Renkli Rüyalar Ormanı

Yasemin Çakır

Renkli Rüyalar Ormanı

Muhtemelen varlığımdan bihaber güne yine ‘merhaba’ diyerek uyanacağım. Üzerimdeki yorganın ağırlığından kurtulup pencereyi açacak, kendimi bir köşeye iliştirivereceğim. Esintiyi hisseden, o zamana kadar açılmamış gözlerim bu benzersiz havayla kendiliğinden açılacaklar. Rengarenk servi ağaçlarını seyre dalacağım. Ardından başucumdaki kitabı alıp okumaya başlayacağım. Her kelimeyi hece hece, tekrar ve tekrar okuyacağım. Derken mutfaktan gelen sesle bölünecek hayallerim. ‘’Çisem, hadi yavrum kahvaltın hazır. Ben gidiyorum, bir şey olursa seslenirsin.’’

Biricik abla. Bu dünyayla aramdaki tek bağlantı. Her sabah beni uyandırıp kahvaltımı hazır eder, sonra evine, ailesine geri döner. Günün geri kalanında yemek saatlerini aksatmadan arada bir uğrar, nasıl olduğumu sorar. Bana bakmak için kendine göre sebepleri vardır diye düşünüyorum. Belki acıyordur bana. Hayatı siyahtan ibaret, âmâ bir kız... Kim ortaya atmış bu saçmalığı? Benim görebildiklerimi görebiliyorlar mı ki bunun doğruluğuna inanıyorlar. Gerçi ne düşünüyorsa düşünsün, Biricik ablanın iyi biri olduğunu biliyorum. Ayrıca hazırladığı o enfes yemekler sayesinde aldığım kiloları da görmezden gelemeyeceğim. Biricik abla ve ailesi ormanın biraz ilerisindeki müstakil evi satın alana kadar âdeta bir deri bir kemik deyiminin vücut bulmuş hâliydim. Tabii şimdi düşününce ilk defa karşılaşılan birine göre korkutucu görünmüş olmalıyım.

Düşüncülerimden sıyrılıp Biricik ablaya teşekkür ediyorum. Ardından mutfağa gidiyorum. Göremeyen biri bile olsanız kahvaltıdan gelen eşsiz kokuyu takip ederek mutfağın yolunu bulabilirsiniz. Yediğim her lokmayı, ardından gelen bir düşünce takip ediyor. Derken tüm bu düşünce silsilesinden kurtulmak için bir başka düşünceye sığınıyorum. Biricik ablanın yarenliğinin ilk gününde söylediklerine. ‘Bir duyunun eksik olması, diğerlerinin daha güçlü olmasına sebep olur. Sen birçoğumuzun duyamadıklarını duyabiliyor, hissedemediklerini hissedebiliyorsun. Sen özel birisin kızım.’ demişti. Kendisini değersiz hisseden biri için oldukça etkili bir konuşma olurdu ama benim için yeterince iyi değildi. Önemli bir şey için var olduğumu zaten biliyorum. Sadece ne olduğundan pek emin değilim.

Kahvaltımı bitirip kitaplarıma dönüyorum. Daha doğrusu telefonuma. Yarım kalan hikâyeyi dinliyorum. ...Diana çok geçmeden dağlar ve ormanlar arasında yaşamını sürdüren Hippolyt’e yardım etmeye karar verdi fakat öncelikle ormandan sağ bir şekilde geçebilmesi gerektiğinin farkındaydı. İhtiyaç duyacağı tek şey gümüş okuydu. Daha iyi bir planın var olmadığından emin olduğunda, o gece yola çıktı. Orman ile ilgili anlatılan onca hikâyeye rağmen Diana bu ormanla ilgili farklı bir şey olmadığını düşünmeye başlamıştı bile. Her şeyin bu kadar doğru olması ona yanlış gelinceye dek ilerlemeye devam etti. Gün doğmak üzereydi ki ormanın o eşsiz melodisini bozan testere sesini duydu. Sesin geldiği yöne doğru ilerledi. Ta ki onu görünceye dek...

