Kaçamayanlar Ummaz

Fatma Dursun

Öykünün ilk hali:

KAÇAN TOPLARIN UMDUĞU& Emine Genç

KAÇAMAYANLAR UMMAZ

Uçma heyecanının gözünü kör ettiği top, iki kat hızla yere çakılacağının farkında değildi. Arkadan gelen bağırtı senfonisini tezahürat sanıyor, güneşin iyice parlattığı kırmızısıyla göneniyor, gerindikçe geriniyordu.

Ablaa, ablaa topu yakalar mısıın? Top yola kaçtı abla. Oğlum koşsanıza top yokuş aşağı gitcek. Kim attı lan topu!

Kıpkısacık havalanma, büyük bir gürültüyle sonlandı: PAAT. Kırmızı meşin yuvarlak pes etmedi. Bir umut sıçradı ve PAT. Havalan, ardından son kez: pat. Yine de top, umudu kesmedi. Şimdi tüm hızıyla yokuş aşağı kaçıyor. Arkasında, kısa şortlu bir çocuk. Bacakları güneşten yanmış. Ayakları, yıpranmış kramponlara yerleşmiş. Üzerinde 13 numaralı forma. Saçları, güneşin ve terin kendisine verdiği yetkiye dayanarak parıldıyor. Top kaçıyor ve o, kovalıyor. Ben topun tarafını tutuyorum. Ama hayır. 13 numara, sağ ayağıyla önünü kesti. Topa haddini bildirmek için ayağını topun üzerine koydu. Top, sindi hemen. Hazır ol’a geçti. Sağ ayak gerindi. Şöyle bir etrafa bakındı: PAAT.

Top tekrar havada. Son sürat kaçtığı yere döndüğünün farkında mı? Patt. Şimdi üç beş çocuğun ayakları arasında. Bir o yana bir bu yana havalanıyor. Havalanımsı bir şeyler oluyor. Yedi çocuk. İki çocuk da musluğun yanında, etti mi dokuz? O ikisi oyuna iç geçirmekle meşgul. Yaş sınırına takılmışlar, belli. Ayakları henüz topa değecek kadar gelişmedi. İkisinden sağdaki seneye de giyeceği şortun çakma amblemine bakıp duruyor. Bu sene şampiyon olacaklarından emin, hakemler şike yapmazsa tabii. İkisinden soldaki, belini yukarı çekip duruyor. Soluk şortu, abim var diye haykırıyor. Elleri havada salınıyor, o gol kaçar mı! Abisi onu oyuna alsaydı en az beş fark atarlardı. Ah o acımasız abisi. Ama abisi ne yapsındı, top onun değildi. En havalı oyuncu değildi. Takım kaptanı değildi. Kardeşine torpil geçemezdi. Geçiremezdi. Gerçi sol bekti. Önemliydi. Takımın kilit noktasıydı. Ama o kadar da değil. O olmasa takım bir hiçti. Ama bunu söyleyemezdi. Sırtında 1 yazan, topu ikide bir ayağının altına alan açık kumral saçlı çocuk Messi’ydi. Topu tekrar aldı ayağının altına. Çevirip duruyor, bakışları kendine topluyor. Çocuklar maçı bırakıyor. Kiminin kolları devrimci sloganlar atarcasına havayı dövüyor. Kimi maçtaki hiddetinden kalan saygıyla topa doğru gidiyor. Sol bekler ve sağ bekler, alıştıkları için olsa gerek, yandan yandan topa yaklaşıyor. Umut, okul bahçesinden taşıyor. Topla oynayan büyüdükçe büyüyor. Kocaman oldu şimdi. Saçlarını sallıyor. Ani bir hareketle topu koltuk altına alıyor. Bir uğultu: o hooo aabi. Top gitti. Oyun bitti. Kalanlar topu anmak için kendilerini yere atıyor. Kiminin gözleri yerde coca cola kutusu arıyor. Kimi içinde kalan hırsı bastıramıyor. Okulun bahçesinde birkaç beceriksiz küfür.

Paat sesiyle irkilen çocuklar, topun patladığını görünce çok üzüldüler. Oysa bugün şampiyon belirlenecekti. Kutlamak için serin kolalar alınacaktı. Akşamın ferahlığında yorgunluğun getirdiği sakinlikle özgürlüğün, korkusuzluğun, çocukluğun son anlarını yaşayacaklardı. Top patlamış olsa da okulun bahçesinde akşamın gölgelenmesini izleyen çocuklar aralarındaki bu bağın sonsuza kadar süreceğine inanıyordu. Tam bu sırada o çocukluğun büyülü anısını annelerin “Nerede kaldın sokak köpeği?” çığlıkları kesti. Belli ki akşam ezanını geçirmişlerdi. Maçın cesur savaşçıları, annelerinin sesini duyar duymaz tırsak yürüyüşlerle evlere dağıldılar.

