Muhal

Hacer Noğman

İki canlının yalnızca yaşıyor olması bazı şeyler için yeterli değilmiş.

Babam on yedinci seferini yaparken beni de yanına aldı. Küçükken, küpküçükken, yani bir ceviz tanesi kadarken babamla gitmek çok hoşuma giderdi. Ama artık tat vermiyor. Eski lezzeti yok bu seferlerin. Mutlu olmuş gibi yapıyorum. Babam da mutlu olduğum numarasına inanmış gibi yapıyor. Ben de onun bu anlamış gibi yapışını anlamamış gibi. Tıpkı babamın seferi gibi, sonsuz bir döngüye giriyor bu durum.

Bu seferin kutlu bir sefer olduğuna kanaat getirmiştim. Eve gitmeden önce. Onunla karşılaştığım anda. Fakat öyle olmadı. Keyifsizce süzüldüm eve. Annem, hâlimde bir değişiklik olduğunu anlamış ama anlamamış gibi yaparken ben de onun anlayıp ama anlamamış gibi yapışını fark etmemişim gibi yapıyordum.

Ne mi oldu bugün? Durağı hatırlamıyorum, bir brokoli geldi yanımıza. Bir dediğime bakmayın. Babamla birbirimize baktık. Sonrasında babama hiç bakamadım, utandım. Brokoli, hemen alt mahallemizdeki taraladandı. Yıllardır tanıyorduk birbirimizi; tarlalar en az yedi kez ekin vermişti onu tanıdığım zamandan beri geçen süre zarfında. Galiba seviyorduk da. Karşılıklı yani. Birbirimizi. En azından öyle umuyorum. Yoksa nasıl olur bu iş? Hangi iş mi? Yani, bu işin olmaması neticesinde olacak olan iş. Ne denir ki şimdi, bilemedim. Brokolisizlik denebilir herhâlde.

Geçenlerde -cemre toprağa düştüğü sıralarda- ona böyle böyle dedim. Seni isteyeceğiz annenden babandan dedim. Vermezler dedi. Demek ki gönlü var, iyi bir şey bu. Vermezlerse gider sularını tarlanıza veririm dedim. Gözleri belerdi. Ah yazık, çok üzüldüm onu böyle görünce. -Nasıl da güzel görünüyordu yeşiller içinde gözleri.- Hem neden vermeyeceklermiş dedim bilmiş bilmiş. Aynı soydan değiliz diye, dedi. Nedir, dedim; benim anam karnabahar babam teleferik diye, olacak iş mi bu? Böyle saçmalık mı olur, deyip ayrıldım yanından. Çok dokundu dediği. Çok kırıldım. Ama çok. Pörsüdüm, bayat bir sebzeye döndüm anlayacağınız.

O günden sonra onu hiç görmedim. Tarlasının yakınına dahi gitmedim. Ee, çok kırılmıştım, dediği şeyler öyle eften püften şeyler değildi.

Ekinler yeşerdi. Bunca zamandır onu ilk kez işte bugün gördüm. Babamlayken karşıma çıktı. Bugün, babama baktığımda -hani utanıp daha bakamadığım an vardı ya-, onun gözlerinde gördüğüm şeyi, ona ne denir, utanç desem değil, kırgınlık desem değil, neydi babamın gözündeki o şey? Yolculuk bundan ibaretti.

Annem yanıma geldi. Neyin var yavrum, dedi. Diyemedim ki turpgillerden biriyle neden evlenmedin de elalemin ağzına düşürdün bizi, diye. Bak, diyemedim; bak, brokolinin anası da babası da brokoli, bir de bana bak; anam karnabahar babam teleferik, ben neyim, ne denir bana, neyim yani, diyemedim. Bir şey yok dedim.

Babam geldiğinde gittim yanına. Baba dedim, bugün yanımıza gelen brokoliyi gidip isteyelim ana babasından. Başka da bir şey söylemedim. Çıktım dışarı. Kuzenimle buluştuk, anne tarafından. Karalahana. Dertleştik. Civardaki tarlalarda volta attık. Brokolinin tarlasına gittik, belki görürüm diye. Göremedim. Evlere döndük.

Sabahı yok mudur bu gecenin Rabbim?

Babam işe koyulmadan beni kenara çekti. Yavrum dedi; bugün babasıyla konuşurum ben. Hayyyaşa be!

Bizim oralarda sevincin taze kalamayacağına da işte bugün kanaat getirmiştim. Şu kısacık ömrümde bir brokoli tanımıştım, bana o denli benzeyen, beni o denli iyi anlayan ve beni… Daha sıralayacak çok şeyim var içimde. Fakat onun babası, bir tıpanın şişe ağzında duruşu gibi laflarımı dilimin ucuna yığdı, öylece bıraktı. Annemle babamın anormal olduklarını ve bu anlamları takiben onlarca söz söyledi. Tek bir laf edemedim. Haklıydı. Haklı mıydı? Anormal miydi bu durum? Ama ben karnabaharı andırıyordum. Aklımdan geçenleri de okuyormuş gibi konuştu. Ben, bir karnabahar olduğumu iddia etsem bile, bir lahana ailesinden olmamam; turpgillerden olmam, bu işin yaş olması için yeter de artarmış bile. Son sözün bu mu dedim içimden. Bir şey demedi. Demek ki buymuş.

Bu olayın hemen ardından, babasının laflarına emsal sözler döküldü brokolinin ağzından. İşte o zaman yüreğimin kepengini indirdi. Ne tarlaları için fena şeyler düşündüm ne de vuslatı bekledim. Sadece düşündüm.

Onun aklının böyle düşüncelere gark olduğunu nasıl fark etmemiştim? Şimdi, ansızın, karşımdakini kırar mıyım diye düşünmeden nasıl çıktı ağzından o kelimeler? Bir soydan gelmiyorsak suçumuz ne? Bir baksana ne kadar benzer yanımız var, diyecektim. Diyemedim. Yokmuş çünkü.

Babamla eve döndüm. Çocukkenki mutluluğumu aradım kıyıda köşede. Tat tuz aradım. Brokolinin saçından dökülen top top taneleri gördüm o köşelerde. Bize engel olan şeyi düşündüm. Annemle babam o kısır döngüye beraber dahil oldular.

İki canlının yalnızca yaşıyor olması bazı şeyler için yeterli değilmiş, işte bugün anladım.

Hacer Noğman

Haftanın görevi: Baş karakter, bir karnabahar ve bir teleferiğin çocuğu olacak.