Fıtırlok ve Arkadaşları

Emre Ergin

“Siz yine iyisiniz,” dedi sokak kapısı. Sokakta durmasının dışında sokakla bi alakası yoktu. Belki de, zamanında, çok eskilerde, yıllar, asırlar öncesinde bir evin duvarlarında, kendine ayrılmış yerde bekliyordu. O zaman sokak kapısı, sokağın kendisiyle bittiği manasını taşıyordu, ancak şimdi öyle değil.

“Biz mi iyiyiz yani?” dedi Fıtırlok. Neyimiz iyi. Yani sen en azından kendine baktığında şu an o işi yapmasan da zamanında ne işi yaptığını biliyorsun.

Ne işi yapıyormuşum ki dedi Sokak Kapısı. Kendisine baktı, karnının sağ tarafındaki tutamaca baktı. Anahtar deliğine baktı. Ben bir iş mi yapıyormuşum. Hiç de bile. Ben de senin gibiyim, sadece bazı eşyalara benziyorum. Benimle konuşmadan önce bir durup kontrol etmen gerekiyor, acaba ben bir sokak kapısı mıyım, yoksa bir Sokak Kapısı mıyım.

Fıtırlok kendisine baktı. Kabloları ve yerde tırtıllar gibi ilerlerken yaprakları hışırdıyordu. Yürümesi daha ziyade yerde yuvarlanarak gerçekleşiyordu, ama o kabloları hareket ettiremeden duramıyordu. Gelenek mi demeli buna, genetik mi? Anne tarafından mı almıştı bu özelliğini, baba tarafından mı? Sorunun saçmalığına güldü, tabii ki anne tarafından almıştı çünkü babasıgilllerin kabloları olmazdı.

Fıtırloğun babası ilk kuşak bilinçlilerden olmasıyla hep övünürdü. İnsanların dünyayı terketmelerine de şahit olduğunu söylerdi hep. Bir gün mutfağın birinde birisi yemek yapıyormuş, bıçağını çekmiş ve babamı doğrayacağı sırada…

Bir serçe büstü yerde yuvarlanıyordu, ama sadece serçe büstü değildi, aynı zamanda bir tost makinesi idi, üstüste ve yapışık değillerdi, yani bir serçe büstü VE bir tost makinesi değildi yuvarlanan şey, hem serçe büstü hem tost makinesiydi, çok şaşırtıcı bir aşkın birlikteliğinden doğduğu belli oluyordu.

Cikledi. Ben de mi daha iyiyim yani, dedi serçe büstü, tost makinesinin kanatları açıldı kapandı. Biz sadece hibritiz. Meleziz yani. O kadar. Bunun neresi iyi? Aynı anda iki şey gibi birden görünmek mi iyi? Bence hiç de değil. Mesela dedi, mesela yani. Olur da bir gün insanlar geri dönerse ne olur?

Ne olacakmış dedi Sokak Kapısı, sol alt köşesi ve sağ alt köşesi üzerinde yuvarlanıyordu. Ne olacakmış ki.

Sen diye bıcırdadı serçe büstü. Adı Ferhat’tı. Yine bir yer bulursun kapısı gitmiş bir ev, oraya yanaşır ve sessizce beklersin, ne olacağını görürsün, insanlar da sana hiçbir şey yapmazlar. Ama bizi öldürecek insanlar, sokaklarda avlayacaklar bizi, çünkü hiçbir işe yaramayacağız.

Kendi adına konuş diye kükredi Fıtırlok. Arkasında pıtırcıklar döküldü. Kablolarımı yamasalar, beni de bir yere oturtsalar gayet de iş görürüm ben.

Karnabahar olarak mı diye sordu sokak kapısı, hafifçe sırıtarak. Yani anahtar deliği kenarlara doğru genişledi, ahşabının üzerinde gamzesi belirdi.

Fena olmaz aslında diye dalga geçti Ferhat. İnsanlar otururlar, sonra…. Sonra da seni yerler…

Sustular. Havaya baktılar, havada bulutlar insanların onları zamanında benzettiği her ne şekil varsa hepsine girmeye çalışıyorlardı. Güneş caddenin öte tarafında yere düşmüş bir mandalı gözüne kestirmişti ve ona kur yapıyordu. Etrafta kargalar da vardı tabii, ancak safkan olduklarını söylemek zordu, bilyeler gibi yuvarlanıyor, bayraklar gibi dalgalanıyor, mayalanmış un gibi kabarıyorlardı. İnsanın içi kalkardı, ama etrafta insan yoktu.

İnsanlar… dedi Sokak Kapısı. Acaba neye benziyorlardı.

