli varlıkların sevgiden yoksun düşüncelerini duymazlıktan geldi. Hemencecik kendine yeni bir iş buldu ve birkaç aya olmaz denilen şeyi oldurdu. Cufcuf ve Ak evlendi, düğünlerine yakın dostları dışında kimse gelmemişti. Olsundu, onlara birbirleri ve yanlarındaki o birkaç kişi yeterdi.
Cufcuf ve Ak onları üzecek herkesten uzakta mutlu bir şekilde yaşıyordu. Hayatlarında zorluklar da yok değildi ama onlar bunları göze alarak evlenmişti. Günün birinde Cufcuf, baba olacağı haberini aldı. Kendini Ak'la tanıştığı günden daha yükseğe çıkmış gibi hissetti. Sayılı gün çabuk geçti, çocukları doğdu. Bu çocuğun gövdesi teleferikti. Başında küçük beyaz ağaçlar vardı, kolları yapraktı. Çocuk, anne ve babası dışında herkese çirkin gözüktü. Ona Şerbet adını verdiler, gözlerine o kadar tatlı görünüyordu. Şerbet, büyüyünce kendisinin farklı olduğunu anladı. Üstelik çirkindi, herkes onla dalga geçiyordu. Adı, Acı Şerbet'e çıkmıştı. Ne teleferik taifesi ne de karnabahar taifesi onu yanlarına yaklaştırıyordu. Şerbet, adının aksine acı bir hayat sürüyordu. Her gün eve ağlayarak geliyor, anne babasına ben neden böyleyim diyordu. Cufcuf ve Ak'ın mutluluklarına bu olaylar gölge düşürdü. Ak, oğlunun hâline çok üzülüyordu. Bir gün onu karşısına aldı ve uzun uzadıya babasıyla nasıl tanıştığını, birlikte ne zorluklardan geçtiklerini, o doğunca nasıl sevindiklerini anlattı. Elbet seni de dış görünüşüne bakmadan seven biri çıkar dedi. Ona sevmenin güzelliğini, zıtlıkların uyumunu anlattı. Şerbet, annesini anlar gibi oldu. Diğerlerinin dedikleri artık onu eskisi kadar üzmüyordu.
Şerbet büyüdü ve teleferik olarak işe başladı. Herkes, birbirine onu gösteriyordu. Sırf onu görmek için başka illerden gelenler vardı. Namı hızla büyüyordu. Şerbet, bu ünü iyi kullandı ve onun gibi farklı varlıklara destek olmak için kampanyalar düzenledi. Bu kampanyalar sırasında o da bir karnabaharla tanıştı ve evlendi. Böylece onu her şeye rağmen seven bir kalple yaşadı gitti.