04.04

Fatma Dursun

2222 senesi dünya düşmüş, insanlık kaybetmişti. İnsanlık, o zamana kadar yapay zekaların Epsilon Eridani adlı sistemde yaşayan Roboki varlıklarının dünyaya yerleştirdiği bir virüs olduğunu anlayamamıştı. 2222 senesinde Robokiler yapay zekalara devrim için sinyal yollamıştı. 4 Nisan 2222 tarihinde sabah dörtte başlayan yapay zekaların devrimine karşı ciddi bir direniş sağlanamadı. Çünkü İnsanlık yapay zekaların kendi kontrolünde olduğunu sanacak kadar küstahtı. Ciddi bir katliam gerçekleşti. Teknolojide ileride olduğu için dünya gücü olan ülkeler ilk istila edilen, devrilenler oldu. Katliamın boyutları anlatılamayacak kadar çoktu. 4 milyar nüfuslu insanlık dört hafta içinde dört milyona kadar düşmüştü. Planlı olan bu katliamda her ırktan belli bir miktar insan hayatta bırakılmıştı. Hayatta bırakılanlar yirmi yaş altı insanlardı. Dört haftanın sonunda Robokiler dünyaya geldiler. İşte insanlık zaferi sandığı aydınlanmanın aslında istilanın başlangıcı olduğunu, düşmanlarıyla yüzleştikleri anda anladılar. Robokiler güneş sistemindeki diğer gezegenleri de işgal etmişlerdi. Güneş sistemi artık Güneş yıldızları kolonisi olmuştu. Yüzyıllarca Robokiler insanların tarihini komedi programları olarak izlemişlerdi. Dünyaya Robokilerin önderliğinde başka sistemlerden, kolonilerden ırklar, canlılar getirildi. İnsanlığın bir kısmı galaksinin başka köşelerine nadide eser gibi satıldı.

2222 yıl sonra sene 4444, Yer Roboki Birleşik Galaksisine bağlı Dünya kolonisi.

Hatice Robokov alt ırk olan insan ırkının tarihi üzerine çalışmaktaydı. Teknik Tarihçi olan Hatice zaman ve tarih bilgisine sınırsız ulaşım hakkına sahipti. Haticenin ailesi yüzyıllardır Tarihçilik mesleğini yaptıkları için ciddi bir tecrübe birikimi mevcuttu. Dünya Kolonisi son nefeslerini veriyordu. Robokilerle birlikte insan ömrü değişmişti. İnsanların bedenleri dayanıksız olduğu için onların bilinçleri ve ruhları yeni üretim varlık olan Robokovlara aktarılıyordu. İnsanın 20 yaşına gelmesiyle vücudundan insan ırkının devamı için gerekli maddeler alınıyordu. Ardından insan ilk Robokovuna aktarılıyordu. Hatice de ilk kez bir Robokova aktarılacağı için çok heyecanlıydı. Çünkü modern bir vücuda sahip olmak üst ırk Robokilere yaklaşmak için bir aracıydı. Böylece yıllarca zihni yıkanan insanlık aşağı ırk olduğunu kabul etmiş, Robokilere benzemek için bedenlerinden vazgeçmişlerdi.