Başımın ağrısına daha fazla dayanamadığımda doğruluyorum. Etraf buğulu. Nasıl buğulu? İmkânsız. Hâlâ uyuyor muyum acaba? Sonrasında kendime attığım tokatla gerçekliğe dönüyorum. Telefonum nerede? Yatağın ucunda bir karartı görüyorum. Şimdiye şarjı bitmiştir. Karartıya uzanıyorum. Ahh! Telefonum olmadığını anlamam uzun sürmüyor. Görüntüler gittikçe netleşiyor. Komodinime fırlayan karartıyı artık daha net görüyorum. Uzun mu uzun sivri kulakları, yemyeşil tüylerinin arasında kendini belli eden kırmızı gözleriyle bana bakıyor. ‘’Nesin sen? Seni daha önce duyduğumu hatırlamıyorum. Aç görünüyorsun.’’ Peynir yiyebileceğini düşünerek mutfağa gidiyorum. Koridor her zamankinden daha kısa. Dünyayı yeni keşfeden bir çocuk heyecanıyla ben de evimi keşfediyorum. Parlak duvarların arasında ilerleyerek mutfağa ulaşıyorum. Acaba peynir neye benziyor? Tadını ve kokusunu biliyorum sonuçta, bulmam ne kadar zor olabilir ki? Peyniri bulduğumda dışarıdan gelen sesle irkiliyorum. Uyumadan önce duyduğum o testere sesi. İmkânsız. Kimse buranın yolunu bilmez ki. En azından bilmezdi. Biricik ablayla ailesi ormanın ilerisinde bir ev olduğunu öğrenip, satın alana kadar burası bize aitti. Onlar böyle bir şey yapmazlar. Ağaçlarımın benim için ne kadar önemli olduğunu biliyorlar. Öyleyse servi ağaçlarımı kesmeye cüret eden de kim? Büyük bir hışımla fırlıyorum yerimden. Kapıyı açmamla yüzüme çarpan ılık rüzgârı hissetmem bir oluyor. Dünya böyle bir yer mi? Tüm bunları zaten görmüyor muydum? O halde ne kaçırmış olabilirim ki?

Testere sesinin geldiği yöne doğru koşuyorum. Ağaçların arasında, elinde testeresiyle bir adam görünceye dek koşmaya devam ediyorum. ‘’Hey! Hemen ağaçlarımı kesmeyi bırak. Duymuyor musun beni? Uzaklaş ağaçlarımdan. Sana diyorum!’’ Adam söylediklerime sinirlenmiş olacak ki hışımla dönüp elinde testeresiyle bana doğru yürüyor. Karşıma gelene kadar adımları gittikçe hızlanıyor. Gördüğüm manzara karşısında ağzım açık kalıyor. Bu da ne şimdi? Boynuzları, sivri ve uzun kulaklarıyla tam karşımda duruyor. ‘’Sa-satirsin sen.’’ ‘’Bir dahaki sefere kime bağırdığına dikkat et küçük. Aksi takdirde uzun bir yaşamın olabileceğini sanmıyorum.’’ diyerek yüzüne pis bir gülümseme yerleştiriyor. Tam arkasını dönmüş giderken dönüp bir kez daha bana bakıyor. O anda suratını daha net görebiliyorum. Yüzünün büyük bir kısmını oluşturan elmacık kemiklerini kamufle etmek istercesine bıraktığı saç ve sakalları daha önce hiç görmediğim bir tonda. ‘’Bu ağaçlar senin değil. Şimdi uslu bir kız ol ve dikilip durmak yerine geldiğin yere geri dön. Bir dahaki sefere bu kadar sakin olmayacağıma emin olabilirsin. Duymuyor musun beni? Gitmeni söylüyorum sana. Hemen!’’ Kendime gelebilmem için birkaç dakika daha geçmesi gerekiyor. Bu onu kızdırmış olacak ki yanıma gelip kolumu kavrıyor. ‘’Ah, kesinlikle hayır. Siz kolumu bırakıyorsunuz ve ben ağaçlarımdan uzaklaştığınızı görene dek burada kalıyorum.’’ Kolumu tutan parmakları daha da sıkılaşıyor. Duyabileceğim en tiz sesten bile daha tiz bir ses çıkarıyor. Havadaki birkaç kuş da sese dayanamamış olacak ki kendilerini yer çekimine bırakıveriyolar. Kulaklarımı kapatmaya çalışıyorum ama nafile. Bu onun çağrısı. Ama neyi çağırıyor? Şu ana kadar var olmayan nazikliği artık kesinlikle daha kötüye gideceğini hissettiriyor. Kafama bir şeyin çarptığını hissedene kadar bir plan yapmaya çalışıyorum.

