Keşmekeş

Yasemin Çakır

Camın üzerinde kayan rüzgâr, usulca mırıldanıyor, uykumuzu getiriyordu. Bu tembel havaya daha fazla katlanamayacağımı anladığımda yerimden doğruldum.

‘’Hadi kalk. Ne bu böyle? Yatalak hastalar bile bizden daha çok hareket ediyor.’’

Artık karşı çıkmaya bile tenezzül etmeyen eşim, istemeyerek de olsa ayağa kalktı. Hızla hazırlanıp dışarı çıktık.

Tenimizi okşayıp geçen rüzgâra rağmen hava güneşliydi. Sokak çığlık çığlığa koşuşturan, kendilerince ‘oyun’ oynayan çocuklarla doluydu.

‘’Hah! Eskiden böyle miydi, şunlara bir bak. Biz adam akıllı oyunumuzu oynar dönerdik evimize.’’ Söylediklerimi duyan eşim, sağ kaşını hafifçe kaldırıp ‘abartmıyor musun?’ bakışını atınca, her zaman olduğu gibi haklı çıkmak adına ağzıma geleni söylemeye başladım. ‘’Öyle kolay kolay girmezdik eve tamam da bunlar gibi tiz çığlıklar atıp kimseye rahatsızlık da vermezdik.’’

‘’Çocuk onlar Sema. Oyun oynamaktan başka ne yapacaklar. Bırak bağırsınlar. Dik dik bakmayı bırak da gidelim hadi.’’

‘’Üstüme iyilik sağlık! Niye bırakayım canım. Hava almaya çıkmışken kafa dinleyemeyecek miyiz biz? Sen dur hele ben birinin ailesini göreyim de bak o zaman neler diyorum.’’

‘’Hadi Sema. Hadi canım. Kime ne diyeceksen dönüşte dersin. Belli ki çocukların da bir yere gittiği yok.’’ Koluma girip beni yürümeye teşvik etti.

Yarım saat ha oldu ha olmadı, eve geri dönmek istedim. Eşim başta biraz mırın kırın etti tabii. Birkaç sokak ileride bir patika olduğunu söyledim. Aradığım sessizliği orada bulmayı umarak bu kez de ben onu kolundan tutup çekiştirdim. Yol gittikçe tenha sokaklara çıkıyordu.

‘’Sema. Bak sakince soruyorum hayatım. Bizi buraya sürükledin ama nereye çıktığını gerçekten biliyor musun?’’ Yüzüme kondurduğum küçük bir tebessümle, ‘’hiç yoktan yeni bir yol öğrenmiş oluruz.’’ diyerek bakışlarımı başarabildiğim kadar masum hale getirmeye çalıştım. İşe yaramış olacak ki gökyüzüne bakıp deriiin bir nefes aldıktan sonra yürümeye devam etti. Bittabi ben de öyle.

Bir süre daha yürüdükten sonra önümüze bir sapak çıktı. Eşimin tüm ısrarlarına rağmen soldaki yoldan devam etmemize karar kıldım. Yol gittikçe daralıyor, sokak kenarlarını süsleyen viran evler sıklaşıyordu. Fazlasıyla ilerlediğimiz için geri dönmek yerine patikanın yerini sorabileceğimiz birileri aradık ama ortalıkta in cin top oynuyordu. Belli etmemeye çalışsam da önümüzde boylu boyunca uzanan ıssız sokağı gördükçe ürperiyordum. Sonunda geldiğimiz yoldan geri dönmek üzereydik ki önümüze üstü başı kir içinde, kıyafetlerinde yer yer yırtıklar olan küçük bir çocuk çıktı. Bir dizimi yere koyarak çocukla boylarımızı aynı hizaya getirdim. ‘’Merhaba, adın ne?’’ Cevap yok. ‘’Buralarda bir patika varmış biliyor musun?’’ Yine cevap yok. ‘’Mehmet bu çocuk duymuyor galiba. Gel biz az daha gidelim. Yine bulamazsak geri döneriz, söz.’’ Çocuk onaylarcasına kafasını bir aşağı bir yukarı salladı. Neyi onayladığına emin olamadık. Patikayı bildiğini umarak: ‘’Peki bize yolu gösterebilir misin?’’ diye sordum. Önce hiçbir tepki göstermedi. Ardından kafasını bir sağa bir sola salladı. Söylediklerimi çocuğun duymamasını dileyerek eşimin kulağına fısıldadım: ‘’Baksana yazık anlamıyor herhalde. Bağırarak falan mı sorsak?’’