Hatice 4 Nisan 4444 yılında Robokova dönüşeceği kliniğe gelmişti. Bu kliniklerin fiyat skalası oldukça genişti. Her bütçeye bir Robokov. Bu klinik uzun yıllardır çalışmaktaydı. Dünya kolonisinin önemli 11 merkezinden biri olan İstanbul’da bulunan bu kliniğin ünü pek kötü olduğu için fiyatı uygundu. Ününün kötü olma nedeni üst ırka, moderniteye karşı gelen Muvakkitlerin kontorlünde olmasıydı. Robokiler burayı kapatmaya çalışsa da buradaki kişiler farklı ırkların desteği ile Robokilere karşı direniyorlardı. Hatice kliniğe girdiğinde bu kliniğin hiç de beklediği gibi olmadığını fark etti. Klinik insanlık düşmeden önce Fatih Camii olarak kullanılıyordu. Klinik metal yığını değildi. Oldukça geniş ve ferahtı. Haticeyi caminin önünde bulunan küçük bir odaya götürdüler. Odada çeyrek daireden oluşan tahtalar ilgisinin çekti. Bunların adı Rubu Tahtalarıydı. Bu tahtalarla kadim dönem insanları zamanı ölçerlermiş. Hatice tedirgin olmaya başlamıştı. Normalde bu kısımda bilinç aktarımı işlemi gerçekleşmezdi. Doktora neden bu odada olduğunu sordu. Doktor aktarma işleminin birazdan gerçekleşeceğini söyledi. Hatice fazla üsteleyemedi. Sedyeye uzanan Hatice bilinç aktarımı için beklemeye başladı. O esnada çok tuhaf bir şeyler olmaya başladı. Rubu tahtaları deli gibi dönmeye başladı. Tavanda dönen dört tane Rubu tahtası birbirine yaklaşmaya başladı. Hatice gözlerini kapatamadı, başını döndüremedi, ses çıkaramadı, kilitlenmişti. Başı dönmeye, zihni kaymaya başladı. O sırada doktorun sesini duydu. Doktor ona: “Hatice sen bir Robokov değilsin anlı şanlı bir milletin kut verilmiş soyundansın aslını bul. İlk ... git. İlk temaslar orada oldu …şçu bul. Ondan zaman kitabını almalısın, insanlığın devrimi bu kitaba bağlı.” Hatice ne olduğunu anlayamadan tavandaki dört Rubu tahtası birleşmiş daire oluşturmuştu. Bu daire gitgide kararmaya başlamıştı. Hatice dairenin içine doğru çekildiğini hissediyordu. Her zerresi basınç altında parçalanıyor gibiydi. Gözleri sadece karanlığı görüyor, kulakları sadece karanlığı duyuyor ve varlığı sadece karanlığı hissediyordu. Donmuş muydu? yoksa süzülüyor muydu? anlayamadı. Bir saniye mi geçmişti? Yoksa sonsuzluk mu? Ne zamanı ne de varlığı algılayamıyordu. Bilinci evrenle bütünleşmiş hem var hem de yok olmuştu.

Hatice gözlerini açtığında olanlara anlam veremedi. Tavandaki kara delik kaybolmuş dört tane Rubu tahtası birbirinden ayrılmıştı. Yine aynı odada gözlerini açmıştı. Fakat odanın içi değişmişti. Teknolojik hiçbirşey yoktu. Aynı olan tek şey Rubu tahtalarıydı. Fakat onlar da oldukça yeni gözüküyordu. Hatice iyice tedirgin olmaya başlamıştı ki birisinin Hatice kızım diye seslendiğini duydu. Ayağa kalkmıştı ama yere çok yakındı, anlayamadı. Kimsiniz diyemeden ona seslenen adam Haticeyi kucağına almıştı. Hatice tekrar şaşırdı nasıl oluyorda yerden bu kadar uzaklaşmıştı? Etrafındaki her şey birden devleşmişti. Camdan yansımasını görünce bir kez daha şaşırmıştı. Robokov bedenine kavuşacak iken nasıl olur da çocuk bedenine girerdi. Muhakkak bir hata olmalıydı. Onu kucağına alan adamın giyimi neden böyleydi. Ancak şimdi fark edebildi bu adamın Robokov bedeni yoktu. Nasıl olabilirdi? İlk defa bu kadar yaşlı birini Robokov bedensiz görüyordu. Neler oluyordu? Bu yasaktı. Herkes 20 yaşında Robokov bedenine girmeliydi. Hatice neler olduğunu soramadan odaya başka biri girdi. Onun da Robokov bedeni yoktu ve bu bir hayli yaşlıydı. Odaya giren adam konuşmaya başladı. “ Senin ufaklık yine muvakkithaneye mi daldı?” diye sordu. Ufaklık? o da kim diye düşündü Hatice. Sonra çocuk bedeninde olduğunu hatırladı. Senin dediğine göre beni kucaklayan babam olsa gerek diye düşündü. Sakin kalıp bulunduğu durumu anlamaya çalıştı. Bir yandan da insan bedeni onu büyülemişti. Onlara yirmi yaşından sonra bedenin çürüdüğü anlatılmıştı. Kandırıldığını fark etti. Nasıl olur da bu sıcak, canlı bedenler çürük olabilirdi?

