"Hızz… Ben hızlıyım."
Güneşin doğuşuna yarım saat vardı. Karnıferik uyanalı epey olmuştu ama ablasına çaktırmıyordu. Ablası, Morcan ve Seli'yle sabah vardiyasına gidecekti. Kendisinin uyandığını fark ederse onu da peşine sürüklerdi. O zaman gün boyu yanından ayrılamaz ve kafasına göre gezemezdi. Evet, ablasına uyandığını çaktırmamalıydı, gözlerini kıpırdatmamaya çalıştı. Uyku numarası ve masum bir horlamanın ona dokunulmazlık sağlayacağından emindi. Ve öyle de oldu.
Ablası gider gitmez yerinden kalktı. Bir iki yudum yağ içtikten sonra termosunu doldurup yanına aldı. Şemsiyesini ve ceketini attı çantasına. Açtı kapıyı. Gidecekti. Nereye gidecekti? Bu saatte dağlara ve şelalelere giden tellerde trafik olurdu. Şehir parkının tellerine girse direkt göze çarpardı, orası turuncu boyalı adamların yoluydu. Piknik alanına gitmekten çok sıkılmıştı. Sabahın köründe bir hevesle uyanmıştı ama nereye keşfe çıkacağına bir türlü karar veremiyordu. Aslında kalbinde gitmek istediği bir yol vardı ama aklı sürekli o seçeneği görmezden geliyordu. Evden çıkıp kimseciklere görünmeden kasaba yoluna girse sonra kasabayı da geçip hayallerini süsleyen eski köy yoluna dönse ne olurdu ki yani? Ablası akşama kadar dönmezdi, eh onu da başka kimse aramazdı zaten. Gidebilirdi. Zaten bütün hazırlıklar oraya gitmek için değil miydi? Ablası sürekli annesinin memleketine bir gün götüreceğim dese de, o gün asla gelmedi, belli ki hiç gelmeyecekti. Ve o beklemekten çok yorulmuştu, ki artık küçük de değildi, yasakları çiğneyebilecek olgunluğa kavuşmuştu. Evet evet, gidebilirdi.
Dışarı çıktı, gökteki kızıllık maviyle dans ediyordu. Pembe bulutlar gülümsüyor, mahallenin trafik polisi esniyordu. Polis bizimkini uzaktan görmüştü. "Karnıferik sen misin evlat, ne yapıyorsun bu saatte dışarıda?" Karnıferik bunu hesaba katmamıştı, her yol ayrımında bir polise hesap vermek zorundaydı. Tek başına yola çıkmak için stajyer ehliyeti yeterliydi ama ceza puanı sınırdaydı. Boyu biraz uzun olsa stajyer olduğunu kimse fark etmez, çevirmeye takılmadan geçerdi aslında. Ama bücürdü bizimki, Allah sanki ondan alıp ablasına vermişti onlarca kilo demiri. Şimdi tek başına hız sınırına falan takılırsa yanardı. Polise yavaş yavaş yaklaşıyordu. Adam gözlerini kısarak bizimkinin bembeyaz yuvarlak göbeğine baktı, yolcusu yoktu. Sırtındaki çantayı görünce "Pikniğe mi?" diye sordu. Karnıferik nefes alış verişini yavaşlatmaya çalışıyordu. "Yok." diye bir kelime çıktı ağzından sadece. "Ne tarafa döneceksin?" "Kasaba yoluna." "Ne işin var ki kasabada?" "Arkadaşım var." "Senin mi?" dedi adam ve gülmeye başladı. "Eveet, benim. Görmedin sen hiç, okuldan arkadaşım." "Gönül işi mi yoksa?" dedi adam kaşı gözü oynayarak. "Gönül kim abi?" Adam kahkahalara boğuldu. Eliyle sırtını sıvazladı oğlanın. "Tamam hadi geç bakalım ama ablan gelene kadar eve dönmüş ol. Tamam mı aslanım?" Kafa salladı bizimki, polisin tele geçiş izni vermesiyle sola döndü. Gönül kimse sayesinde yırtmıştı. Şimdi mahallesinden her saniyede bir daha da uzaklaşıyordu.