‘’Saçmalama Sema. Anlamasa niye onaylasın çocuk. Geç sen şu tarafa ben anlaşırım şimdi onunla.’’

‘’Ben anlaşamadım sen mi anlaşabileceksin. Güldürme beni. Gel hadi gidelim.’’

Eşim biraz önce benim yaptığım gibi çocuğun önünde diz çöktü. Kısık sesle birkaç şey söyledikten sonra çocuk gülmeye başladı. ‘’Ne dedin çocuğa?’’

Mehmet cevap veremeden çocuk önümüze geçti ve onu takip etmemiz için bizi yönlendirdi.

Birkaç sokak ilerlediğimizi düşünüyordum ki çocuk bir anda durdu. Mehmet’i yanına çağırdı.

‘’Ne diyor??’’

‘’Anlamaya çalışıyorum Sema. Sen arkadan soru sormaya devam etmezsen evimize daha çabuk dönebileceğimize eminim.’’

Sözlerinin ardından gözlerimi devirdim. Şimdiye kadar o kadar çok sokaktan geçmiştik ki artık kendi başımıza geri dönebileceğimizi de sanmıyordum. Çocuğun ne dediğini duymak için çabaladım ama nafile. ‘Ne diyor?’ sorusunu yineleyecektim ki az önce verilen tepkiyi anımsadım -göz devirme-.

Neyse ki Mehmet hemen ayağa kalktı. Çocuksa Mehmet’in eline tutuşturduğu parayı alarak koşar adım geri döndü.

‘’Ne oluyor Mehmet? Niye para verdin küçücük çocuğa? Hem niye gidiyor o?’’

‘’Bir sonraki sokağın sonunda senin şu ‘patika’ varmış. Çocuğun evine dönmesi gerekiyormuş ben de buradan sonrasını halledebileceğimizi söyledim.’’

‘’Ne iyi ettin!!’’ Peki, nasıl bulabileceğimiz hakkında bir fikrin var mı? Hayır yani geldiğimiz yolları senin de görebildiğini düşünerek söylüyorum, her sokak dallanıp budaklanıp diğerlerine bağlanıyor ya! Ne diye gönderdin çocuğu? Ah Mehmet ahhh!’’

Eşim tek kelime etmeden koluma girdi. Sokak boyunca ilerledik. Patikanın başı göründüğünde derin bir nefes aldık.

‘’Bak. Demiştim sana. İyi ki gelmişiz, doğa havası aldın benim sayemde.’’ Tabii bu rahatlama önümüze çıkan bir grup kabadayıyı görünceye dek sürebildi.

Mehmet’in kolunu saran elim ona daha sıkı sarıldı. Adamlardan biri bize doğru birkaç adım daha attı.

‘’Patikadan geçmek ücretlidir. Önce parayı verin.’’

‘’Eşkiya mısınız kardeşim!? Allah’ın yolu. Size para vermek zorunda değiliz. Çekilin önümüzden.’’

‘’Hahaha duydunuz mu siz de, zorunda değillermiş.’’

‘’Beyefendi bize polisi aratmayın, kibarca çekilin biz de işe polisleri karıştırmadan gidelim.’’ Büyük bir özgüvenle konuşmaya daldıktan sonra Mehmet’in ‘ne yapıyorsun?’ bakışlarını üzerimde hissettim. Polisleri arayın deselerdi ne yapardık bilmiyorum. Zira ikimiz de bunun kısa bir yürüyüş olacağını düşünerek telefonlarımızı evde bırakmıştık. Üzerimdeki trençkotun cebinde telefonum olduğunu düşünmeleri için son kez ikaz edip elimi cebime götürdüm. Adamlar bu hareketin ardından gerildiklerini belli etmek istemeseler de biraz gerilediler. Önümüzdeki adam bakışlarını üzerimizden ayırmadan konuşmaya başladı: ‘’Parayı verin kimsenin gücü üzülmesin. Yoksa sonuçlarına katlanırsınız.’’ diyerek yumruk yaptığı ellerini göstererek Mehmet’e baktı. ‘’Ya sabır, nerden girdik bu yola... Hadi kardeşim, bak işine.’’

‘’Siz kimi tehdit ettiğinizi bilmiyorsunuz. Bugüne bugün bu adamın dövüş lisansları var. Pişman eder sizi. Çekilin yolumuzdan. Sinirlenirse sakinleştirmeye çalışmam, görürsünüz.’’

