Uğra

Derya Kuru

Görev:

Hatice Hanımın, zihnini yeni bir bedene aktarmak için gittiği klinikte başına hiç beklemediği bir olay gelir. Bu cümleden hareket eden bir kurgu yazacaksınız.

DERYA KURU

UĞRA

‘’ Gündüz de düş görebilenler sadece geceleri düş görenlerin idrak edemeyeceği bir bilinç içindedirler. Boz bulanık hayallerde ölümsüzlüğü bir an için yakalamış gibi olurlar, uyandıklarında ise o büyük sırrı elde etmenin eşiğinde olmanın heyecanını yaşarlar.’’

Poe.

‘’Umut ediyordum.’’ Umut ediyordu Hatice Hanım. Bu cümle, aklının dışında yaşayan bir insanın kurabileceği bir cümleydi ancak. Umut ediyorum. Onunla benim aramda yaratılmış kaç beden var ise hepsinden geçecek, hepsinin gözleri ile görecek, hepsinin yüreği ile bekleyecek, kendi doğumuma kadar kendimi bekleyecek ve ona doğar doğmaz doğduğumu bildireceğim. Ben doğdum diyeceğim. Ben Hatice. Yıllar sonra beni kendinin bile inanamayacağı bir yerde göreceksin. Bütün gerçeğim bu. Bu yığının ve karmaşanın içerisinde seni tanıyacağım. Düşlerin arasında seçebildiğim gerçeklik sen olacaksın. Bunu akıl yolu ile açıklayamam. Seziyorum. Her şeyi seziyorum ve endişeleniyorum.

Kalbimin atışının tek bir anlamı vardı. Kalbim onu görmek için geçirdiği zamanı adımlıyordu. Kalp atışımın hızlı hızlı adımlamalar olduğunu kime açıklayabilirdim? Belli zaman aralıklarında beden değiştiriyor, olağandan daha hızlı adımlar atıyordum. Endişeleniyordum çoğu zaman. Bu da paniklememe sebep oluyordu. Endişeleniyordum çünkü her şeyi seziyordum. Açıklayabileceğim bir şey değildi. Ama biliyordum. Anlıyordum. Korkuyordum. Onu taşımakta güçlük çekiyordum çünkü kanatlarım yoktu.

Oldukça yufka yüreklisin diye haykırdı bir ses. Ben de önce ellerimi sonra da yufkayı pişirdim. Sonra bir tane daha pişirdim. Parmaklarım kızarana kadar pişirdim. İnsanın ahmaklığı tekrarlar. Pişirir durur tekrar, bilirsiniz. Bu döngünün içinde yok olacaksın diye haykırdı bir ses. Olmayacağım. Beni var eden şey sizin yok saydığınızdır. Benim apaçık gerçeğim; düşüm. Uyanışım. Ellerim.

Önce ellerimi sonra da yufkayı pişirdim. Oklavaya sarılı yufkayı kızgın saca bırakırken, hangi mesafeden bırakılacağını bilmek oldukça önemlidir. Doğru mesafede bırakmaya başlamazsanız kayar. Ya da doğru mesafede bırakmaya başlamazsanız yufka saca sığmaz. Oklavayı yavaş yavaş geriye çevirirken yufka yavaş yavaş saca dökülür. Yufkayı bırakan oklavanın saca hiç değmemesi gerekir ki değerse yufka saça yapışır. Çok az da olsa yapışan yufkayı çevirmek zor olur. Yırtılır. Ziyan olur. Yufkayı, çevirmek o kısa sürede tekrar saça yaymak maharet ister. Sabretmek ister, beklemek.

İçimdeki dalgalar durmadan aynı adayı dövüp duruyor. Bu zavallı şiddet gösterisi zihnimdeki bütün küçük parçaların titreşimine sebep oluyor. Başka bir parçaya ait olan özellik bir diğerinin üzerine düşüyor. Hiçbir yörüngede yan yana gelmeleri mümkün olmayan iki parça, birinin devrilip ve yuvarlanıp sarsıla sarsıla ötekinin yanına yaklaşmasıyla, hiçbir şekilde hayal edemeyeceğim bir bütünü oluşturuyor. Ve birkaç dakika içerisinde yeni parçalar da zihnimde yer ettikten sonra ve yeni bir dalga, yeni sarsıntılar, yine dağınık bütünlükte birbirini bulmuş parçalar ve yeni parçalanmalar. Yinelenen parçalar ve eksilerek tamamlanan ve yamuk yumuk şekillenen bir bütün. Zihnim.