Mahalleye akşam sessizliği çökmüştü. Rüzgar ufaktan esiyordu. Sokağın kedileri akşam ayinleri için çöpün kenarına toplanarak ruhları çağırıyordu. Köpekler durur mu? Durmaz. Onlar da gelen ruhları karşılamak için uluyordu. Ateş böcekleri gelen bu ruhların yollarını aydınlatarak, onlara yol gösteriyordu. Bu sırada mahalleli telaşla akşam yemeği hazırlıyordu. Zavallı top, patladığı yerde kimsesizliğe terk edilmişti. Arkadaşı sandığı çocuklar şimdi evlerinde ya sofra hazırlıyor ya da bir güzel azar yiyorlardı. Bu mahallenin ahalisinin hâli vakti yerindeydi. Her sofrada bir tabak olurdu. Akşamları çocuklar eve giderken adımları geri atmazdı. Yokluğu bilmez, dert edinmezlerdi. Sofraya, sızlayan gönüllerle oturmazlardı. Aileler korkak, suçlu bakmazdı. Yokluk bilmeyen bu mahalle için gönüller cesurdu.

Mahalleli uykuya dalmışken, patlak top okulun sahasında sabahı bekliyordu. Terk edildiğini biliyordu. O akşam, her zamanki akşamlar gibi değildi. İlk PAAT sesine uyananlar ne olduğunu anlayamadılar. İkinci PAAT sesi onların artık anlama yetilerini ellerinden aldı. Okulun kenarındaki top bu pat seslerini anlayamadı. Kendisinin çıkardığı pat sesleri gibiydi ama çok daha dehşetliydi. Çok büyük bir top patlamış olsa gerek diye düşündü. Top bu sefer alışık olmadığı çığlıklar duymaya başladı. Önce tezahürat olabileceği ümidiyle sevinirken bu çığlıkların ağlamalara döndüğünü fark etti. Hiç normal değildi. Mahalle ilk defa geceleyin bu kadar aydınlık ve sesliydi.

Mahalleli çığlık çığlığaydı. Yapabilecekleri tek şey buydu. Çığlıklar, ağıtlar, gözyaşları, yardım dilenmeleri, Allah diye bağırmaları hepsi boşunaydı. Onları duyan yoktu. Bombaların sesleri bu çaresizlikle dalga geçercesine toprağı dövüyordu. Herkes yardım istiyor ama kimse kimseyi duymuyordu. Bombardıman kulakları sağırlaştırmış, duman gözleri kapatmıştı. Dünyanın, zalimin, Tanrının kalbini ne sağırlaştırmıştı? Aaa doğru sahneyi izlemek lazımdı. Top; köpekler, ateş böcekleri, kediler ve onların çağırdıkları ruhlarla olanları izliyordu. İnsanları ilk kez böyle görüyorlardı. Yüzlerindeki o korku, acı, çaresizlik…

İlk bombardımanın ardından ölümün sessizliği; ateşin çıtırtıları ve sessiz inlemelerle mahalleyi dolduruyordu. Tüm manzarayı dehşetle izleyen kediler, köpekler ve top karşısında ruhlar ve ateş böcekleri oldukça sessizdi. Onların görevi ölenlerin ruhlarının çığlıklarını duymaktı. Ruhun, bedeninin öldüğünü anlamasının en kolay yolu cesedini görmesiydi. Geriye beden kalmamıştı. Nasıl inandıracaktın ki bu arta kalan parçaların, ezilmiş bedenlerin, kopmuş uzuvların onların bedeni olduğuna? Bu zavallılar ailelerini çağırıyorlardı. Eşim, anam, babam, kızım, oğlum, kardeşim neredesiniz? Hayatta mısınız? Onlara koşuyorlar, bağırıyorlar, kurtarmaya, kurtulmaya çalışıyorlardı. Kimin ölü kimin yaşayan olduğunu anlamak mümkün değildi. Ateş böcekleri yeni ölen ruhlara yolu gösteriyordu. Ruhlar yeni ölmüşlerin çığlıklarına karşın onları telkin ediyordu.

Mahalleli okula sığınmıştı. Okulu geçici hastaneye çevirmişlerdi. Kimileri yanmış, kimilerinin uzvuları kopmuştu. Yollar harap olduğundan insanları güvenli bir sığınağa taşımak zaman alacaktı. Bunun için kalanların okula toplanması için çağrılar yapıldı. Okulun bahçesine toplanan insanları yetkililer kaydediyordu. Kimin kimi ölmüş? Kim hayatta kalmış? Ölenlere rağmen yaşayanlar yas tutamazlardı. Devletlerin savaşının zayiatları olan bu rakamdan ibaret kalan insanlar için asıl savaş şimdi başlıyordu. Açlık, yokluk ve hastalık... Bunlara karşı ailelerini, kendilerini korumalıydılar. Yetim kalanların vay haline! Onların sonu açlık, hastalık ve ölüm. Ama olsun bu savaşının bir kazananı olacaktı. Onlar sadece bir özürle anılacaklar yahut hiç anılmayacaklardı. Yaşasın kazananlar! Bir türlü kahrolmadı zalimler! Neyse ölsün insanlar.

