Vadedilmiş İstasyon

Hacer Noğman

Yarığın Berisindekiler- atölye hafta 29

VADEDİLMİŞ İSTASYON

Yolculuğa saatler kalmıştı. Ahmetler bavullarını hazırlamış, yolculuk için boşaltılan genişçe araziye gelmişlerdi. Alabildiğince düz bir arazi. Bu kadar. Gidecekleri yerin adını hiçbir Ahmet bilmiyordu. Sadece belli bir para karşılığında bu işi kabul etmişlerdi: Adını bilmedikleri bir yarığın ötesine geçip orada mahsur kalan ecnebi vatandaşları kurtaracaklardı. Ne kahramanca ama değil mi? Ahmetlere teklif edilen para dudak uçuklatır cinstendi. Onların dudaklarını. Bilmem kaç milyon dolar. Ne avrat ne ana ne bacı ne kardaş ne de baba. Her şeyi silik bir görüntüye çevirdi o bilmem kaç milyon dolar.

Yanlarında birer bavulla bu genişçe arazide bekliyorlardı. Ahmet 66, Ahmet 42, Ahmet 50, Ahmet 18 ve Ahmet 68. Hepsi geldikleri yerin plaka kodlarının yazılı olduğu tişörtler yaptırmış, onları giyiyorlardı. Burası neresi miydi? Etimesgut’ta özel bir arsa.

Roket etraftaki tozu toprağı kaldırarak inişini gerçekleştirdi. Bizimkiler nasıl heyecanlı. Dünya mı Ay’ın etrafında dönüyor, Güneş mi Ay’ın etrafında dönüyor… Bu olaylardan bihaber vaziyette bindiler rokete. Büyükçe bavulları, görevli başka kimselerce alınıp roketin kargo kısmına yerleştirildi. Rahat koltuklara bıraktılar kendilerini. Ahmet 50, içinden ulan ne havalı be, dur bi sıtori atam, uzaya gidiyog diye, diye telefonuna davrandı. Fakat cepleri boştu. Hepsinin telefonu alınmıştı. Görevlilerin, orada telefonun bir işe yaramayacağını söylediklerini hatırladı Ahmet 50. Derin bir iç çekişle durumu kabullendi. Anasını düşündü. Sonra babasını. Daha sonra, alacağı parayı. Bilmem kaç milyon dolar. Kaç dönüm arsa alınırdı bu parayla, peh. Ahmet 50, arsa hastasıydı. Gideceği yarığın ötesinden de beş on dönüm arsa alma niyetindeydi.

Ahmet 66, geride bıraktığı yavuklusunu düşünüyordu. Alacağı milyon dolarla yapacağı düğünü. Yavuklusuna bir yarığın ötesinden falan bahsetmemişti. Onu birkaç günde, ecnebi memleketine çalışmaya gideceği yalanına inandırmıştı. Belki bazen mektup gönderebilirmişmiş ona. O da, ecnebilerin o gevur patronu izin verirseymişmiş. Ahmet 66 profesyonel bir yalancıydı. Onu neden bu ekibe kattıklarını kendi de çok kez düşündü. Fakat, benim gibi insanı almayacaklardı da kimi alacaklardı, diye de kendini kabartmaktan geri durmadı.

Ahmet 18. Evsiz. Bavuluna kilolarca böcek doldurdu. Götürebileceği hiçbir şeyi yoktu. Kulak kabarttığı bir yerden böceklerin yenilebileceğini duymuştu. O da o yarım akılla, bir haftada dağ bayır gezip bulduğu bütün böcekleri bavula doldurdu. Bavul da araklama bir bavuldu.

Ahmet 68. Halde hamal. İdi. Artık değil. Artizce bir istifanın ardından haldeki bütün portakalları alıp bavula doldurdu. Ve yarığın ötesi için gün saydı. Alacağı bilmem kaç milyon dolarla kaç hâl kurardı, kaç hamal çalıştırırdı… Bunun hayaliyle uyuyamıyordu geceleri. Şimdi de bunu düşünerek roketin rahat koltuğuna yaslandı ve gözlerini kapattı.

