Görev: Bir karnabahar ile bir teleferiğin çocuğu olsun.
Metal Sevdam
“Ahaha senin ne işin var burada? Allah’ım ne kadar şansızım unuta unuta bir karnabahar unutmuşlar!”
“Ne diyorsun sen be! Ne unutulmasını isterdin mesela? Sanki durup yiyeceksin de. Elektrik bozuntusu ne olacak!”
“O ne demek?”
“Bilmiyorum. Sinirlenince öyle söyledim. Elektrikle çalışıyorsun diye.”
İşte böyle tanıştık benim metal sevdamla. Hayır, sakın arabesk bir duruşumuz olduğunu sanmayın. Aksine gayet havalı, komik bir çifttik. Birbirimize türlü sıfatlarla hitap ederdik. Ben ona pamuğum derdim mesela. O bana bazen çiçeğim, bazen mis kokulum diyordu. Pişince kötü koktuğumu herkes bilir. Ben de biliyorum, kırılacak değilim. Ama pişirseler bile güzel kokarmışım ben, öyle diyordu benimki.
İnsan teleferiğe market poşetiyle biner mi? Beni satın alanlar binmiş işte. Ama hiç kızgın değilim valla. Öyle güzel anlar yaşadım ki...
Ne badireler atlattık tanıştığımızdan bugüne. İlk saatler biraz atışmakla geçmişti. Atışmamız ikimizi de içine çeken bir sohbete dönüşünce “Seni alıp götürecekler ve sohbetimiz yarım kalacak. Bir şeyler yapmalıyız.” dedi.
Ne yalan söyleyeyim benim de ona fosforum kaynamıştı. Ne yapabiliriz diye düşündük. O bir çözüm bulmuştu. Demiri fazla olduğundan mı bilmem pek bir zekiydi.
“Koltuğun altında bir bölme var oraya gir ve sakın çıkma. Akşama kadar birkaç binen olur sonra hat kapanır, rahat rahat sohbet ederiz. Geldiğin tarlayı anlatırsın bana.”
Biraz kızararak “Olur.” demiştim.
O gün de ne kadar kısmetliysek artık, hava güzel olduğu için teleferik yolculuğu yapmayan kalmamıştı. Bir tur boş geçince hemen yolcuların dedikodusunu yapmaya başlıyorduk.
En sonunda akıl edip de “Senin adın ne?” demiştim. “Dört numara.” dedi. Biraz üzüldüm. En azından benim bir adım vardı. O sormadan ben adımı söyledim. “Nazlı karnabit.” dedim. “Kim koydu ismini?” dedi. “Beni büyüten kadın. Bir büyümedin nazlı karnabitim benim diyordu. Benim olduğum sıradakiler hep benden önce büyümüştü.”
Güldü. Sinir oldum. Ne var bunda gülecek? Nazlı bir karnabahar olamaz mı? Oturmuşum orada teleferikle konuşuyorum şükretmiyor da. Ay niye kızdım şimdi ben anlamadım. O an’a gidince demek… Aksiyim biraz galiba.
Neyse… O gece sabaha kadar sohbet ettik. O başından geçenleri anlattı. O kadar hikâyesi vardı ki hafızasına ve anlatışına hayran olmuştum.
Sabah kapısını bozdu bilerek. “Kimse binmesin bugün, hep seninle sohbet edelim.” dedi.
Çok hoşuma gitmişti. İlk âşık olacağım şeyin bir teleferik olacağını tabii ki düşünmezdim. Onunsa ilk aşkı ben değildim sanırım, daha önce üç numarayla arasında bir şeyler geçmiş. Metalinin içinde söyledi. Kıskandığımı belli etmemek ve detayları sormamak için kendimi zor tutmuştum.
Görevliler kapı tamiri için hemen birini çağırdı, çabucak hallettiler. Metal sevdam çok sinirlendi. O sinirle insanların binerken tutunduğu borusunu kırdı. Bu kez tamiri bir gün sonra yapılacağından kimse binmedi. Onu da sabah erkenden gelip yaptılar. Onlar gidince bu kez ön taraftaki karizmatik gövdesini içeri çökertmişti. Bir de canı acıyarak yapıyordu… Yapma, diyordum. Yok. Gün boyu konuşmayız gece konuşuruz, diyordum. Yok, anlamıyordu. Aşk camını kör etmişti…
Ben de pek sağlıklı sayılmazdım. Soğuğa ihtiyacım vardı. Geceleri iyi oluyordu, serindi fakat yağmur bekleyip duruyorduk. Birkaç hafta böyle geçti ve metal sevdamı sökmeye karar verdiler. Her yeri dökülüyordu.
Sabah yeni teleferiği gördük. Zamanının geldiğini anlayınca bana “Sıkı tutun, beni sökerlerken düşebilirsin.” dedi. Koltuğun altındaki demirlere öyle bir tutundum ki yapraklarım kopacaktı.
Kısa sürede hurda alanına getirildik. Bir köşeye fırlatıldık.
“Oh be!” dedik.
Adamlar bugün pazar olduğu için öylece bırakmışlar. Yarın ezeceklermiş. Konuşurlarken duyduk. Bana kaçıp kurtulmamı söyledi ama benden ses çıkmıyordu. Saatlerce seslendi, cevap veremedim. Ona yanımdaki küçük karnabiti gösterdim. “Oğlumuz.” dedim. Camlarından yaşlar süzülüyordu…