Topun bulunduğu köşede beş çocuk bir araya gelmişti. Top onları tanıdı. Bu çocuklar, mahallenin takımıydı. Diğerleri neredeydi ki? Top, kendisiyle izleyen ruhların yanına yeni gelen ruhlar arasında kadronun eksiklerini gördü. Ölenler sessizce yaşayanları izlerken top üzülmüştü. Zavallı top ölen ve yaşayan arkadaşları için yas tuttu. Çocukların ikisi öksüz kalmıştı. Kardeş olan diğer ikili hem öksüz hem yetim kalmışlardı. Birinin iki ebeveyni de hayattaydı. Buna sevinemezdi. Yokluk bilmeyen bu çocuklar ilk ailelerinin yokluğu ile tanışmış yürekleri korkak olmaya başlamıştı. Her şeye rağmen çocuk olanlar dün beğenmedikleri patlak topla bugün oynayarak yaşayanları teselli ediyorlardı. Zavallı top artık kaçmak istemiyordu. Gidebileceği bir yer de yoktu zaten. Yaşayanlar gidince bu mezarlıkta ölen arkadaşları ile kalacaktı. Kediler onları çağıracak, köpekler karşılayacak, ateş böcekleri yollarını aydınlatacak, top onlarla oynayacaktı. Böylece bu çocukların ıstıraplarını dindireceklerdi.

Yaşayanlar yardımın gelmesini bekliyordu. Ailesi olanlar gittiler. Hastası olanlar kaldılar. Yetimler ne mi yaptılar? Onların ne gidecekleri ne de kalacakları bir yeri yoktu. Onlar sadece beklediler. İlk bombardımanın ardı gelmeye başladı. Bombardımana göre günleri belirliyorlardı. Geçici hastane olan okul tenhalaşmıştı. Ölülerden gelen yeni ruhlar daha ölümlerini kabullenememişken, cesetler üst üste bir çukura doldurularak yakılıyordu. Her geçen gün bombardıman daha da yaklaşıyordu. Okulu bombalamazlardı değil mi? Ölecek olanlar için bomba harcamazlardı değil mi? Böylece umutla hayata tutunmaya çalışıyorlardı. Lakin zalimin en sevdiği şey bedenleri değil ruhları öldürmekti. Son umutları öldürmek, insanlığın aç ağzındaki sivri dişlerle onları parçalayarak, zevkine öldürmekti. Yetimler topun yanında kalan son iki arkadaşıydı. Küçük olanın etrafında ateş böcekleri dolaşmaya başlamıştı. Ruhu yaşamla ölüm arasındaydı. Birkaç güne zavallıcık açlıktan öldü. Ateş böcekleri ona dost olup ruhuna yol gösterirken, ruhlar onu teselli ettiler. Top artık üzülüp üzülmeyeceğini anlayamıyordu. Gerçi kimse anlayamıyordu. Ölene üzülmüyorlardı. Çünkü herkes birilerini kaybediyordu, bu yüzden yas tutmak sessizce yasaklanmıştı.

Yalnız kalan abi topun yanında kalan son arkadaşı olmuştu. Top dışında kimsesi yoktu. Kimsesizler ölüler gibi görünmez, duyulmazdı. Zavallı çocuk birkaç gün kardeşinin ölü bedenine sarıldı. Artık tamamıyla kimsesizdi. Ne yaşama ne de ölme isteği vardı. Arada kalmış, bekliyordu. Ya umudu ya da ölümü, hangisi gelirse gelsin fark etmeyecekti. Çocuğun ruhu, kardeşiyle beraber orada öldü. Çok geçmeden zalim son umudu parçalamak için hastane olarak kullanılan okulu bombaladı. Son çocukla birlikte top da öldü. Ateş böcekleri onlar için geldi. Onları bekleyen ruhlar takım arkadaşları ve kardeşi oldu. Topun ve çocukların acılarının dindirilmesine ihtiyaçları kalmamıştı. Kediler onları çağıracak, köpekler karşılayıp uluyarak tezahürat yapacak, ateş böcekleri yolları aydınlatacak, çocuklar topla birlikte sonsuza kadar oynayacaklardı.

FATMA DURSUN

https://www.instagram.com/reel/CN2bsXyni_b/?utm_medium=copy_link

“Hotaru no Haka” filminin linkte çok güzel bir editi var. Film savaşın gölgesinde iki kardeşi anlatıyor yazarken Seita ve Setsukoyu hatırladım. Filmi izlemenizi şiddetle tavsiye ederim.