Ahmet 42. Memleket hasreti şimdiden sarmıştı onu. Aslen Angaralıydı ama babası Konya’ya göçmüştü. Cebinde dolu bir fılaşbellekle oturuyordu. Fırsat bulursa fılaştan müzikler açacaktı. Rokette hoparlör sistemi var mıdır acaba, diye düşündü. Birkaç saat sonra şarkı teklifini ederim, diye düşünüp yaslandı arkasına.

Bu beş kişiden sorumlu bir adam vardı. Kanada’dan gelmişti. Ahmetler bu adama dair bir tek bunu biliyordu. Bu bilgiyi ise Ahmetlerin toplanma işini organize eden Yer Elması Faruk vermişti, Ahmetler’e. Astronot Micheal.

Rokette, Ahmetlerin anlayamadığı cümleler duyuldu. Ecnebice herhalde, diye düşündü Ahmet 66. Bizimkiler hiçbir şey anlamadı. Sadece ‘Maykıl’ kelimesi Ahmet 68’e tanıdık geldi. Ahmet 42 maykıl kaykıl gibi bir şey söyledi. Ahmet 50, ensesine kuvvetli bir şamar geçirdi. Ahmet 42 çarpılmışa döndü. Bütün Ahmetler bir ağızdan kahkaha attı.

Mürettebattan olduğunu düşündükleri birisi, elinde gri kıyafetlerle Ahmetlerin yanına geldi. Kıyafetleri ortaya bırakıp geri döndü. Herkes kendi plakasının yazılı olduğu kıyafetleri giydi.

Pekçe kalın, içinde hareket etmekte güçlük çekecekleri kıyafetlerdi bunlar. Ahmet 68, lan bi adam vardı tustafa mopaloğlu, ona döndük, deyip yüksek bir kahkaha patlattı. Buna gülen bir Ahmet çıkmadı.

Roketten havanalacağına dair sesler çıkmaya başladı. Bizimkiler bunu anlamış olacak ki dualar dudaklarının dibinde bitti. Biri ellerini yüzüne sürerken-astronot kaskına benzer bir şeyin üzerinden- diğeri gözlerini sıkıca kapatmış, kalbinin ritmini normale döndürmeye çalışıyordu. Ahmet 42 ise fılaşbelleğini sonradan giydiği kıyafetin cebine koymuş, o anı bekliyordu.

Roket yüksek gürültüyle havalandı. Ahmetlerin hepsi birden oturdukları koltukların kol kısımlarını sıktı. Öyle sıktılar ki kasları gerim gerim gerildi.

Zamanın, gittikleri yere göre değişeceği bir yolculuğa başladılar. Çok geçmeden Ahmet 18, orada namaz vakitleri neye göre ayarlanıyor, diye düşündü. Düşünmekle kaldı. Sonra, ulan şerefsiz, seccade bile almadın yanına. Cuma neyin kılardın orda, diye geçirdi içinden.

Çok zaman geçmemişti ki büyük bir sarsıntı ile afalladılar. On çift Ahmet gözü, birbirleri arasında mekik dokudu. Ahmet 42 yutkundu, sarsıntı durmaya yakın, roketin tepetaklak olduğunu anladı.

Koltukların kol kısımlarına daha kuvvetli tutundular. Ecnebice bir şeyler duyuldu. Hiçbir Ahmet ne dendiğini anlamadı. Ahmet 66, ne olduğunu anlamak için yerinden kalkacaktı ki aynı sarsıntı tekrar hissedildi. Ahmet 66’nın eli, gövdesi üzerinden vücudunu saran güvenlik kemerinde kalakaldı. Tekrar ecnebice cümleler duyuldu. Hemen sonrasında roket hızlandı.

Pencerelerden dışarı bakan Ahmetler, sarsıntının sebebini anlayamadı. Tercüman işiyle görevli bir robot Ahmetlerin yanına geldi. Ahmet 50, neler olduğunu sordu robota. Yanıtın gelmesini beklerken bir sarsıntı daha yaşandı.” לביא, IAI Lavi adlı bir savaş uçağı roketimizi hedef almıştır. Lütfen sakin olunuz.” Ahmetlerin gözleri irileşti, yuvalarından fırlayacak gibi oldu.