Benim babam bir karnabaharmış, diye söze başladı Fıtırlok her zamanki gibi, insanların gidişini gördüğünü söyledi bana. Bir gün mutfağın birinde bir insan yemek yapıyormuş ve bir bıçağı babama yanaştırmış. Bıçağın çok güzel gözleri varmış, ama babam yine de onunla o derece yakın olmaktan rahatsızlık duyacağını düşünüyormuş. Tabii ortada daha annem yokmuş, annemle tanışmaları epey uzun hikâye.

Sen bütün bu hikâyeleri bize hep anlattın, ama bu hikâyelerde insan geçmiyor. Baban geçiyor ve olay insanların gidişinden de, babanın… bilinçlenmesinden de önce geçiyor, yani babanın bunları hatırlamasının imkânı yok Fıtırlok.

Sokak Kapısı’nın aklına bir şey gelmişti. Fıtırlok, dedi. Sen annene ne kadar benziyorsun.

Çok benziyorum, dedi Fıtırlok, alınmıştı, hemen hemen aynısıyım, sadece benim yapraklarım var, bir de bedenim biraz farklı bir maddeden, ama hık demişim kapısından aşağı düşmüşüm, karda yuvarlanmışım, sonra çığ olmuş ama bu da uzun hikâye.

Yani düşündüm de… dedi Sokak Kapısı. Ben evlerin kapısında bekliyorum, demek ki insanlar benim kadar, yani benden biraz daha küçükler.

Hepsi de bu mantığı çok sevdiler. İnsanları düşünürken beyinlerini o kadar zorluyorlardı, yine de onların neye benzediğini tam çıkaramıyorlardı.

Senin içinde koltuklar var diye devam etti Ferhat. Annen de tam senin gibiydiyse, senin kadardıysa yani, demek ki insanlar senin içine sığıyorlardı.

Benim yolcu kapasitem tam altı kişi, diye gururla böbürlendi Fıtırlok.

Eh, evet. Sokak Kapısı’nın enine bakınca, sanki biraz tıkış tıkış olur, ama olabilir, altı kişi sığabilir.

Sokak Kapısı ilk defa anne babasından bahsedecekti.

Ben ilk doğduğumda, annem ve babam yanımdaydı. İki sokak kapısının tek çocuklarıyım. Ama tabi genelde bu ara evlatların boyu ana babalarını geçiyor, evrenin her yanında geçerli paratemporal bir yasa bu.

Paratemporal? diye cikledi Ferhat.

Yani… İnsanlar varken de… Yokken de… Anne babalar kısacık kalıyor, bazen. Hele yaşlanınca. Bir de tabi. Onlar da tam hatırlamıyorlar. Bazen anne baba başında beklemiyor, onların varlığından habersiz, ilk kuşak bilinçlenenlerden olduğunu sanıyorsun.

Sustu. Laflarını toparlamaya çalıştı. Havada sandıklar helikopter pervaneleri gibi dönüyor ve uluyorlardı.

Bazımız onlar gibi konuşabiliyoruz, ama başka özelliklerimiz eksik. Bazımız konuşamıyoruz, hareket bile edemiyoruz, ama tam da o insanların bıraktıkları gibiyiz. Bazımız ilk kuşağız, bazımız değiliz, ama ilk kuşak olanlar da buna emin değil, olmayanlar da. Annesine ve babasına benzeyenler, belki de onların en alakasız, en salakça yerlerine benziyorlar. Belki benim eskilerin kapılarına benzeyen tek yerim menteşelerim, belki gerisi değişti, çünkü artık insanlar yok ve bozulursam beni tamir etmezler.

Yani bize bakarak insanları tahmin etmek artık mümkün değil.

O yüzden diyorum. Siz yine iyisiniz. Bak şunlara, dedi. Eliyle kırmızı ibikli çifte solungaçlı difenbahya oklavalarını gösterdi. Şunlar daha da iyi. Onların insanların dünyasıyla daha da az alakası var. Gitgide de böyle olacak, karıştıkça, değiştikçe. Kendi kendimizi tanımak ve tanımlamak zorunda kalacağız. Anlam önce kaybolacak, sonra yeniden yazacağız biz onu. Ama bu sefer anlamın içinde insanlar olmayacak. Kalem neyi yazmak isterse, bulutlar hangi şekle girmeyi tercih ederse, sen kablolarını nasıl sallarsan o olacak anlam, insanlar gelince tanıyamayacaklar bizi, bizim de onları çoktan unutmuş olacağımız gibi.

Dedi Sokak Kapısı ve Yeni Anlamın İlk Edebiyatçısı oldu.