Akbaş

Hümeyra Semiha Babacan

Kendimi anlatmaktan yoruldum. Tekdüze varlıklar tarafından kabul görmek istemiyorum zaten. İnsanlara kızınca susmayı tercih ediyorum. Ancak günlerim kimseyle konuşmadan geçince üzülüyorum. Farklı olmak, başka olmak, tuhaf olmak bu lafları kim bulmuş acaba? Sonuçta hepimiz bir ruha sahibiz.

İnanılması zor. Ancak benim de bir ruhum var. Çocukluğumdan beri uğradığım hakaretlerle fazlasıyla incinmiş bir ruhum var. Oysa bunların hiçbirini hak etmemiştim. Var olmak nasıl bir suç sayılabilirdi ki?

Resmî adım Brassica oleracea var. botrytis of the cable car Homo sapiens. Mutasyon sonucu oluşmuş bir ucubeyim. Yani atası belli olmayan varlık. Korkunç kehanet veya kıyamet alâmeti diyenler de var. Doğrusunu kimse bilmiyor. Ben de bilmiyorum. Yine de kendimi seviyorum.

Hatırladığım ilk anılarım bir laboratuvarda geçiyor. Bilim adamları etrafımı sarmış, vücudumun her yerini elliyorlardı. Üzerimde günlerce haftalarca araştırma yapmışlar. Birçok teste sokmuşlar. İzolasyonlu odalarda tutmuşlar. Ne garip! Oysa küçücük bir çocuktum. Onlara zarar vereceğimi nasıl düşünürler?

Sonunda zararsız kendi hâlinde biri olduğumu anlayınca beni rahat bıraktılar. Tabi ben bu arada on yaşıma gelmiştim. Sonunda robotik araştırmaların yapıldığı Japonya’da eğitime başladım. Burada gözetim altında sekiz yıl geçirdim. Şimdi İngilizce, Almanca, Rusça ve Japonca olmak üzere dört dil biliyorum. Tüm bunları farklı ülkelerde üzerimde deneyler yapan bilim adamlarından öğrendim.

Bugün, İnsan Hakları Mahkemesi’nde davam görülecek. Dünya vatandaşlığım onaylanacak. Yani istediğim ülkeye yerleşebileceğim. Resmi adım da değişecek. Kendime uygun bir işte çalışacağım. Maaşım olacak. Ev, araba alabileceğim. Seçimlerde oy kullanacağım. Dahası insanlar gibi vergi vereceğim. Tüm bunlar, varlığımın kabulu anlamına geliyor.

İnanılmaz heyecanlıyım. Hangi dildeki hangi kelime duygularımı anlatabilir ki? Mahkeme heyeti toplandı. Avukatım heyete kimliğimi ve mahkemeye sunduğu dilekçeyi aktarıyor.

‘’Kişi resmi adıyla Brassica oleracea var. botrytis of the cable car Homo sapiens. Kısa ismiyle Car Flower. 11 Ağustos 2003 tarihinde Türkiye’nin başkenti Ankara’da bir teleferiğin içerisinde bulundu.. Nereden geldiği bilinmiyor. Kamu görevlileri tarafından bir üniversite laboratuarına gönderildi. Sonrasında ileri tetkikler için önce Almanya’ya getirildi. Burada iki yıl kaldı. Sonra sırasıyla İngiltere, Rusya ve Japonya’ya götürüldü.

Bulunduğunda 2335 gram ağırlığında, 57 santimetre boyundaydı. Baş, boyun, gövde, ikişer kol ve bacağı mevcuttu. Kafatasında karnabahar şeklinde saçlar mevcuttu. İç organları yoktu. İskeleti metalden oluşuyordu. Fotosentezle solunum yapıyordu. Büyüme ve gelişmesini gövdesinde bulunan çelik halatların esneme özelliği sayesinde sağladı.

Kendisine karnabahar gibi beslenme ve solunum sağlaması, teleferik içinde bulunması ve vücut iç dizaynının çelik halat ve metalden oluşması sebebiyle Brassica oleracea var. botrytis of the cable car denildi. Mutasyon sonucu oluştuğu 2011 yılında kadar yayınlanan 12.815 uluslararası makalede anlatıldı. Ancak anlama, öğrenme, düşünme becerilerine sahip olması büyük tartışmalara yol açtı. Ayrıca vesayeti dünya devletleri arasında siyasi krizlere neden oldu.

Sonunda uluslararası bilim heyeti robot teknolojisinin geliştiği bir ülkede bulunmasını talep etti. İmzalanan anlaşma sonucu Japonya’ya yerleştirildi. Giderleri UNICEF tarafından karşılandı. Japonya’ da aldığı eğitim ile yaşıtlardan bir farkı olmadığını ispat etti. Burada insan olduğu kabul edildi. Şimdiki resmi adı olan Brassica oleracea var. botrytis of the cable car Homo sapiens adını aldı. Artık özgür bir birey olarak yaşam sürmek, insani haklara sahip olmak istiyor.’’

