YEİS
Defterin sert, tırtıklı yüzeyinde elini gezdirdi Taha. Onun için elinin altındaki, defterden öte bir derttaştı. Tüm sırları, heyecanı, öfkesi ve nicesi bu defterin içinde saklıydı. Derin bir nefes aldı. Oturduğu yerden yavaş hareketlerle ayağa kalktı ama dengeli bir şekilde hareket edemediği için, adım atmakta güçlük çekti. Protez bacaklarına bir yumruk geçirdi ve sendeleyerek tekrar sandalyeye oturdu. Altı aydır bu protez bacaklara bir türlü alışamamıştı. Araba bacaklarının üstünden geçtiği için o gün acilen ameliyata almışlardı. Tüm çabalara rağmen iki bacağını da kesmekten başka çare bulamamışlardı. Sonrasında ise bu işe yaramaz protezlere mahkum olmuştu.
Sanki bacaklarını hissedebilecek gibi protezlere bir yumruk daha savurdu. Bir yumruk daha, bir yumruk daha… Başını iki elinin arasına alarak ağlamaya başladı. Sakinleşmek için derin bir nefes aldı. Gözyaşlarını sildi ve temkinli bir şekilde ayağa kalktı. Kendine gelmek için balkona çıktı. Sokakta top oynayan çocuklara buruk bir tebessümle baktı. O da küçükken mahalledeki arkadaşlarıyla takım kurar, futbol oynardı. Bazen geç saatlere kadar sokakta top koşturur, annesinin ısrarla bağırmasına rağmen eve girmezdi. Futbol zamanla onun için bir oyundan daha fazlası olmuştu. Takıma seçildiği günü anımsadı, ne de çok sevinmişti. Kafasını iki yana salladı, sokağı izlemeye devam etti.
Sokağın girişinde duran arabaya dikkatle baktı. Bir yerden tanıdıktı fakat nereden? Tabi ya takımındaki Emre’nin arabasıydı. Emre ve takımdan birkaç arkadaşıyla kardeş gibiydiler. Onun gibi insanlardan kaçan bir adam için onları hayatına dâhil etmek çok zor olmuştu ama iyi ki onları tanımıştı.
Araba tam Taha'nın oturduğu binanın önünde durdu. Daha fazla bakmak istemedi. Takım arkadaşları kazadan sonra hep onu ziyarete gelirlerdi. Ama iki ay önce arkadaşları hararetli bir şekilde tartışırken, kavgaya tutuşmuşlardı. O da kavgayı ayırmaya çalışırken sert bir yumruk yemişti. Normal bir zamanda olsaydı bu yumruk umrunda olmazdı. Ama kazadan sonra her şeyi takan, nemrut bir adama dönmüştü. O gün arkasına bile bakmadan bulundukları kafeyi terk etmişti. Sonrasında onların aramalarını kısa cevaplarla geçiştirmişti.
Balkon kapısını aralık bırakıp perdeyi çekti. Mutfağa geçip çay suyunu ocağa koydu. Birkaç atıştırmalık hazırlarken kapı sesi duyuldu. Mutfaktan çıktı ve hole doğru sarsak adımlarla yürüdü. Yüzüne inandırıcı olmasını ümit ettiği bir tebessüm kondurdu, kapıyı açtı.
-Hoş geldiniz, biraz daha gelmeseydiniz beni unuttunuz zannedecektim.
-Hoş bulduk kardeşim. Ancak gelebildik. Kamptı, antrenmandı vakit bulamadık.
-Hoş bulduk abi. Ne güzel lan işte bizsiz kafa dinlemişsin.
- O ne biçim söz lan. Ben öyle mi demek istedim sanki?
-Abi sen bu Emre’yi bilmiyor musun? Şimdi izin ver de içeri girelim. Laf dalaşını içeride yaparsınız.
- Lan bu Emre kafa bırakmıyor adamda. Geç abi içeri geç.
Arkadaşlarını salona yönlendirdi, çayı ve atıştırmalıkları hazırladı.
-Emre, bir yardıma gelsene. Git gel yapmayayım kardeşim.
-Geldim abi..
-Tamamdır, eyvallah kardeşim.
Elindekileri sehpaya bıraktı. Emre’nin çayı doldurmasıyla koyu bir sohbete daldılar. Tam içinde bulunduğu ruh halinden sıyrıldığını düşünürken, Ali'nin sorusuyla yüzü düştü.
-Taha, abi Sibel nerede? Bu ayrılık fazla sürmedi mı? Kızın gönlünü alsana lan. Bu hayattan bıkmış hâllerden bir kurtul abi, kendine gel da. İki senedir kızla nişanlısınız.
Arkadaşlarının cevap bekleyen bakışlarını görünce ciğerlerine derin bir nefes çekti. Bugüne kadar anlatamadığı Sibel'le olan hikâyesini anlatmaya başladı.
-Nereden başlamalıyım bilmiyorum. Sibelle zannettiğiniz gibi deli divane aşık falan değiliz. Daha doğrusu o bana aşık değil. Abi ben onu liseden beri çok seviyorum. Hakkını yiyemem bugüne kadar bana iyi dayandı. Kaza sonrasında bir çiçek göndermişti. Hatırladınız mı ?
-Evet de ne alaka abi. Hiçbir şey anlamıyoruz şu an Ali'yle.
-O gün not bıraktı ve gitti. Bizim olmayan hikâyemiz de bu kadar. Daha da bir şey sormayın.
-Tamam abi. Sen kapattıysan meseleyi bize bir şey demek düşmez.
Arkadaşlarıyla uzun uzun sohbetten ettikten sonra, ikisi de gitmek için ayaklandı.
-Neyse biz kalkalım artık. Kafanı şişirdik yeterince.
-Aynen abi biz kalkalım yavaştan.
- Biraz daha otursaydınız diyeceğim ama siz bilirsiniz. Ahmet başkana, takımdakilere selam söyleyin.
Arkadaşlarını yolcu ettikten sonra defterin olduğu masaya yaklaştı. Sandalyeye gücü tükenmiş bir şekilde sindi. Arkadaşlarına ne kadar belli etmemeye çalışsa da, onları gördükçe aklına eski günler geliyordu. Defterin son sayfasını açıp okumaya başladı.
Sevgili derttaş, hayallerime veda ettiğim için son kez sana yazıyorum. Halbuki daha bir hafta öncesine kadar dipdiriydi umutlarım. Çok zormuş… Hayallere veda etmek, hiçliğe koşmak. Yıllarca bu takımda oynamak için çok emek vermiştim. Şimdi ise bacaklarımın kesilmesi…. Artık ne umudum ne de kimseye güvenim var. Bundan sonra yürüyen bir cesetten ibaretim…
Hikâyenin önceki hâli:
https://docs.google.com/document/d/1v-nAoYIFVIuIYgxA8o6SnvM4r-tDsJCioTqtMyqPTeg/edit?usp=drivesdk