"Bütün ömrüm bir mercimek çorbasına fedadır."
Şimdi sadaka niyetine mercimek çorbası dağıtılıyor mahalle camiinde. (Arif'ten yedi gün sonra.)
Sokak ortasında bir adam. Adamın dili damağına yapışmış. Adı Arif. Kimi yok kimsesi yok. Üç dört yıl önce gelmiş buraya. Burası dediğim küçük bir mahalle. Aksu mahallesi. Arif’in sesi soluğu çıkmaz. Şeffaf bir poşet içinde ekmek olurdu elinde. Otuz beş yaşlarında var yok.
Anlatamıyorum. Anlatmazsam silinir gider Arif.
Dediğim gibi işte Kimselerle konuşmuyordu Arif. Elinde bir kitap. Bulduğu bir banka oturur, akşam olunca evine gider.
Olmadı.
Bank bizim apartmanın arka tarafında. Ben Arif’i o bankta gördüm. İki üç yıl öncesiydi. Dedim ki senin adın Arif olsun. Başlarda ona söylemedim tabii. Anneme sordum adı ne o adamın diye. Annem adını bilmeyiz ama kimi kimsesi olmayan bir adamdır dedi. Kimi kimsesi olmayan adamların adı Arif olur gibi geliyordu bana o zamanlar.
OLMADI. Tekrar yaz.
Arif’i uzun süre izledim. Sabah kaçta kalkar kaçta eve girer ne zaman nereye gider. Arif genellikle sabah erken saatte kapısını açar eski plastik bir kaseye süt döküp ıslattığı ekmekleri kedilere verirdi. Sonra mahalleden çıkardı. Geri döndüğünde elinde siyah bir poşet olurdu. Üç günde bir çıkardı mahalleden. Ben onu genellikle iş yerinden dönerken görürdüm. Arif’i izlemeye devam ettim uzun bir süre.
(Bu güzel ama giriş cümlesini değiştir.)
Mahallenin sonunda tahta bir kulübe vardı. Kulübenin içinde bir adam. Adamın adı Arif. Kimi yok kimsesi yok. Yedi sekiz yıl önce gelmiş buraya. Burası dediğim küçük bir mahalle. Aksu mahallesi. Arif’in sesi soluğu çıkmaz. Kimselerle konuştuğu görülmemiştir.
OL-MA-DI.
-Arif öldü.
Kimi kimsesi olmayan bir adamdı Arif. Adını sanını bilmezdi kimse. İnsanlar yanına gider konuşmaya çalışırlardı, konuşmazdı. Bazen annemler yemek getirirdi kapıdan, almazdı. Mahalleli arasında para toplar Arif’e verirdi sadaka niyetine, kabul etmezdi. Kimi kimsesi olmayan Arif öldü. Arif bizim için hep bilmeceydi. Arif öldü. Üzerinden yıllar geçti. Hikayesi anlatılıp durdu. Yalnız yaşarmış. Ekmekten başka bir şey yemezmiş. Sokaklarda gezer. Evine elinde siyah bir poşetle dönermiş. Bir zamanlar poşetin içinde ne olduğuna dair varsayımlarda bulunmak moda olmuştu mahallede. Sonraları gençler arasında idea sebebi oldu. Kim evine girer poşetin içine bakar kim bakamaz diye. Tabi kimse giremedi Arif’in evine. Böyle konuşulduğuna bakmayın herkes korkardı ondan. Ben de korkardım. Ama bir gün gittim işte. O zamanlar ramazandı. Annem güllaç yapmış elime tutuşturmuştu komşulara getireyim diye. Güllacı alıp Arif’in evine gittim. İftara az kalmıştı, mahallede kimsecikler yoktu. Kapıya vurdum. Açan olmadı. Birkaç kere denedim. Tık yok. Güllacı kapının önüne koyup eve döndüm. İftardan sonra baktığımda kapının önünde durmuyordu güllaç tabağı. Çok sevindim tabi kimsenin tabağını almamış Arif benim getirdiğim tabağı almıştı. Cesaretim arttı. Sokakta görüp selam versem diye gün kollar oldum. Ama görmedim. Bir gün iki gün üç gün. Arif yok. Arif ölmüş.
Ancak ölünce evin içine girebildi mahalleli. Girdim ben de. Bir divan, eski bir soba, poşet poşet ekmek asılı bir duvar, tahta bir masa masanın üstünde eski kitaplar.
OLMADI. Evini daha güzel anlat. ANLATAMIYORUM.
Bir sürü kitabı vardı Arif’in. Çeşit çeşit kitap vardı. Bazı kitaplardan ikişer üçer tane vardı. Bir kitaptan ise on yedi tane vardı. Hamsun’un Açlık kitabı. On yedi tane. Kitaplardan birini alıp evinden çıktım. Çıkarken tezgahın üzerinde yarısı yenmiş güllacı gördüm.
Kitabın içinde çeşit çeşit notlar. Neredeyse her yeri çizilmiş. Açlık. 84. sayfa üzerinde kırmızı kalemle bir not. Nasıl olurda yer insan? 104. sayfa mide bulantılarım arttı. 126. sayfa yalnızca ekmek. 143. sayfa açlığa katlanamıyorum.
Kimi kimsesi olmayan bir adam Arif. Kimi kimsesi olmayan tüm adamların adı Arif.
Feyza Nur Çalıkoğlu