Bildiğim İyiydi

Hacer Noğman

“Hatice Hanım, kocanızı şuraya atabilirsiniz.” Komşum Vehmi Bey, pek düşüncelidir. Uzun zamandır kafamı kurcalayan bir mesele ile ilgili bana akıl veriyor. Verdiği akıl da bu; kocamı, şu karşıdaki apartmanın çatısına atmak. Bu adam beni deli falan sanıyor herhalde. Tamam, kocamı bir keresinde apartman boşluğuna atmış olabilirim ama yüksekliğin o kadar az olabileceğini hesaba katmamıştım. Asıl delilik bu; dikkatsizliğim. Neyse. Diyeceğim o ki, işinizi sağlama alın.

Tam dokuz yaşımdan beri ev işi yapıyorum. On dokuzumdan beridir de kahır çekiyorum. Bazıları buna evlilik diyor. On dokuzumdan beri okuduğum kitapları unutuyorum. Hep sıkıntıdan. Bu yaşıma değin üç defa şeker diye tuz attım yemeğe. Üçünde de evdekilerin ağzı durmadı. Dırdırdırdırdırdır. Mübarekler, bir dursun ağzınız. Çoluk çocuk kaynana kaynata derken kırka merdiven dayadım. Aynadaki kendime bakınca dokuz yaşımdaki beni görüyorum. Aynadakine bakınca kırkındaki Hatice’yi.

Geçen çarşamba bu Vehmi Bey bana seslendi. Balkonda çamaşır asıyordum. O da her zamanki gibi rehabilitasyon merkezinden yeni gelmiş, balkonda oturuyordu. Yine her zaman olduğu gibi mandallarımı sayıyordu. “O gömleğe iki tane yeter Hatice Hanım!” La havle, la havle. Son mandal ve çamaşır sepetiyle içeri giriş, derken… “Hatice Hanım!... Ben sizin yerinizde olsam kafamı birinin kafasıyla değiştirirdim.” Bu adamın seans sayılarını artırsalar iyi olur diye düşündüm. Bir gün ona da çıtlatırım. “Sizinle değiştirelim mi Vehmi Bey? Sizin kafanız iyi sanki?” Ellerini göğüs hizasında kaldırmış, ikisini zıt yönlü olarak sağa sola salladı. “Aman aman aman aman, sakın ha. Sakın sa sa sakın ha…” Güldüm. İçeri girdim. Ne mutlu sana Vehmi Bey.

Size biraz kocamdan bahsedeyim. Ya da bahsetmeyeyim. Konu ona gelince moralim bozuluyor.

Yine bir gün, Vehmi Bey, mandalları sayarken bana seslendi. “Pardon… Hatice hanım…” La havle, gömleği iki mandalla astım; ne diye bağırıyor bu adam? “Size söylediğim şeyi düşündünüz mü?” Hangi birini, diye soramadım. Boş boş ona baktım. Devam etti adamcağız. “Hani şu kafanızı değiştirme işi?” Vehmi Bey deli falan değil. En azından benden akıllı. Ama bazen bu düşüncelerim tepetaklak oluyor; şimdi olduğu gibi.

Boş boş baktım. Bir şey söylemedim, o da söylemedi. O esnada kendime sabır, Vehmi Bey’e akıl diledim Rabbimden.

Yine bir gün. Mandallar ve Vehmi Bey. Yine aynı soru. “Evet düşündüm Vehmi Bey. Ama nasıl olacak bu iş?” Ondan mantıklı bir yanıt alacakmışım gibi bir yüz ifadesi takındım. Vehmi Bey, bu dikkate alınış hikâyesinden mutlu ayrıldı. Fakat hemen öncesinden bana formülü verdi. Bir sokak adı, bir cadde adı ve bir de numara. “Benim adımı vermeyi ihmal etmeyin…” Son olarak da bu cümle. Vehmi Bey, galiba benden daha akıllı. Daha mı?

Ne mi yaptım? Tabii ki gittim.

Bir çarşamba günü. O cadde, o sokak ve o numara. Otuz dört basamak, bir çelik kapı. “Kliniğimize hoş geldiniz.” Lavanta kokusu. Hangi çiçeğin nasıl koktuğunu bilmezdim ama lavantayı bilirdim. Babaannemin gardırobu böyle kokardı; lavanta. Bir çiçek aldık da kokusunu mu bilmiyoruz? Hiç.

“Şey, ben Vehmi Bey’in tavsiyesi üzerine geldim.” Ooooo’lar, tekrar hoş geldiniz’ler, çay mı alırsınız kahve mi’ler, falanlar filanlar.

Sadede gelirsem, bu işin aslı şu imiş: Bedenler arası zihin aktarımı yapılıyormuş. Bana çok dandik bir fikir gibi geldi. Ama çaktırmadım. Onları onaylıyormuş gibi sürekli kafa salladım. Zihnini aktarmak isteyen kişinin DNA’sı ile aktarım yapılacak kişinin DNA örnekleri alınıyormuş. İşlemin geri kalanını anlamadım, anlamış gibi kafa salladım.

Bu işin olabilirliği ile uykusuz bir gün geçirdim. Defalarca kez balkona çıkmama rağmen Vehmi Bey’i göremedim. İstediğimde bir şey olsa zaten.

