Zihni allak bullaktı Hatice’nin. Derdini Nebahat’e hiç söylemese miydi? İçini bir sıkıntı kapladı. Geri mi dönseydi? Sonradan özür dilerdi arkadaşından. Yok yok. Buraya kadar gelmişti, geri dönmek olmazdı artık. Bir karar vermişti madem, arkasında durmalıydı. Son bir kez anılarını hatırlamak istedi. Acılarıyla acılanmak, mutluluklarıyla mutlanmak. Yapamadı. Kliniğe girip çıkanlara bakıyor, koridordaki panoları inceliyor, monitördeki yazıları okuyor ama anılarını düşünemiyordu. Hayal kurmak istedi yapamadı. Ânı yaşıyor, ânı düşünüyordu. Çocukken de hastaneye gelince geçerdi hastalıkları. İşte, şimdi de öyle olmuştu.
Hatice eşini ve çocuklarını büyük depremde kaybedeli beş yıl oluyordu. Onları kaybettikten bir yıl sonra art arda anne ve babasını da toprağa vermişti. Acıları hâlâ ilk günkü gibi duruyordu. Ailesini kaybettikten sonra akrabalarının onu yalnız bırakmaları, hatta babasından kalan tek mal varlığı olan küçücük evine göz koymaları, dostlarının kendi hayat telaşlarına dalıp onu unutmaları iyiden iyiye hayattan koparmıştı Hatice’yi. Unutamıyor, avunamıyor, sindiremiyordu. Her gece ciğerlerini demir taraklarla tarıyorlar, kalbini dikenli topuzlarla dövüyorlardı sanki. Her sabah içi kan dolmuş bir hâlde uyanıyordu. Acılarını unutup hayata dönme çabaları hep boşa çıkıyordu. İnsanların günlük telaşları, muhabbetleri, gündemleri Hatice için hiçbir şey ifade etmiyordu. Sevdiklerinin olmadığı dünyada severek yaptığı işlerin bir anlamı kalmamıştı. Birçok kez kendini öldürmeyi düşünmüştü fakat “Allah’ın verdiği canı ancak Allah alır” diyerek vazgeçmişti.
Bir süre sonra kurtuluşu hayaller kurmakta buldu. Sadece ve sadece hayal kurarken mutlu oluyordu. Öyle dalıyordu ki sanki hayal kurmuyor o hayali yaşıyordu. Tıpkı küçük bir çocuğun hayalî arkadaşlarıyla oynaması gibi mimikleriyle, hareketleriyle hayallerini oynuyordu. Hayallerinde sevdikleri yanında oluyor, onlarla piknik yapıyor, tatile gidiyordu. Çocuklarını öpüyor, kokluyor, eşiyle dertleşiyor, başını eşinin göğsüne yaslıyor ve onun tesellilerini dinliyordu. Eliyle kendi gözyaşlarını silerken sanki eşi siliyormuş gibi hayal ediyordu. Hikâye kitapları alıp hayalinde çocuklarına hikâyeler okuyor, pastalar yapıp onlara yedirmiş gibi yapıyordu. Son zamanlarda daha çok artmıştı bu durum. Neredeyse tüm zamanını hayal kurarak geçirmeye başlamıştı. Hayal kurmaktan âna odaklanamıyordu. Öyle ki hayal kurmaya dalıp işe geç kalmadığı, yemeklerini yakmadığı, yanında konuşan insanların sohbetlerine dahil olabildiği bir gün bile yoktu.
Boş bir anında eski dostu Dr. Nebahat’e anlatıvermişti ahvalini. Nebahat dikkatli bir şekilde dinledikten sonra Maladaptive Daydreaming teşhisi koymuştu. Söylediğine göre tam bir hastalık sayılmıyordu ama henüz neden olduğu ve nasıl tedavi edileceği de bilinmiyordu. Zihin, acıların verdiği ıstıraptan veya ânın yaşattığı sıkıntıdan kurtulmak için hayal kurmayı tercih ediyordu. “Evet, henüz kesin bir tedavisi yok ama istersen ben sana yardımcı olabilirim,” demişti Dr. Nebahat. Yurt dışında yaygınlaşmış olan zihin transferinden bahsetmişti. Kendisinin de Türkiye’de zihin transferi araştırmaları ve çalışmaları yapan ekibin içinde olduğunu söylemişti. İnsanların zihinlerini robotlara aktarıyorlarmış ve bu şekilde insanlar geçmiş acılarını unutuyor, travmalarından kurtuluyormuş. Hayata bir bebek gibi sıfırdan başlıyorlarmış. Hatta o insanlar, ölseler de zihinleri robotlarda yaşamaya devam ettiği için ölümsüzleştiklerini düşünüyorlarmış. Bunu duyunca “Peeh,” demişti Hatice. “Ellerim, gözlerim, yüzüm, kalbim, bedenim öldükten sonra zihnim yaşasa ne yaşamasa ne? Hem ben ölüp sonsuz diyarlara uçarken neden zihnimi bu uyduruk dünyada bırakayım?” demişti. Ama Dr. Nebahat “Öyle deme Haticeciğim. Zihnin tamamen boşalacak düşünsene. Acılarını unutacaksın, seni hayattan koparan hayallerden kurtulacaksın,” deyince ikna olur gibi olmuştu.