Yol sakindi, arada birkaç malzeme taşıyan teleferiğe denk geliyordu. Onun dışında kimsecikler yoktu. Önünde apaçık bir tel, ters yönde esen rüzgar ve masmavi bir gök vardı. Açtı kollarını ama koltuk altlarına dolan rüzgar gıdıklıyordu. Olsundu. Şu tepesinden bağlandığı telleri bir anlığına unutsa uçtuğunu sanacaktı. Ama unutmak mümkün değildi, o hızlandıkça teller ısınıyordu, baştan ayağa ter kana batıyordu. Yine de aldırış etmiyordu, hızlı olmayı seviyordu ve maşallahı vardı, tellerin tozunu dumana katıyordu. Küçük bir cüsseye sahip olması onun suratını ikiye, üçe katlamasını sağlamıştı. Kasabaya iki saatlik yolu vardı. Ne çıkar. Bir saate kasabaya varıp soğuk bir yağ içerim diye düşünüyordu. Vardı da.
Kasaba polisinin ehliyet kontrolünü atlattıktan sonra bir yorgunluk yağı içmek için kenardaki büfeye giden tele geçti. Büfeci iki teleferikle hararetli bir şekilde konuşuyordu. Birine kızıyordu, bütün param yandı onun yüzünden diyordu. Yarış varmış galiba onu mu kaybetmiş ne. Yarış? Ne yarışı acaba? "Pardon bakar mısınız? Bir White Chocolate Mocha Oil alabilir miyim?" Adam hızlı bir manevrayla bizimkine döndü ve "Bizde ondan yok abicim," dedi. Sonra Karnıferik'i baştan ayağa süzdü, gülmemek için kendini tutuyordu. "Pekii o zaman Americano Oil alayım." "O da yok." "Maccihiato?" "O da yok abim." "Hay aksi, ne var peki?" "Çifte kavrulmuş organik Türk motor yağı var, ondan vereyim." "Olur olur tamamdır." Adam, birkaç dakika sonra Karnıferik'in önüne küçük bir teneke getirdi. O, yağı yudumlamaya başlarken büfeci diğerlerinin yanına gidip konuşmaya dahil olmuştu. Karnıferik sohbeti istemese de dinlemek zorunda kaldı. Büfeci bu sefer federasyona kızıyordu, yarışları buradan çektiklerinden beri işimiz rast gitmiyor diyordu. "Koca pistteki teller iki üç çapulcuya kaldı, ne hallere geldik görüyorsunuz. Ah ah o eski günler yok mu?" Karnıferik iyice merak etmişti konuyu, acaba ne yarışından bahsediyorlardı? Pist diyorlardı, yoksa Teleferik yarışı telleri mi vardı buralarda? Daha fazla dayanamadı. "Pardon ne yarışından bahsediyorsunuz?" diye sordu. Adamlar kahkaha attı. Büfeci onları susturup bizimkine döndü. "Daha önce hiç duymadım mı yarış pistini?" "Burada yarış telleri mi var?" "Var tabii ya. Hem de dünyanın en büyük ikinci pisti var. Sadece birkaç kilometre ötede." "Hadi canım. Vay canına! Sahiden mi? Nasıl duymam ben? Adı ne?" "Sahiden duymadın mı hiç?" dedi adamlardan biri. Büfeci araya girdi. "Görmüyor musunuz? Daha çocuk yaşta bu, o yüzdendir. Belli ki buralı değilsin, söyle bakalım niye geldin buraya?" "Ben şey, karnabaharlı köye gidecektim. Navigasyon bu telleri takip etmemi söyledi." "Pistin altındaki köyden bahsediyorsun. Ne yapacaksın ki orada?" "Hiç, göreceğim sadece. Benim annem o köyden de." "Kim ki senin annen?" Bu soru karşısında utanmıştı Karnıferik. Annemin adını bilmiyorum ama o bir karnabahar diyemezdi. Diyemedi de. Ezilip büzüldü. Sadece bana müsaade deyip kalktı. Durumun hassasiyetini fark eden büfeci peşinden gitti. "Bekle bekle birlikte gidelim evlat, ben de o tarafa gidiyorum. Hem o teller eskidir, tek başına gitme." Dedi adam. Ardından tele koyuldular.