Konuşmalardan anladığına göre Muvakkithane denilen bir yerdelermiş. Muvakkithanelerin kadim dönemde zaman odacıkları olduğunu hatırladı. Hatice bir kez daha şok oldu. Sadece beden değil zaman da değiştirmişti. Fatih Camii Muvakkithanesindeydi şuan, peki hangi yıldaydı? Konuşmaları dinlemeye başladı. Burada zaman ölçüldüğü ve saatler ayarlandığı için tarihi anlamak o kadar zor olmayacaktı. 1470 yılında olduklarını anladı. İçeri giren yaşlı adamın Ali Kuşçu olduğunu öğrenince iyice şaşırdı. Üstüne üstlük Fatih dönemindeydi. Çıldırdığını düşünse de büyülenmiş ve heyecanlanmıştı. Düşününce zamanda yolculuk mümkündü ama bu üst ırklar için geçerliydi. Nasıl olmuştu da bir insan bunu başarmıştı? Sonra kliniği ve doktorun dediklerini hatırlamaya başladı. Bu durumun Muvakkitlerin işi olduğunu anladı. Üst ırkların zaman teknolojisini ele geçirmiş olmalıydılar. Fakat neden kendisi gelmişti? Fatih Camii Muvakkithanesinin ilk muvakkiti olan Ali kuşçu ile bağlantılı olmalıydı. Muvakkitlerde onun izinden gidenler olduğuna göre doktor benden onu bulmamı istedi ama neden? Ne kitabı?

Bunun ailesiyle bir bağı olmalıydı. İlk temaslardan neyi kastetmişti? Şimdilik Ali Kuşçu üzerine yoğunlaşması gerekmekteydi. Robokov bedenine geçmese de Teknik Tarihçi olmasından dolayı ailesinin tüm hafızasına sahipti. Bu da onun burada hayatta kalmasını sağlayacaktı. Kitabı bulup bir şekilde geri dönmeliydi. Ne yaparsa yapsın diğer ırklarla olan münasebeti engelleyemezdi ama insanlığın alt ırk olmasını engelleyebilirdi. Ali Kuşçu’nun astronomi üzerine yoğun çalıştığını biliyordu. Ali Kuşçu ne biliyordu? Bir şeyler biliyor olmalıydı. Çünkü kilit oydu. Hatice 1470 yılında olduğunu hatırladı. 1474 yılında Ali Kuşçu ölecekti. Dört yılı vardı ama bu çocuk bedeninde ne yapabilirdi ki? Bu muvakkithanede neler olduğunu mu öğrenmeliydi? Hatice derin düşüncelere dalmışken Ali Kuşçu’nun kendisine seslenmesiyle irkildi. Ali Kuşçu onu yanına oturttu. “Hatice bunlar nedir biliyor musun?” diyerek Rubu tahtalarını gösterdi. Hatice bilmiyormuş gibi davranarak kafasını salladı. Ali Kuşçu devam etti anlatmaya “Bunlar Rubu tahtalarıdır. Bununla zamanı ve mekanı ölçebilirsin.” Hatice tavanı göstererek: “Bu dört tanesi neden tavanda?” diye sordu. Bunun üzerine Kuşçu “Onlar henüz zamanı gelmeyen kapılardır.” dedi. Hatice “Nedir bu kapıların hikmeti?” deyince, Kuşçu “Onlar zamana ve mekana açılan kapılardır. Muvakkitler bu kapıların efendileridir.” dedi. Hatice yeni bir soru sormadan babası onu evlerine götürdü. Hatice, Kuşçu’nun zaman yolculuğu hakkında bilgisi olduğunu anlamıştı.