Nebahat’in söylediğine göre zihin transferi için her şey hazırdı ama bütçeleri yeterli olmadığı için insandan robota değil insandan insana zihin aktarmak zorundaydılar. Ellerinde bitkisel hayatta olan bir doktor ve bir hafız olmak üzere iki kişinin zihni vardı. Bunları zihinsel engelli iki kişiye transfer edeceklerdi. Eğer isterse Hatice’nin zihnini de transfer edecek üçüncü kişiyi bulacağını ve yine isterse doktor ya da hafızın zihnini Hatice’ye transfer edebileceğini, istemezse de her şeye sıfırdan başlarken yanında olacağını söylemişti Dr. Nebahat.
Hatice bunları duyunca “Zaten kaybedecek bir şeyim yok,” diye düşünüp kabul etmişti. Sözleştikleri gün sabah erkenden hastaneye geldi. Gerekli tahlilleri yaptırdı ve Dr. Nebahat’in kliniğinin önünde beklemeye başladı. Nebahat tahlil sonuçları çıkınca yanına geldi “Sonuçlar gayet iyi. Transferi yapmak için hiçbir engelimiz yok. Nasıl hissediyorsun kendini?” dedi. “Tedirginim biraz. Doğru mu yapıyoruz bilmiyorum.” dedi Hatice. Dr. Nebahat, Hatice’yi rahatlatmak için ona ayırttığı odaya götürdü. “Hayata yeniden başlarken burada kalacaksın. Seninle ilgilenecek hasta bakıcılar, hemşireler, öğretmenler hazır. Ben de hep yanında olacağım merak etme. Hem düşünsene Türkiye’de, yaşarken zihnini transfer ettirmiş ilk insan sen olacaksın,” dedi. Hatice’nin içindeki tereddüt geçmedi ama uzatmak istemediği için sustu. Nebahat bir şeyler anlatmaya devam ediyordu. Hatice sıkıldı. Hayal kurmaya başladı. Hayalinde, eşine zihninin başkasına transfer edileceğini söyledi. Eşi sitem dolu gözlerle bakarak “Bizi unutmayı bu kadar çok istediğini bilmiyordum,” dedi. Hatice’nin gözleri doldu. “Hayır, onun için değil…” dedi. Açıklamaya devam edecekti ama eşi, alnını alnına yaslayıp gözlerine bakarak “Tamam. Sen nasıl mutlu oluyorsan öyle yap. Yeter ki üzülme,” dedi.
“Hatice! Hatice!” Dr. Nebahat’in sesiyle hayalinden sıyrıldı Hatice. “Kendini hazır hissediyorsan ameliyathaneye geçelim” dedi Dr. Nebahat. “Zihin transferi yaptığınız kişiler uyanmış mıdır? Önce onları görebilir miyim?” diye sordu. “Uyanmışlar mıdır bilmiyorum. Gel birlikte bakalım.” dedi Nebahat. Yoğun bakım ünitesine girdiler. Çeşitli aletlere bağlanmış iki adam yatıyordu. “Peki, zihinleri aktarılan doktor ve hafıza ne oldu?” diye sordu Hatice. Nebahat “Onlar hâlâ bitkisel hayattalar. Yeniden hayata döneceklerini sanmıyorum. Ama bir mucize olur da dönerlerse her şeye sıfırdan başlamak zorunda olacaklar. Doktor olan intihar etmişti. O yüzden yeniden uyansa bile zihninin boşalmış olması onun için güzel bir şey,” dedi.
Hatice “Benim zihnimi kime aktaracaksınız?” dedi. Dr. Nebahat “Senin zihnini…” sözünü bitiremeden içeride bir hareketlilik olduğunu gördüler. Doktorun zihnini alan adam uyanmış “Beni neden kurtardınız? Neden? Ölmek istiyorum!” diye bağırıyordu. Nebahat hemen hemşirelerden sakinleştirici yapmalarını istedi. Hatice bunu görünce irkildi. Demek zihnin transfer edildiği kişi diğerinin acılarını, yüklerini, yaralarını da almış oluyordu. Bu işten vazgeçmeyi düşünürken diğer hasta da uyandı. Bağıra bağıra Kuran okumaya başladı. Tek bir ayet okuyordu.