Tekrar bir sarsıntı. Görünürde bir şey yoktu, peki bu sarsıntı nasıl oluyordu, diye düşündü Ahmet 42. “31° K-35° D/ 31°N-35°E koordinatlarından havalanan ve üzerinde mavi, altı köşeli yıldız olan bir savaş uçağının, yaklaşık yarım dakika sonra yanımızdan geçeceğini tahmin ediyoruz. Tekrar bir saldırı beklemekteyiz. Güvenlik kemerlerinizi lütfen çözmeyiniz.” Robotun söyledikleri ile Ahmetler kemerlerini kontrol ettiler.

Yeni bir sarsıntıyla savrulan roket, uzay boşluğunda dönmeye başladı. Roketin yalıtım malzemesi delindi, roket bir atış daha kaldıramayacak hâle geldi. Ahmet 66 ve Ahmet 18 sarsıntının etkisiyle bayıldı. Roket oradan oraya savrulurken büyük bir gürültüyle tekrar sarsıldı. Bu kez roketin içine bir cisim girmişti. Ahmet 42 hariç tüm Ahmetler kendinden geçti. Cisim, rokete tam Ahmet 18’in arkasından girdiği için Ahmet 18 paramparça oldu. Parçalanan vücudu yer çekiminin olmamasından dolayı havada kalakaldı. Gördükleri karşısında şoka giren Ahmet 42, gözlerini fal taşı gibi açmış, kaskına çarpan et parçalarının farkında bile değildi.

Cisim, rokete girmesiyle roketin hızını arttırdı. O hızın etkisiyle cisim geldiği gibi geri gitti; girdiği noktadan uzay boşluğuna düştü. Tercüman robot da rokette oluşan bu boşluktan uzay boşluğuna doğru süzüldü.

Ahmet 42, bomboş bir ifadeyle gözlerini etrafta gezdiriyordu fakat idrak konusunda tek bir belirti vermiyordu. Vücudundaki sinir hücreleri şokun etkisiyle iletim etkilerini kaybetti. Güvenlik kemeri vesilesiyle dik duruyordu. Gözleri Ahmetler üzerinde geziyordu ama görmüyordu. Ardınca yapılan atışlar, durgun gök taşlarını hedef alıyor, o gök taşları ise rokete isabet ediyordu. Bir bilardo masasını andırıyordu bu tablo. Istaka tutan elin üzerinde altı köşeli, mavi bir yıldız vardı. Her vuruşta, roketin aldığı her darbede, bir Ahmet’in hayali sönüyordu.

Istakanın sahibi, kendine vadedildiğine inandığı istasyona varana dek yoluna çıkan her cisme saldırdı. Cisimleri paramparça yaptı. Farklı istasyonlardaki insanları hedef aldı. Hareketlerin hükümsüz olduğu uzayda insan parçaları ve kanları, ufak kütleler halinde uzay boşluğuna süzüldü.

Kanlı bir mazisi olan ıstaka, keskin dişli bir canavardan farksızdı. Bu kez dişlere Ahmetler takılmıştı.

31° K-35° D/ 31°N-35°E koordinatlarından havalanan her uçak, ardında acılar bırakarak, onlara vadedilen gök taşına vardı.

Ahmet 66’dan geriye, onu bekleyecek olan yavuklusu; Ahmet 68’den geriye, onu halde bekleyen arkadaşları, evde bekleyen anası, kardaşı; Ahmet 18’den geriye, dağdan böcek toplarken onu ayıplayan babası ve Rüstem amcası; Ahmet 42’den geriye memleketteki akrabaları; teyzeleri, amcaları, dayıları, halaları, yetimliğinden geri kalan tüm yakınları; Ahmet 50’dan geriye ise, arsa için borç aldığı köyün muhtarı kaldı. Toplamı kaç acı ederdi bilinmez.

Hacer Noğman

Haftanın Görevi: Öykünün yaklaşık ilk üçte birini olduğu gibi bırakın. Kıstasımız, kurgunun ne olduğunu okurun az çok hissettiği, düğümü belli belirsiz anladığı bir mesafe.Sonra, gerisini silin.Karakterimizin o anki mekânı, yani evi, okulu, işyeri, seyahatteyse bulunduğu güzergâh, gezmesi gerekiyorsa bütün şehir, duruma göre bütün ülke.... İsrail'in savaş uçakları tarafından darmaduman edilsin. Buradan sonrasında kurguyu nasıl bağlayacağınız, kimin sağ kalacağı kimin ne yapacağı tamamen size kalmış.