Kapı çalıyor. Duyabiliyorum. Kalk öyleyse. Hadi ya. Yorganı sağ tarafından arkaya doğru at. Başka? İlk göreceğin şey dolap olmalı. Evet, sen de haklısın. Terliklerini giymeyi ve birkaç ufak egzersiz hareketi yapmayı unutma. Sen ciddi misin? Hıhı. Kapı çalıyor. Önce kapı deliğind…
-Buyur Ramazan amca.
-Günaydın kızım, dün istediğin siparişlerde eksikler vardı ya onları almaya gidiyorum. İstediğin başka bir şey var mıydı?
-A! Çok teşekkür ederim Ramazan amca. Sana da zahmet olacak ama süt de lazım bana.
-Estağfirullah kızım.Tamam, inşallah.
-Nasılsın? Hâlin, sağlığın iyidir umarım.
-Çok şükür, önceden nasılsa şimdi de öyle. İnsan belli bir yaştan sonra hâli kötüye gitmesin istiyor sadece. Buna da şükür.
-Allah afiyet versin.
-Sağ olasın kızım, haydi sağlıcakla kal.
-Sen de Ramazan amca, görüşmek üzere.
Kapı kolunu elinle aşağı indirerek kapat. Çok ses oluyor diğer türlü değil mi? Evet, öyle yap. Yaptın mı? Hıhı. Susmayacaksın değil mi? Belki sonra.
Pencereme bir kuş kondu. Bir arkadaşını arar gibi evi gözlüyor. Tedirgin. Şşt, burada mısın? Ses yok. Hıh sonunda. Ses var aslında ama az. Bazen böyle kısılıyor sesi içimin. Bir şeylere yaklaşınca böyle oluyor. Bir şeylere, başka bir şeye… Benden başka bir şeye sanki. Neye? Bulacağım bunu. Onunla yaşamaya alıştım ama böyle bir varlığı olduğu gibi nasıl kabul edebilirim ki? Alışmaktan nefret ediyorum, bunu söylemiş miydim? Sesten de nefret ediyorum. Neredeyse hiç susmuyor. Yapacağım her şeyi planlıyor. İki dakika sonra ellerimin nerede duracağını bile hesaplıyor ve ben de ona uyuyorum. Başka bir şansım da yok zaten. Yani uydurulmuş, yapmacık, samimiyetsiz bir insan olmaktan başka bir şansım… Yok mu gerçekten?
Pazar sesleri, ağaç dalını kıpraştıran birkaç kuş, parktaki salıncağın gıcırtısı… Ne çok ses var dünyada. Bu seslerden ikisi de bana ait. Şimdilik iki tabii. Yoksa insanın âlemden farkı ne ki? Bende de çok ses vardır elbet. Parka yakın bir ev tutmakla ne iyi etmişiz, değil mi? Yaa sorma, çocuk bağırışı dinlemek kolay sanki. Tamam, alışması biraz zor olabilir ama yine de çok güzel. Sen nerden anlayacaksın hem. Ne zaman “çocuk” desem kalbimin titrediğini sen de duyuyorsun, biliyorum. Çekiniyorsun, merdivenin altına pısan bir kedi gibi kalıyorsun öyle. “Mırr mırr” diye incecik geliyor sesin. Sen yüzünü kötü olana dönmüş bir şeysin, ses. Benim içimdesin. Senden başka bir şeyi duymak ne kadar zor. Senden başka bir şey duyurulsun bana. Allah’ım…
Pazar sesleri, ağaç dalını kıpraştıran birkaç kuş, parktaki salıncağın gıcırtısı ve hatta içimdeki ses... Hepsini örten başka bir sesle sağırlaştı kulağım. Genzim sarı bir tozla dolarak yandı. İnce ve sinirlerimi geren bir uğultu gibiydi ses. Ayağa kalkmak çok zordu. Son gücümü biraz olsun doğrulmak için kullandım. Pencereme konmuş kuşu aradı gözlerim. Görebildiğim gri bir dumandı sadece. Biraz sonra iyice doğrulup pencereye yaklaştım. Park meydanındaki alevler peşine gri dumanları da katarak gittikçe yükseliyordu. Sadece nereye koştukları asla anlaşılmayan insanların bağırışlarını ve çocuk ağlamalarını duyabiliyordum.
Neler olduğunu anlamak için hızlıca telefonu aradı gözlerim. Son dakika haberi olarak çoktan bildirimlerime düşmüştü bile olan biten her şey. İsrail savaş uçakları üzerimize bombalar yağdırmaya başlamıştı. Bir saat içinde yaklaşık elli bomba tepemize inmişti bile. Anneler çocuklarına dinmeyen bir deprem olarak mı anlatacaktı bu ateşli demir kütlelerini? Çok geçmeden İsrail açıklamasını paylaştı: Bir kediye bile zarar vermezlerdi onlar oysa ki… “SİVİLLERİ ÖLDÜRMÜYORUZ!”
İçimdeki ses çoktan susmuştu. Canımı ondan daha çok sıkacak şeyler vardı çünkü. Sıkıntı sıkıntıyı sökerdi, belki de kendinden olana yenilmek kolaydı. Masum insanları öldüren bombalar dünyanın kulak tıkacıydı sanki. Duymamak, birkaç haberlik medya karartması kadar uzağımızdaydı. Yalanlar, yaşama teminatlarıydı onların. Sokakta kopmuş kollar ve bacaklar vardı.
Ramazan amca? Birden aklıma Ramazan amca geldi. Siparişler için bakkala gitmişti. Park meydanına bakan o küçük bakkala… Park meydanı… Kapıya koştum ve üçer beşer merdivenleri inmeye başladım. Nefesim tıkandı. Aynı uğultu yeniden dolmuştu kulaklarıma. “SİVİLLERİ ÖLDÜRMÜYORUZ!”
Nereye koştuğu asla anlaşılmayan insan kalabalığının ortasında nereye koştuğumu bilemez hâlde buldum kendimi. Ramazan amcayı arıyordu gözlerim, onu nerede bulacağını bilemeyerek. Yaklaşan bir füzenin cızırtısı duyulmaya başlandı yeniden. Kulağımdaki bütün seslerin frekansını bozan bir cızırtı gibiydi. Yer, ayağımın altından kayıyordu. Bütün seslerle birlikte görüntüler de yankılanıyordu.
Dünyaya öldüğümüzü kabul ettirmeye çalışıyorduk. Bakın, bize ne yapacağımızı söyleyen iç seslerimizi dahi kaybettik. Bakın, çocuk cesetleri. Bakın, susturdukları bir park. Bakın, nereye koştuğu asla anlaşılmayan bir kalabalık bile değiliz artık.