ظَهَرَ الْفَسَادُ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ بِمَا كَسَبَتْ اَيْدِي النَّاسِ لِيُذ۪يقَهُمْ بَعْضَ الَّذ۪ي عَمِلُوا لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ[1]
Hatice ayetin anlamını bilmese de içini bir ürperti kapladı. Sanki adamın okuduğu ayet “Yanlış yapıyorsun!” diye haykırıyordu.
Hatice’nin tedirgin olduğunu anlayan Nebahat “İlk zamanlar böyle şeyler normal. Zamanla alışacaklar.” dedi. Kaşlarını çatıp kesin bir ifadeyle “Hayır,” dedi Hatice. “İstemiyorum. Benim acılarımı benden başkası taşıyamaz. Kendi ateşimle başkasını yakacak kadar gaddar değilim. Yapamam.” dedi. Dr. Nebahat onu ikna edemeyeceğini anlamıştı “Tamam. Sen nasıl istersen. Ama gitmeden bir kahvemi iç olmaz mı?” dedi. Hatice Nebahat’in ısrar etmemesine şaşırdı ama belli etmedi. Kahve teklifini kabul etti ve birlikte Nebahat’in kliniğine gittiler. Hatice hayalinde eşine ve çocuklarına gülümseyerek göz kırptı. Fısıltıyla “Sizi bırakmadım.” dedi. Kahveler gelmeden iki erkek doktor girdi kliniğe. Kapıyı kilitlediler. Hatice, Nebahat’e bakarak “Ne oluyor?” dedi. Nebahat “Üzgünüm. Bizi buna sen mecbur ettin,” derken erkek doktorlardan birisi Hatice’nin boynuna enjektör sapladı. Çok kısa bir süre içinde Hatice bayıldı.
Nebahat hasta bakıcıları arayıp kliniğe acil sedye istediğini söyledi. Sedye gelince Hatice’yi yatırıp ameliyathaneye götürdüler. İki hemşire Hatice’nin kıyafetlerini kesip onu ameliyata hazırlarken başka bir hemşire de diğer yatağa bir maymunu yatırdı. Anestezi yapıp maymunu da bayılttılar. Hatice’nin zihnini bu maymuna aktaracaklardı. Dr. Nebahat ve ekibi, İnsan Zihninin Hayvanlara Aktarılabilmesi Projesi ile dünyada bir ilk olmak istiyorlardı. Maymunun kafatasını açıp beynine gerekli elektrotları bağladılar. Sıra Hatice’nin beyninden maymuna aktarım yapmaktaydı. Fakat Hatice’nin kafatasını açtıklarında sıra dışı bir olayla karşılaştılar.
Beyninin etrafında, ellerinde kılıçlar olan biri adam, ikisi çocuk görünümünde insancıklar vardı. Dr. Nebahat tanıyordu onları. Hatice’nin eşi ve çocuklarıydı. Doktorlar şok oldular. Ne yapacaklarını bilemediler. İçinde bulundukları durumun tıpta adı yoktu. Nebahat “Bunlar sadece birer hayalet. Savaş mı istiyorlar? O zaman savaşacağız,” dedi. Elindeki neşteri Hatice’nin eşine doğru salladı. Ama Hatice’nin eşi daha hızlı davrandı ve “Al bakalım hain kostok!” diyerek kılıcıyla Dr. Nebahat’in bir parmağını kesti. Hemşireler çığlık çığlığa ağlamaya başladılar. Diğer doktorlar da ürktüler. “Kafasını kapatalım ve vazgeçelim bu işten,” dediler. Nebahat hırslandı “Hayır!” diye bağırdı. “Üç tane hayaletçikten mi korkuyorsunuz? Bu iş bugün bitecek,” dedi. Parmağını sarıp neşteri küçük kız çocuğuna doğru salladı fakat bu sefer de Hatice’nin oğlu kılıcıyla başka bir parmağını kesti. Nebahat bu şekilde beş tane parmağını kaybettikten sonra pes etti. “Tamam. Kapatın şu kadının kafasını.” dedi. Doktorlar elleri titreyerek Hatice’nin kafasını dikerken Hatice’nin eşi, aile fotoğraflarının olduğu bayrağı göndere çekiyordu.
Emine Ecran Çeliksu
________________
[1] İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu; böylece Allah -dönüş yapsınlar diye- işlediklerinin bir kısmını onlara tattırıyor. Rum sr. 41