Sonraki gün. Çamaşır sepeti, mandallar. Oyalana oyalana mandalları ipe taktım. Hatta gömleği dört mandalla astım. Ama Vehmi Bey yine yok. Derken sesini işittim. “Hatice Hanım… Dört mandal mı? İnanamıyorum size…” Ağız alışkanlığı ile la havle diyecektim ki tuttum kendimi. Günlerdir beni meşgul eden düşüncelerin içinden birkaç cümle çekip çıkardım. “Vehmi Bey, gittim o dediğiniz yere.” İfadesinde değişiklik olmadan bakmaya devam etti. “Gerçekten böyle bir şey var mı? Yani…” “Hatice Hanım, aşk olsun. Var tabii.” Allah Allah. İçeri girdi Vehmi Bey.

Ne yapmalı? Birkaç günüm bu soruyu tekrarlamakla geçti. Çamaşırları yerleştirirken dolaplara iliştirdim bu soruyu ama çıktı geldi yanıma. Bulaşıkları üzerine kapattım, oradan da çıktı. Lavaboda ellerimi yıkarken giden suyla yolladım onu, yine geldi. Ne yapmalı? Vehmi Bey’i balkonda kollamalı.

“Vehmi Bey… Aktarımda duygular da gidiyor mu? Yani…” Vehmi Bey balkonun demirlerine yaslanmış, ağzından çıkan dumanı izliyordu. “Sanırım.” Bu ne demek şimdi, demeye kalmadan içeri girdi. O vakit, ben zihnimdekileri kocama aktarabilirim. Bunca zamandır neler çektiğimi bir görsün bakalım.

O cadde, o sokak ve o numara. Elimde peçeteye sarılı bir tutam saç; eşimin. Çantamda da bir tutam benim saçım. İçimde muğlak bir his; mide bulantısı, yanaklarımda sıcaklık ve ellerimde üşüme.

Size biraz kocamdan bahsedeyim. Moralim bozulamayacak bir raddede. Ama midem buna müsaade etmeyecek. Sanırım yine kocamdan bahsedemeyeceğim.

Gerekli olanları görevlilere teslim ettim. Saç tutamlarını; peçeteleri. Özellikle uyardım; şundan şuna aktarım olacak. Sarı kurdeleli peçeteden kırmızı kurdeleli peçeteyi. Aman ha. Aman. Şaşırmayın emi.

Birkaç gün geçti. Hiçbir şey değişmedi. Yani kocam. Hiçbir şey derken kocam diyorsam, her şeyim kocam mı oluyordu? A a a. İçimde yine o muğlak his.

Vehmi Bey’i dört gün üzerine gördüm. Ses vermedi, ben de seslenmedim. Ne diyeceğimi bilemedim. Ne denirdi ki? Bir şey olduğu da yoktu zaten. Ne kocamda ben olmanın bir işareti ne de bende bir rahatlama vardı. Aksine, birkaç gündür stresliydim.

Bu anlattıklarım, bugüne kadar olan kısımdı. Asıl şey bugün oldu. Yolu tuttuğum gibi kliniğe gittim. Hani dedim aktarım oldu dedim bir belirti yok kimsede dedim siz bizle dalga mı geçiyorsunuz dedim. Bağırdım. Ne olacaksa olsundu. Çalışanlar öyle nahif davrandılar ki, çirkefliğimden utandım. Ama hiç belli etmedim; burnum havada devam ettim: Kaç gündür bekliyoruz ama bir değişiklik yok bizimki de can ama yani hakkınız değil bu kadar bizi bekletmek sizi dava etsem neler olabileceğini tahmin bile edemezsiniz. Tek nefes. Dava ne alaka Hatice?

Çalışanlar tabii bir tavırla karşılık verdiler. Helal olsun dedim, içimden. “Hanımefendi, sizin işleminizi gerçekleştirirken bir aksilik yaşanmış; kurdeleler karışmış sanırım.” Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. “Ee, ne olacak şimdi?” Görevli, kolumdan tuttu, teskin etmeye çalışır gibi bir ifade ile baktı. “Söylediğiniz aktarımın tam tersi gerçekleşecek.” Aman, ne olursa olsun. Ahan da şurama kadar geldi. “Ne zaman olacak peki?” “Başlamış olması gerekiyordu, henüz bir değişiklik yok mu?” Valla bilmiyorum ki, kocam stabil bir hayat yaşıyor. “Yok.” Görevli şaşırdı. Teşekkürler ricalarla ayrıldım oradan. Demin çirkefleşen Hatice’den eser kalmamıştı.

Eve gittiğimde kocam balkonda oturmuş, Vehmi Bey ile konuşuyordu. Yanına çıktım. Kocam eli ile karşıdaki apartmanı gösteriyordu. “Şu karşıdaki apartmanın çatısını söylüyorum Vehmi Bey, oraya atabilirsiniz...”

Hacer Noğman

Haftanın Görevi: Hatice Hanımın, zihnini yeni bir bedene aktarmak için gittiği klinikte başına hiç beklemediği bir olay gelir.

Bu cümleden hareket eden bir kurgu yazacaksınız.