Zorluk: Hatice Hanımın, zihnini yeni bir bedene aktarmak için gittiği klinikte başına hiç beklemediği bir olay gelir.
Bu cümleden hareket eden bir kurgu yazacaksınız.
Uyandı. O gün uyanmak, ölmek gibi gelmişti. Gözleri son kez güne başlamanın ağırlığını taşıyordu sanki. Kalbi yavaş yavaş, bir pille çalışır gibi atıyor, aldığı nefes geçtiği her noktayı hissettirmek istercesine canını yakıyordu. Ne zamandır aldığı her nefeste canının yandığını fark etti.
Ama artık yanmayacaktı. Derin derin nefesler alacaktı. Nefesi kesilmeyecek, öksürük krizlerine girmeyecek, ufak tefek işler yaparken bile defalarca soluklanması gerekmeyecekti. Her şey sağlıklı olduğu zamanlardaki gibi olacaktı. Ama “o” olmayacaktı. Yani içeride bir yerde o olacaktı elbette ama vücudu, elleri gözleri, kalbi, ciğerleri… Her yeri laboratuvar ürünü olacaktı. Kendi bedeninin içinde yaşamayacaktı artık.
Son zamanlarda zihin aktarımını her düşündüğünde bir yabancılık hissiyle doluyordu. Her seferinde de bu düşünceden kurtulmak için kendini işlerine, hayatın rutinlerine veriyordu. Bugün de öyle yaptı. Önce yataktan kalktı. Kalkmasıyla nefesinin daraldığını hissetti. Hızlı hareket etmişti. Biraz yavaşladı. Sakin sakin lavaboya ilerledi. Yüzüne bir su çarpıp mutfağa geçti. “Son kahvaltımda ne yesem?” diye düşünürken gözü masanın ucundaki sigara kutusuna takıldı. Her şeyin sebebi orada, masumca duruyordu. İşin kötü yanı, ona karşı öfke değil arzu duyuyordu. Ciğerlerini mahveden, hayatını bir cehenneme çeviren şu mereti her gördüğünde tek istediği bir kere daha içmek oluyordu. Sigarayı yaktığı anda içinde duyduğu kıpırtı, elindeki sigarayı bitirirken pişmanlığa, hayal kırıklığına, öfkeye dönüşüyor, tekrar sigara görene kadar bu duyguları içinde büyütüyor, bir daha asla içmeyeceğine yeminler ediyordu.
Ama işte, masanın ucunda, bu sefer gerçekten son bir defa içmesi için ona yalvarır gibi duran sigaraya yine karşı koyamıyordu. Bir daha istese de içemezdi zaten. Öyle söyledi kendine. Yeni bedeninde işler bu raddeye gelmeyecekti. Gelemezdi de zaten. Hiç sigara kullanmamış, sigara gördüğünde midesi bulanacak şekilde koşullanmış birine dönüşecekti. Bu yüzden bu vücutta yaptığı hataları yapmayacaktı.
Her an biri odaya girip elinden alacakmış gibi aceleci bir tavırla sigarayı paketten çıkardı, dudaklarının arasına götürüp yaktı. İçerken çocukluğu geldi aklına. Lisede başlamıştı sigaraya. Arkadaş çevresinde herkes içince o da denemek istemişti. İlk içişinde midesi bulanmıştı, ne ağzındaki tadı ne üstüne sinen kokusunu beğenmişti. Ama arkadaşları hep içtiği için arada bir onlardan alarak içmeye devam etmişti. Sınav senesinde iyiden iyiye içmeye başlamıştı. Stresine iyi geliyordu. Bir nevi arkadaşı olmuştu sigara. Dert ortağı olmuştu. Aslında en büyük derdi olacağını bilmiyordu tabii o zamanlar.
Yaşı ilerledikçe vücudu, ciğerleri etkilenmeye başlamıştı sigaradan. Önce merdiven çıkarken, temizlik yaparken, yürüyüş yaparken nefesi zorlamaya başlamıştı. Birkaç kere bırakmayı denemişti ama kâr etmemişti. Bir türlü karşı koyamıyordu bu Allah’ın belasına. Zamanla nefesindeki daralma artıp öksürük başlayınca bir doktora görünmeye karar vermişti.
“KOAH” demişti doktor. “Halk dilinde: nefes darlığı. İlerlemiş de biraz. Bu hastalığın kesin bir tedavisi yok. Ömür boyu sizinle olacak. Ben sizi rahatlatacak bazı ilaçlar vereceğim. Ama sigarayı bırakmazsanız ilerlemenin önüne geçmemiz çok zor. Çok riskli bir hastalık Hatice Hanım. Bundan sonra kesinlikle sigara içmemelisiniz.”