Hakim, avukatımı büyük bir sessizlik içinde dinliyor. Gözlerine bakmak için kafamı kaldırmaya korkuyorum. Yine de içimdeki meraka engel olamıyorum. Ben kararsızlığımı sürdürürken hakim konuşmaya başladı.

‘’Davacı tarafın mahkemeye verdiği dilekçe ve rapor incelenmiş, beyannamesinde yer alan ifadelerin doğruluğu mahkeme heyetince tasdik edilmiştir. Davacının yaşam hikayesi, sosyal durumu, bilim kurullarının raporları göz önünde bulundurarak mahkeme hükmü varmıştır.’’

Heyecandan içimdeki çelik halatlar öylesine gerildi ve gıcırdamaya başladı ki hakimin sözleri duyamıyorum. Gerçekten insan olarak tanımlanacak mıyım? Adımı kendim belirleyecek miyim? İstediğim ülkenin vatandaşı olabilecek miyim? İçimdeki çelik halatların sesi kesilirse tüm bunların cevabını duymam mümkün.

Ancak o da ne? Kimseden bir ses çıkmıyor. Herkes bana bakıyor. Şaşkınlığım daha da artıyor. Kafamdaki karnabahar çiçekleri gitgide ağırlaşıyor. Sonunda hakimin sesini duyuyorum.

- Evet, söyle bakalım. Karara itirazın var mı?

- Hayır, efendim.

- O hâlde gerekli prosedürler tamamlanacak ve ait olduğun yere gönderileceksin.

Ait olduğum yer mi? İyi ama neresi burası? Avukatıma bakıyorum. Yüzü, benim çelik halatlarım kadar gergin. Söz almak için elini kaldırıyor.

- Sayın mahkeme heyeti, müvekkilimin doğduğu şehirde yalnızca üç ay yaşamış olması ve Türkçe bilmemesi nedeniyle…

- Avukat Bey, müvekkilinizin itirazı yok. Uluslararası hukuka göre doğduğu ülkenin vatandaşı sayılacak. Adaptasyon sağlayana kadar şu anki ikâmetgâhı olan ülkede üç ay kalma hakkına sahip.

- Ancak efendim.

- Sözümü kesmeyin. Türkiye Devleti, müvekkilinizi kendi vatandaşı olarak kabul etmeye hazır. Bugüne kadar müvekkiliniz uluslararası gündemi fazlasıyla meşgul etti. Bu sebeple mahkemenin kararına itiraz etmeniz mümkün değildir.

İnanamıyorum. Mahkeme sona erdi. Herkes dağılıyor. Avukatım kızgın gözlerle beni süzüyor. Ne diyebilirim ki? İçimdeki çelik halatları koparıp atmak istiyorum.

Dünya vatandaşlığımı onaylamadılar. Beni yıllarca kurcalayıp sonunda kenara attılar. Şimdi hiç tanımadığım bir yere ait olduğumu söylüyorlar. O zaman beni oradan oraya niye sürüklediler? Niye doğduğum yerde bırakmadılar? On sekiz yıldır hapis hayatı yaşadım. Şimdi de sürgün ediliyorum.

Japonya’ya dönünce hemen Türkçe öğrenmem gerekecek. Dahası kendime Türkçe bir isim bulmalıyım. Büyük bir hayal kırıklığı yaşıyorum. Yanıma yaklaşan avukatıma utancımdam bakamıyorum.

- Car Flower, üzülme. En azından insan olduğun kabul gördü. Seninde bir ruhun olduğu kabul gördü. Bir robot, ucube, mutasyon varlık değilsin artık. Sadece insansın.

***

Mahkemenin üzerinden üç ay geçti. UNICEF mahkeme kararına uyup Türkiye’ye taşınmam için gerekli ücreti sağladı. Biraz Türkçe öğrendim. Ancak sonradan insan sayılan robotik ucubede olsam üç ayda bir dili öğrenmem mümkün değil.

Orada başlarda ingilizce konuşabilirmişim. Türk insanları yabancılara karşı çok hoşgörülüymüş. Gerçi Türk basını benim hakkımda pek iyi haberler yapmamış. Yaşadığım yerlerde kötü anılmaya alışkınım. Bu beni içten içe üzsede susmasını bilirim.

Şimdi Esenboğa Havalimanı’ndayım. Beni karşılayan heyetle işlemlere başlıyoruz. Biraz yüksek sesle konuşan eğlenceli insanlar. Bana bakıp gülümsüyorlar. Ne de olsa ben de Türk sayılırım. Acaba burada neler yaşayacağım?

- Adı ne arkadaşın?

- Car Flower yazmışlar buraya. Ama bu yazım kurallarına uymuyor. Düzgün bir isim vermek gerek.

- İyi, Akbaş olsun adı. Soyadı ne olacak?

- O belli Teleferikoğlu.

- Memleketi ne?

- Ankara. Doğumu 2003. Ana adı Bahar. Baba adı Ferik.

- Bu erkek mi kadın mı?

- Aslan gibi delikanlı.

- Dini için ne yazacağız?

- Onu diyanete sormak gerek. Ama sen mezhebine Hanefi yaz.

- İyi, kimliği hazır. Buradaki işlemi bitti.

- Eyvallah.