Zihnimi, ona yaklaşan başka bir bedene her aktarışımda, yüzündeki başka bir izi ezberliyorum. Her bedeni geçici süreliğine de olsa işlevsel kılan zihnim bir adım daha yaklaşıyor. Ona ulaşmak için, onu daha iyi tanımak için, onlarca göz ile ona biraz daha fazla bakmak için yaklaşıyor. Mavi bakmak, yeşil bakmak, kapkara bakmak ve karanlıkta bile gölgesini tanımak için yaklaşıyor. Karanlıktır cismini tanıtan insana. Gölgesinden bilir. Çünkü aydınlıkta başka şeylere bakar insanlar. Aydınlıkta körelirler. Aydınlıkta göremez olur insanlar.

O gün, zihnimi yine bir başka bedene aktarmak için gittiğim gündü. Hiç beklemediğim bir şey oldu. Ona bütün varlığı ile dokunmuş bir kadına rastladım. Parmakları, onun yüzündeki bütün hatları ezberlemişti. Alnındaki çizgileri, kaşlarının arasındaki boşluğu, gözlerinin altındaki yumuşaklığı, dudaklarının kıvrımlarını tanıyordu.

Kadının ellerine dikkatle baktım. Ellerini pişirmemiş dahası yufka da pişirmemişti. Kadın ellerime dikkatle baktı ve beni ve ellerimi tanıdı. Yanıma yaklaştı, ellerime yapışıp ağlamaya başladı. Elleri soğuktu ama ağlayabildiğine göre içi hala sıcaktı. Zihnimi ona aktarmak için yıllarca beklediğini söyledi. Zihnimi yıllarca başka bedenlerde aradığını bu kez emin olup bana inandığını söyledi. Bunu neden istediğini sormadım. Bunu neden istediğini söylemedi. Sezilen ne sorulur ne de söylenirdi. Onun var olma şekli böyleydi.

Uzun bir süre konuşmadık. Bir süre daha öylece ayakta bekledim. Ağlaması bitince yüzüme baktı. Aramızdan yüzlerce beden, el ve göz akıp gitmişti. Bu düşte kendisini bize kabul ettirmeye mecbur ettirmiş gerçeklik, kendi kendini var ederek bir zorluk tanımlamıştı. Buna da gülüp geçtim. Ben de bu soğuk eller gibi gerçeği yaşayabilmeyi bilebilirdim. Dokunduğum her şeyi soğuta bilirdim. Gerçeğin düşten daha tuhaf olduğunu inkar edebilirdim. Onunla aramızdaki tek el, benden zihnimi istiyor, onu benim zihnimden görebilmek istiyor, ona benim ellerimle dokunmak istiyordu. Bu benim de istediğim şeydi ve bunun için yıllarca beklemiş, yüzlerce bedenin içinden geçmiştim. İki insan zihni arasındaki uzaklık ve yakınlık olarak tanımlanacak mesafe ötesiz bir yol gibiydi. İster uzak isterse de yakın olarak tanımlansın, aradığını bulduruyordu.

Ne diyeceğimi nefes almadan bekliyordu. Çok güzeldi. Onun yüzündeki bütün hatları ezberlemiş ellerin sahibi bu kadın nasıl güzel olmazdı ki? İsmini sormadım. O ise beni ellerimden tanımış ismimle hatırlamıştı. Onu yok sayamadım. Ona dokunan hiçbir el yok sayılamazdı. İçimdeki bütün incileri boynuna taktım. Onu daha da güzel yaptım. Al dedim zihnim. Ben de istediğim için değil, sen hak ettiğin için dedim. Paramparça bir yığını avuçlarına bıraktım güzel kadının. Her parçasıyla ayrı ayrı iyi bak ona dedim.

İçimdeki büyük dalga bütün adayı yutarak olabildiğince geriye ve derine çekildi. Suyla toprak birleşti. Suyun içindeki sessizliğine huzur yerleşti. İçi daha da güzelleşti.

Güzel kadın adamın yüzüne dokundu.

Adam baktı kadına. Baktı. Daha bir değişik baktı ve taze açmış bir gül gibisin, dedi.

Kadın tüm zarafetiyle gülümsedi sadece. Bir şey demedi. Gülümsemesi ile birlikte daha da yayıldı koku. Güzel kadının ellerini avuçlarının arasına alıp yüzüne sürdü ve hafifçe kokladı. Elleri sıcacıktı. Ne kokuyor ki böyle dedi adam. Yufka pişirmiştim ama ellerimi de pişirdim galiba dedi kadın.

*uğra: yufka açılırken hamurun ele ve tahtaya yapışmaması için serpilen kalın un