İçmişti. Birkaç ay bırakmıştı aslında. Ama tam o dönemlerde eşinin kaza geçirip ölmesi zaten var olan stresine, hastalığından da kaynaklanan üzüntüsüne tuz biber olmuştu. Sürekli eski dert ortağını aramıştı. Sonunda dayanamamış, karşı koyamamış, tekrardan dönmüştü sigaraya. Ciğerleri her geçen gün daha kötü olurken o da her gün kendine daha fazla kızıyor, daha büyük yeminler ediyor ama bir türlü bırakamıyordu. Bazen o kadar zor nefes alıyordu ki değil hareket etmek, uyumak bile bir işkenceye dönüşüyordu onun için.
Tam artık durumu kabullenip akciğerlerinin tükenmesini bekleyecekken mühendis olan büyük kızı aramış, ona çok önemli bir haber vermişti. O günü hiç unutamıyordu. Birkaç ay önce yine burada otururken kızı aramıştı. Hâl hatır sorduktan sonra “Anne, bir süredir sana söyleyecektim ama ne dersin bilemedim. Bizim bir arkadaş var. Yapay zekâyla, zihin aktarımıyla falanla uğraşıyor. Geçen onunla konuşuyorduk. Senin hastalığını anlattım laf arasında. Dedi ki bir program geliştirmişler. Özellikle ileri derecede hasta insanları kurtarmak için kullandıkları bir program. Senin durumun da giderek ağırlaşıyor. Eğer olabilir dersen yarın akşam arkadaşımı da alıp geleceğim yanına, sana anlatacak programı. Ne dersin?” demişti. Hatice Hanım önce ne diyeceğini bilememiş, konuşmazken aldığı nefesin bile canını acıttığını fark ettiğindeyse itiraz edememişti. “Söz vermiyorum,” demişti ama. Çok uzak geliyordu böyle şeyler. Ama tek yolu buysa…
Sonraki akşam kızı arkadaşını da alıp gelmişti yanına. Çay kahve muhabbet derken Hatice Hanım’ın öksürük krizi lafı asıl mevzuya getirmişti. Kızının arkadaşı Eylül öksürüğü bitene kadar sakince beklemiş sonra lafa girmişti. Bu çalışmanın şimdiye kadar yüzlerce kişide denendiğini, şimdiye kadar ufak tefek sorunlar dışında bir aksilik oluşmadığını, sürecin tamamında bir psikolog ve fizyoterapistle vücuda uyumun sağlandığını, aktarım yapılan kişilerin neredeyse tamamının yeniden doğmuş gibi olduklarını söylediğini… Neler neler anlatmıştı.
Hatice Hanım ikna olur gibi olduysa da hemen evet dememişti elbette. Böyle işler aceleye gelmezdi. Birkaç kişiyle istişare etti, bulabildiği tüm yazıları okudu. Hatta kızı, daha önce zihnini aktarmış biriyle görüşmesini bile sağladı. Sonunda kabul etti.
Kabul etti etmesine ama aklında hep de bir şüphe kaldı. Düşünüp duruyordu neler olacağını, nelerin değişeceğini. Mesela bedeni değiştiğinde artık kendisi gibi hissedebilecek miydi? İnsanların ufak tefek estetik ameliyatlar sonrasında bile bambaşka biri gibi hissetmeye başladıklarını, vücutlarını yabancısıdıklarını duymuştu. Ya alışamazsa, ya bu yeni vücutta ömür boyu hapis kalırsa? Ne yapacaktı o zaman?
İşte şimdi, elinde son sigarasıyla mutfakta otururken yine bu şüpheler doldurmuştu içini. Ne kadar düşünmemeye çalışsa da fayda yoktu. Zaman yaklaştıkça zihninin sesini bastırmak zorlaşıyordu. Saatini kontrol etti. Birazdan kızı gelecekti. Kapıyı çalacak, eve girecek, kendini nasıl hissettiğini soracak, onu teskin edip artık gitmeleri gerektiğini söyleyecekti. Beraber evden çıkıp Zihin Aktarım Merkezi (ZAM)’ne gidecekler, ama beraber geri dönmeyeceklerdi.
Tam bunu düşünürken kapı çaldı. Sabahtan beri her şeyi aceleyle yapan o değilmiş gibi bir kaplumbağanın ağırlığıyla yerinden kalktı. Ayaklarını sürüye sürüye kapıya ulaştı. Kapının kilitlerini yavaşça açtı. Kızına baktı, gülümsedi. İçeri buyur etti onu.
“Nasıl hissediyorsun annecim?” diye sordu kızı. Teskin aşamasını geçmek istedi. “İyiyim,” dedi “Gerilirim, kötü hissederim diyordum ama çok iyi hissediyorum.”
