Geç Olmamışken

Hacer Noğman

Aramızda geçenin hararetli bir tartışma olmasını dilerdim fakat gelin görün ki öylece, sessizce durmaktan başka yaptığımız bir şey yok. İlk kim konuşmaya başlayacak? Üzerine methiyeler dizili bu sessizliği kim yaracak da İşte, ben buradayım! diyen düşünceler kimden fışkıracak? Ondan yahut benden. Konuşmaya başlayan ben olurdum genelde. Bunca yaşamına dek konuşmanın bir yararını görmeyen o-birkaç defa böyle demesine şahit olmuştum-, işte tam da böyle, hep susmayı tercih ederdi. Ama kim bilebilirdi ki onun da benim gibi düşünceleriyle konuşmadığını?

Aylar oldu görüşmeyeli. Gel dediğinde gitmeyişimle dolu birkaç ay geçti. Pişman mıyım? Belki. Belki evet bile derim buna. Ama bunu yüzüne karşı söyleyemem. Nasıl söylenir ki? Ben nerden bilebilirim pişmanım demeyi; belki özür bile dilemeyi. Diyeceğim birkaç kelime olur: Kem küm. Ne demekti bu kem küm? Anlamsız birkaç lakırtıdan başka neydi?

Konuşmuyordu, öylece duruyordu; pencereden dışarıyı izliyordu. O an bir pencere, belki pencerenin çerçevesi ve hatta menteşe olabilmeyi diledim. Ama pişman olduğumu ona söyleyemem. Nasıl söylenirdi ki? Ben bilmem böyle kelimeleri.

Bu sabah uyandığımda, telefona baktığımda onun mesajını gördüm. Bu haftasonu gelmeyi düşünmez misin? İyi de işlerim var. Nasıl geleyim? Gelmemi gerektirecek birileri yok ki orada. O, gitmem için yeterli bir sebep değildi. Bunu nasıl evirip çevirirdim bilmiyordum. Bu yüzden mesajına geç cevap verdim. Gitmemek için türlü türlü bahaneler uydurdum kafamda. En elverişli olanı da ona sundum. İşlerim var, başka bir haftasonuna. Yalan değildi, işlerim vardı. İşlerimin herhangi bir zamanda da halledilebilecek olması bu bahaneyi geçersiz saymıyordu. İçim rahattı. Niye olmasındı ki?

Aylarca bu tür bahanelerle gitme işini başımdan savdım. Bu iş dediğim; sılayırahim. Hatır güncellemesi konular bana göre. Gideceğim yerde görmeme değer birilerinin olması gerekirdi. Haklıydım. Çünkü öyle olması gerekmez miydi; hani gideceğiniz yerde görülmeye değer birilerinin olmasının gereksinimi…

Bugün, geçen onca aydan farklı olarak, mesajıma cevap vermedi. İşkillendim. Aramak falan da gelmedi aklıma. Onu aramazdım. Gerekmedikçe. Ama bugün yanına geleceğim tuttu. Biraz da zaruri oldu. Gelemeyeceğim mesajını atmama rağmen. Geldim. Şaşırmadı. Ama bekliyor gibi de değildi. Soğuk bir ifade hâkimdi yüzüne. Pencereden dışarıyı izliyordu. Ona neden geldiğime dair bir şeyler söyleyemedim. Arkadaşım bu tarafa geldiğini söyledi; hazır geliyorken benim de eve uğrayabileceğimi düşünmüş. İyi düşünmüş, ben de gelmekle iyi ettim değil mi? Ben hep iyi ederim, genelde.

Konuşmuyor. Öylece susuyor. Bir menteşe bile olabilmeyi neden istedim sanıyorsunuz? Buraya onun için gelmeme rağmen susması, konuşmaması, alaya alır gibi pencereden dışarı bakması, hiç yokmuşum gibi davranması olacak şey mi? Yaptığının saygısızlıktan farkı yok. Gelin görün ki o, bu yaptığının saygısızlık olduğunu anlamaz, anlasa da asla kabul etmez.

“O kadar yoldan geldim-otuz dakikalık bir yol- ama hiç konuşmuyorsun? Gel demedin mi? E neyin sessizlik tatavası bu? Sana da iyilik yaramıyor.”

Konuşmuyor.

Öfkem yükseldi. Bir şey söylemedim. Ne söyleyebilirdim ki böyle bir insana? Kıymet nedir bilmez, hatır nedir bilmez; insan delirmesin de ne yapsın?

“Gelmeyebilirdim, biliyorsun değil mi? Senin için geldim.”

“Aylardır gelebileceğin gibi, değil mi? Hayır, benim için gelmedin. Zorunda olduğun için geldin. Arkadaşına, hayır, ben gitmek istemiyorum, dediğinde seni ayıplayacağı, senin hakkında kötü düşüneceği için gelmemeyi göze alamadın. Seni öyle iyi tanıyorum ki. Bu duruma üzülmüyor değilim. Neden böylesin? Böylesine bencil?”

“Ben miyim bencil? Peh, dediği şeye bak!” Haklıydı. Ama nasıl haklı olabilirdi? Benim haklı olmam gerekirdi. Bunca zamandır gelebilecekken, gelmeyişimin ardında haklı sebeplerim vardı. En azından kendimce haklıydım. Ben zaten çoğu zaman haklıydım.

“Bu zamandan sonra sana pek ihtiyacım kalmadı. Tek başıma yürümeyi öğrendim. Yanımda birilerine ihtiyacım varken, seni onca zaman beklemişken gelmemene karşın bugüne değin gelebildim. Bunca zaman sana gel dediğim için; aramızda kan bağının olması, sana gel demem için yeterli bir sebeptir diye düşündüğüm için; özür dilerim.”

Haklı olduğum için özrünü dilemesini biliyor en azından. Burnum havada, çıktım oradan. Büyüklük bende kalsındı.

Hacer Noğman

Haftanın Görevi: 1. Öykünüz birinci tekil şahıs ile yazılacak.

2. Karakteriniz bir başka şahısla bir konuda tartışacak ve -burası önemli- kesinlikle haksız olacak.

Tabii ki kendisi haksız olduğunu düşünmek zorunda değil, ancak okuyan okur onun haksız olduğunu bilecek.

3. Öykünün bitimine doğru, diğer şahıs özür dileyecek ve "hata"sını kabul edecek.