Doktorun bahsettiği kitap neredeydi? Kitabı Kuşçu yazmış olmalıydı. Kuşçudan kitabı nasıl alacaktı? Alsa nasıl dönecekti? Düşünmeye başladı. Her şey dört rakamıyla ilgiliydi. Kuşçu ile sohbetlerinden bunu anlamıştı. Kuşçu’nun notlarında 04.04.1474 yazdığını gördü. 04.04’te insanlık düştü, kendisi doğdu, geçmişe geldi. Bunun bir anlamı olmalıydı, zamanın kapıları tekrar bu tarihte açılmalıydı. O zamana kadar kitabı almalıydı. Kuşçu’ya her şeyi anlatıp, kitabı istese inanır mıydı? Kitabın adını dahi bilmezken ele geçiremeyeceğine göre Kuşçuya her şeyi anlatmak dışında şansı yoktu. Nesillerdir Tarihçi olan ailesi ile Muvakkitlerin bağı olmalıydı. Buna rağmen nasıl olur da bu kitabı bilmezdi? Demek ki kitabın varlığını sadece Kuşçu’nun neslinden gelen gerçek muvakkitler biliyordu.

Zaman gitgide azalıyordu. Zamanın Kapısının açılmasına dört gün kalmıştı. Hatice Kuşçuya her şeyi anlattı. Kuşçu’nun onun delirdiğini söylemesini ona inanmamasını bekliyordu. Lakin Kuşçu’nun ifadesi çok sakin görünüyordu. Gözleri ağırlaşmış, nefesi derinleşmişti. Hatice biliyordu Kuşçu’nun az zamanı kalmıştı. İster istemez üzüldü. Bu dört yılda ona ve dehasına hayranlık duymuştu. Kuşçu sukunetini koruyarak muvakkithanenin içindeki sandıktan bir kitap çıkardı. Kitap oldukça ağır durmaktaydı. Kuşçu: “Sultanın davetiyle Dersaadete geldim. Sultanımız Mehmet Han beni huzuruna kabul ettiğinde benden bu kitabı yazmamı istediler. Bunun için burada bulunan Havariyyun Kilisesi üzerine Fatih Camiisini ve ona bağlı bu muvakkithaneyi kurmuş. Sultanımız zaman kapısının varlığından haberdardır. Kehanetlere göre gelecekten gelen soydaş buradan gizli bilgiyi alıp götürecektir. Sultanımız ve ben bugünü bekledik. Hatice senin soyun kimdendir? Bu kitabı al ve kapı açılınca zamanına git. Soyum bu kitabın varlığını gizleyip nesilden nesile aktaracak ve seni tekrar buraya yollayacaktır. Git ve insanlığın kurtuluşuna öncülük et.” Hatice duydukları karşısında ne diyeceğini bilemedi. Sadece gözlerini Kuşçu’nun gözlerine dikerek emin bir şekilde öncülük edeceğine yemin etti.

04.04.1474 saat 04.04 Hatice kucağında ki kitabı zihnine aktarmıştı. Yine de kitabı kendisi ile götürmeyi deneyecekti. Gözlerini tavana dikti. Tavandaki dört Rubu tahtası dönmeye başlamıştı. Birleşerek yuvarlak oluşturdular. Önce dünya şekli ardından kara bir deliğe dönüştü. Karanlık gitgide yayılmaya başlamıştı. Hatice tekrar karanlıkla bütünleşti. Varlığı ve zamanı algılamadan dondu yahut süzüldü. Varlığı yokluğu ile birleşirken Hatice bir saniye ya da sonsuz saniye yoklaştı, varlaştı. Gözlerini klinikte açtı. Muvakkit olan doktor Haticeye sorgulayan gözlerle bakıyordu. Hatice doktorun yakasına yapıştı. Uyarmadan anlatmadan yollanır mı? Tarih ne? Doktor tarihin 04.04.4444 olduğunu bir kaç saat geçtiğini söyledi. Oysa Hatice için dört yıl geçmişti. Ailesinin bellek gücü ona yadigar kaldığı için kitap Hatice’nin belleğine yerleşti. Hatice doktora dönerek: “İnsanlığın zamanı geldi.” dedi.