Kasabayı arkalarında bıraktılar. Sonra koca bir dağı tırmandılar, sonra o dağdan süratle indiler. Önlerinde koca bir ova vardı. Küçük bir köy belirdi uzaktan, köyün epeyce arazisi olduğu görüyordu. Acaba hangisi karnıabahar tarlasıydı? Köy yaklaştıkça teller yükseliyordu, pistin girişine geldiklerinde durdular. Yarış pistinde kilit vurulmuştu ama seyirci telleri iki yanda sıralanmıştı. "Adam beni takip et dedi." Sağdaki seyirci tellerinden ilk sıraya geçtiler. Piste çok yakınlardı, tam on teleferiklik kocaman pist, Karnıferiği hayretler içinde bıraktı. Durup biraz şaşırmak, biraz hayal kurmak istiyordu pistle ilgili ama önündeki büfeci durmuyordu. Gel gel diyordu, köye inen teller bu taraftan.
Köye inen telde emniyet kilidini kontrol edip yavaş yavaş kaydılar. Teleferik durağı koca bir tarlanın içindeydi. Ama burası sıradan bir tarla değildi, koca bir karnabahar tarlasıydı. Karnıferik'in etrafında o kadar çok karnabahar vardı ki elinde olmadan duygulanmış, gözleri dolmuştu. Karnıferik tarlayı seyre daldığından önündeki koca heykele bakamamıştı. Büfeci geldik geldik, dedi. Durdular. Şimdi ikisinin de ayakları yere değiyordu. "Teşekkür ederim… sizi de işinizden ettim dedi gözlerini önündeki adama çevirerek." "Yok canııım, ben de zaten yaşlı Şimşek'i görmeye gelecektim." "Yaşlı Şimşek kim? Dedi Karnıferik. Adam güldü. "Bu gençlere de hiçbir şey öğretmiyorlar. Ya hu nasıl bilmezsin Şimşek'i? Yüzyılın en iyi yarışçısıydı o." "Öyle mi? Peki niye bu köyde yaşıyor?" "Yaşamıyor." Dedi adam kaşlarıyla ilerideki heykeli işaret ederek. "Kaza oldu, tam bu noktada koptu pistten." Karnıferik çok şaşırmıştı, nasıl olur da haberi olmazdı tüm bunlardan. Gerçi yıllardır ablası onu turist rehberi yapmaya çalışırken Karnıferiğe yarış teleferiklerinden hiç bahsetmemişti. Sahi hiç bahsetmemişti. Televizyonda yarış bile izletmezdi. Boş iş derdi. Sanki hiç yoklarmış gibi davranırdı. Sürekli Karnıferiğe babam gibi turist rehberi ol deyip dururdu.
Heykel uzaktan birini andırıyordu ama kim olduğunu çıkaramadı Karnıferik. Yaklaştılar, önce ucundan babasına benzetti heykeli. Sonra yok canım dedi kendine. Teleferik teleferiğe benzer. Ama harbiden babasına benziyordu. Fabrika ikizi falan mı acaba diye düşündü. Büfeci ısrarla heykelin yanındaki yazıyı gösteriyordu, Karnıferik nihayet oraya baktı. Babasının, üstünde turist rehberi üniformasıyla olan resmi karşısındaydı. Altında: "O turist rehberlerinin gururu ve pistlerin en hızlısıydı, seni unutmayacağız Şimşek," yazıyordu. Büfeci Karnıferik'e döndü.
"Hızzz… O en hızlısıydı." Dedi.
...
> Devamını bir sonraki hafta gazetemizin öykü ekinden okuyabilirsiniz.
(Karnıferik ve ablası Telebahar mutlu haftalar diler.) :))