“Çok sevindim iyi olduğuna. Hadi, çıkalım madem,” dedi kızı. Yaşasındı, atlatmıştı. Sorgulanmayacak olmanın sevinci yüzüne yansımış olacak ki dikkatle yüzünü inceleyen kızı daha da rahatlamış göründü. Başka başka konulardan bahsederek arabaya kadar indiler. Yol boyunca da –sanki bilerek hazırlanmış gibi- Hatice Hanım’ın en sevdiği şarkıları dinleyip eşlik ettiler. Ana kız eskiden beri şarkıları söyleyen ile birlikte söylemeyi severlerdi.
Sonunda Zihin Aktarım Merkezi’ne ulaştıklarında ikisini de bir suskunluk kapladı. Park edilmiş arabadan çıkarken, merkeze yürürken hiç konuşmadılar. İçeriye girdiklerinde onları Eylül karşıladı. İmzalanması gereken evraklar elindeydi. Ofis tarzı bir odaya kadar onlara eşlik edip elindeki belgeleri Hatice Hanım’a verdi.
“Hatice Hanım, siz bu belgeleri iyice okuyup doldurun lütfen. Biz sizi biraz yalnız bırakalım. Bitirdiğinizde ya da başka bir şey olursa beni ya da kızınızı bir çaldırın, hemen geliriz. İstediğiniz kadar zamanınız var.”
Hatice Hanım belgelerle beraber odada kalmıştı. Önce biraz etrafı dolandı. Duvarlardaki diplomalara bakılırsa burada çalışan bir doktorun odasıydı. “İzin günü mü acaba?” diye düşündü. Belki de onun işlemi için hazırlanıyordu. Elindeki belgelere baktı. Merak ediyordu aslında ama bir yandan da hiç okumak istemiyordu. Ağır adımlarla masaya geçti. Okumaya başladı.
Daha ilk sayfası yeni bitmişti ki odaya sarışın, uzun boylu, güzel giyimli bir kadın girdi. Yüzünden endişeli olduğu anlaşılıyordu. Hatice Hanım’a doğru koşarcasına ilerledi. Yanına ulaştığında önce kapıya doğru ufak bir bakış atıp Hatice Hanıma döndü.
“Yapmayın,” dedi. “Neden yaptığınızı bilmiyorum, belki yapmazsanız çok kötü şeyler yaşayacaksınız, belki şu anda da çok zor şeyler yaşıyorsunuz ama yapmayın. Bunun dışında yapabileceğiniz ne varsa onu yapın. Ama bedeninizi değiştirmeyin. Bu cehennemi kendinize yaşatmayın. İnanın bana bunun ne demek olduğunu biliyorum.”
Kadın soluklanmak için durduğunda Hatice Hanım olanları sindirmeye çalışıyordu. “Yoksa… Siz de mi?” diye sorabildi sonunda.
Kadın duraksadı. “Hayır, kardeşim. Kanserdi. Sürekli hastalığıyla yaşamak çok zor geliyordu. Bu programı duyunca düşünmeden kabul etti. Aktarımdan sonra aylarca psikologlara geldi, fizik tedavi gördü ama bir türlü alışamadı vücuduna. Bazen o kadar kötü oluyordu ki… Ellerini, bacaklarını bağlamamız gerekiyordu. Kaç kere kendini kesmeye, derisini yırtmaya çalışırken yakaladım onu. Bir kere de zamanında yetişemedim…”
“Öldü mü?”
Sorduğu sorunun ağırlığını, soru ağzından çıkana kadar fark etmemişti. Fark ettiğindeyse çok geçti. Ama karşısındaki kadın bunun ayırdında değil gibiydi. Gözleri dolmuştu. Fısıltıya benzer bir sesle “Evet,” dedi. “Evet, öldü.” Ardından hızla kendini toparladı, “Ben söyleyeceğimi söyledim, artık siz bilirsiniz” deyip odayı geldiği gibi koşarcasına terk etti.
Hatice Hanım, kadının arkasından bakakaldı. Beş dakika mı bir saat mi yoksa yıllar boyunca mı sürdüğünü bilmediği bir süre boyunca kadının çıktığı yere gözlerini dikmiş bir hâlde oturdu. Bir süre sonra kapı tıklatıldı, kızının sesini duydu, içeriye giren kızını gördü ama hiçbirine tepki veremedi. Kadının söyledikleri zihninde yankılanıyordu. Korktuğu her şey gerçekleşmiş gibi hissediyordu. Kızı yanına kadar geldiğinde yavaş yavaş bakışlarını ona çevirdi. “Gidelim kızım,” dedi. Ne yaparsa yapsın kaybedecek gibi görünüyordu. Kendi vücuduyla kaybetmeyi tercih ederdi.