Adam dalga geçercesine kahkaha attı. Ne olduğunu anlayamadan az önce dikkatleri üzerine çektiği yumruğu artık Mehmet’in yüzündeydi. ‘’Ne kadar korktuğumu yeterince belli ettiğimi düşünüyorum.’’ dedi. Yaşananların şokuyla nefesimi tutup öylece bakakaldım. Ardından, adamın gözlerinin ileride birine iliştiğini fark ettim. Dönüp baktığımda patikaya kadar bize eşlik eden çocuğu gördüm. Gözlerini dikmiş adama bakıyordu. Adam gitmesini işaret etti ama çocuk çekilmedi. Çocuk ona baktıkça adamın bakışları değişiyordu. Kısa süre içinde, adam istemediğini açıkça belli ederek: ‘’Oğluma dua edin siz. Bu ilk ve son. Bir daha ödeme yapmadan burdan bir adım dahi atamazsınız. Şimdi defolun.’’ Mehmet kanayan burnunu tutarken ben de bakışları bize kayan çocuğa, teşekkür edercesine kafamı salladım.

Tüm yaşananlara rağmen yine de o patikadan derin nefesler eşliğinde, gülümseyerek geçtim. Mehmet’in sinirden kaşının seğirdiğini gördüğüm için hiçbir şey söylemeden sessizliğin tadını çıkardım.

Sonunda evin sokağına ulaştık. Çocuklar her zamanki gibi çığlık çığlığa koşuyorlardı. Küfürler eşliğinde koşuşturanlardan birisi bize çarpmak üzereydi ki Mehmet’in yüzünü görüp durdu. ‘’Ne bakıyorsun çocuk, az öteye git hadi.’’ Çocuk bana garip garip bakıp dil çıkarınca sinirlerim iyice gerildi. ‘’Bana bak banaa! Nerde senin annen, baban? Azıcık sahip çıksınlar canım ne bu böyle!’’ Mehmet için bardağı taşıran son damla bu olmuş olacak ki çocuğu gönderip aniden bağırmaya başladı.

‘’Gerçekten mi Sema? O kadar şey yaşadık ve sen hâlâ bu çocuklara mı kızıyorsun? Patikaymış… Burnumun ne hale geldiğini görmüyor musun sen? Ya sen az önce yaşadıklarımızı algılayamadın herhalde! Gasp edilmek üzereydik Sema! Yardımı karşılığında para vermeme bile kızdığın çocuk sayesinde ‘sen’ eve zararsız dönmeyi başarıyorsun. Ve sen yine de burada durup bu çocuklara mı kızmak istiyorsun?’’

Mehmet’in sözlerinin ardından yapabileceğim tek şeyi yaptım. Hıçkırarak ağlamaya başladım.

‘’İnsanların içinde bana nasıl bağırırsın? Ben bunu hak edecek hiçbir şey yapmadım. Sadece sessiz sedasız bir yer görmek istedim. İkimizin de hayatında bir değişiklik olsun dedim. Seni düşünmek de suç oldu artık. Ama tamam. Ben anladım seni, artık hiçbir şey yapmadan öylece otururum evde. Sana da karışmam. Yeni bir şey de istemem senden. Konuşayım diye yalvarırsın ama gıkımı çıkarmam.’’ Mehmet tek kelime etmeden hızla eve gitti. Hemen toparlanıp ben de arkasından gittim.

Eve vardığımızda Mehmet burnuna pansuman yapıp salona çekildi. Ben de odamıza gittim. Pijamalarımı giyip sırtım kapıya dönük olacak şekilde uzandım. Ara ara Mehmet’in adım seslerini duyunca başıma çektiğim yorganın altından birkaç küçük hıçkırık ve beraberinde gelen hızlı nefes alışverişleriyle şovumu sergiledim. Tabii şovun en önemli parçası tek kelime etmemekti. Zor oldu ama başardım.

Saat gece yarısını bulmadan Mehmet 4 saatlik ‘ağlayışıma’ dayanamayıp yanıma geldi.

‘’Hayatım. Haklısın, sana çıkışmamam gerekiyordu. Özür dilerim. Özellikle mahallede bağırdığım için... Senin bir suçun yoktu. Affedebilecek misin beni?’’

Böylelikle yine timsah gözyaşlarının ardından gelen mutlu sona yeni bir teşekkür borçlanmış oldum.