Gözlerimi açtığımda berbat kokulu bir yerde, bileklerim hemen yanımdaki demire bağlanmış vaziyetteyim. Ağzıma gelen kan tadıyla irkiliyorum. Hatırladığım son şey ormandaki satirle yapmış olduğum tartışma oluyor. Kafama bir şey çarpmıştı, neydi o? Düşüncelerim dışarıdan gelen kahkahalarla bölünüyor. Buraya geliyor ve kesinlikle yalnız değil. Kendime geldiğimi anlamamaları için başımı düşmüş hâlde serbest bırakıyorum. Demire bağlı bileklerim olabildiğince cansız görünüyor. Neyse ki içeri girdiklerinde uyandığımı anlayamıyorlar. ‘’Sana diyorum ateşi yak! Önce hançeri ısıtmamız gerekiyor’’ diye bağırıyor içlerinden birisi. Bir diğeri, ona emir veremeyeceğini haykırıyor. Aralarında ki tartışma bir anda alevleniyor. Ta ki içlerinden biri yarı açık gözlerimi fark edinceye kadar. ‘’Kız uyanmış işte. Çabuk olun! Başlamamız lazım.’’ Diğerlerine nazaran daha aydınlık sakallı satir hızla gelip önümde duran ateşi harlıyor. Bir diğeri emri verenden aldığı hançeri mavi-yeşil ateşe uzatıyor. Gümüş sapına işlenmiş keçi detayı dikkatimi çekiyor. Üzerindeki garip semboller sıradan bir şey olmadığını kanıtlar nitelikte. Hançer ateşin içine girdiği anda ateşin rengi değişiveriyor. Satir bunu fark ettiğinde hızla hançeri ateşten çıkarıyor. Az önce cayır cayır yanan ateşin yerinde artık sadece bir taş duruyor. Ametist... Trajikomik. Huzur taşı, benim kurban edildiğim bir ayinin parçası oluyor.

Her birine emirler yağdıran satir artık önümde dikiliyor. ‘’Bunu kişisel olarak algılama. Bize kurban gerekiyordu. Sen de önüme çıkmak konusunda fazla ısrarcıydın. Aslında senin adına üzülebilirdim. Her neyse. Gitme vakti geldi küçük.’’ Sözleri aniden göğsüme sapladığı hançerin acısını katlıyor sanki. Görüntü yeniden bulanıklaşmaya, gittikçe kararmaya başlıyor. Karanlık…

‘’Çiseeem! Cevap versene kızım!’’ Gözlerimi, terden sırılsıklam vaziyette, Biricik ablanın sesiyle açıyorum. ‘’Korkutma kızım beni. İçeri geliyorum bak.’ Nefesimi düzenlemeye çalışırken yaşananların gerçek olmadığını farkına varıyorum. Göremesem de her şeyin bu haliyle kalmasından fazlasıyla memnunum. Başka dünyalar varsa bile içinde bulunduğum dünyanın bana uzun bir süre daha yeteceğinden son derece eminim.