Kelimeler: Açlık. Sadaka. Güllaç.
Ek zorluk: Konu Ramazan'dan başka olsun. Din öykünüzde yer teşkil etmesin.
Mahalle Baskısına İsyan
Beni tüm mahalle sever diye biliyorum. Yani öyle sanıyorum. Öyle olsun istediğimden değil valla, öyle hissettiriyorlar. (Bir ara dönüp öyle kelimelerinden birini çıkarmalıyım.) Kimseyle kavgam, kötü bir muhabbetim olmamıştır. Herkes görünce selam verir, hatırımı sorar, şöyle bir omzumdan tutar, kimisi de sevgi göstergesi olarak kucaklayıp sarsar. Ama nedense mahalledeki adım Kuru Kemal, Kara Kemal… Ağızlarını eşek arı… Yok, seviyemi koruyacağım. Hayır yani yiyip yiyip kilo almıyorsam benim suçum mu? Ne o öyle kara, kuru bilmem ne! Sanki böyle olmayı ben tercih ediyormuşum da eleştiriyorlar... Ben size yemiş yemiş şişmiş diyor muyum? Lakap takıyor muyum beyaz diye, şişman diye?
Eyüp Abi: “Dergi çıkarıyorum, sen de bir şeyler karala.” deyince aklıma mahalleye saydırmak geldi. Düşündüm de belki bir kişi okur ve beni anlarsa bu lakap olayı ortadan kalkabilir.
Koca adamım, niye takıyorum bilmiyorum ama yapacak bir şey yok psikolojim bozuldu resmen, yeter ya.
Onlar zayıflıktan bahsettikçe, her gördükleri yerde “Sen zayıfladın mı yine?” dedikçe eve koşup: “Açım anne, açım! Ne yemek var?” der oldum. Geceleri yemek yemeden yatmıyorum aylardır. Makarna yiyorum, patates yiyorum ki kilo alayım diye! Yok! Tık yok! Ya durumu nasıl anlatayım daha, şerbetli tatlılardan iki tane yesem kesilirim ben, dört tane yiyorum zorla, dört! Hayır, siz bunlardan da anlamazsınız. (Eyüp abi de yazdıklarımı beğenmeyecek zaten. “Oğlum sana adam gibi bir şeyler yaz dedik.” diyecek. Ben de “Karala dedin abi. Hem edebiyatçı mıyım ben?” diyeceğim. Öyle ama doğru söylüyorum.)
Sizin yüzünüzden annemin kalbini kırıyorum kaçtır. Eve geliyorum suratım beş karış. Kadıncağız sofra hazırlamış oluyor. Ben oturup kalori hesabı yapıyorum. O “Bak bu çok sağlıklı ye bunu.” diyor, ben “Evet, detoks görevi görüyormuş, zayıflayayım mı istiyorsun anne?” diye çıkışıyorum. Taş olacağım sizin yüzünüzden taş! Taş Kemal, dersiniz artık.
Dün güllaç yapmış. Bir de güzel yapar ki aaah ah... Pek severdim eskiden, artık hafif tatlılarla ilgilenmiyorum. Neyse işte sanki elim tutmuyor, odama kadar getiriyor annem her şeyi Allah razı olsun. Suyumu bile koyar tatlının yanına. Tabağı görünce birden bağırdım: “Anne bir kilo iki yüz gram vermişim bu hafta ve sen güllaç yaptın öyle mi!” Annem elinde masama boşalttığı tepsiyle kalakaldı. Bakıştık kısa bir an. Ayakları yokmuşçasına sessizce çekip gitti. Bir pişman oldum, bir pişman oldum anlatamam. Ama biraz önce aynada çöken avurtlarımı görmüşüm, o kadar mutsuz ve gerginim ki kalkıp özür dilemek yerine kafama kafama vurdum.
Tüm bunları bilseniz yine de beni böyle yorar mıydınız acaba? Yorardınız bence. Ama annemi bilseniz yapmazdınız herhâlde. Yedim o güllacı, merak etmeyin. Gönlü olur belki diye iki dilim daha koydum gece, tabii kilo kaygısı da var.
Sabah oldu. Kahvaltıya oturduk. “Anne,” dedim “sen dünyanın en güzel güllacını yapıyorsun, biliyorsun değil mi?” Sanki dünyadaki tüm güllaçları denemişim gibi.
Gülümsedi. Özür diledim ama dilerken de yap yap özür dile, diyerek bir sürü azarladım kendimi.
Annem çok anlayışlı kadın vesselam. Kahvaltı bitene kadar konuşmadı. Bir şey söyleyeceğini biliyordum ama o ısrarla susuyordu. Kızıp masadan kalkarım diye düşünmüş olmalı.
Keyif çayımızı içerken “Kemal,” dedi “sen iyi değilsin yavrum. Üç beş kişinin kilonla ilgili yorum yapması seni bu kadar hırpalamaz normalde. Hem eskiden beri böyle denmiyor mu sana? Şimdi ne değişti? Çalışmaya ilk başladığında spora gidiyordun, kilo almıştın. Şimdi niye gitmiyorsun öyleyse? Bir şey var, söyle âşık mı oldun?”
Keşke âşık olsaydım, en azından kızın resimlerine bakıp şarkı filan dinlerdim. Belki şiir bile yazardım ama ben sadece durmadan yiyor ve de durmadan tartılıyorum.
Annem haklı. Bir şey var da başka bir şey değil. Durum tam da hissettiğimden ibaret. Artık baş edemediğim bir kıvama geldi. Yalnız olmayı, sevilmemeyi kilomla iliştirir oldum son zamanlar. Bu kadar yorum yapılıyorsa gözle görülür bir sıkıntı vardı demek. O yüzden hiçbir kız bana bakmıyor diye düşünmeye başladım.
Açlığım sahte. Doymak bilmezliğim de... Farkındayım ama elimden gelen sadece tartıya çıkıp sevinmek veya üzülmek. Bir de benim yerimde olmak isteyen kilolu insanları düşününce içimde tarifsiz bir sıkıntı oluyor, sırtımdan terler boşanıyor. Psikiyatriste gitmeyi düşündüm ama tahlil yaptırmamı isteyecek (yaptırdım hiçbir sorunum yok) sonra da spor salonuna gitmemi, diyetisyen eşliğinde kilo almamı filan önerecektir. Yaptım bunları. Salonu ve diyetisyeni bırakır bırakmaz kilo verdim. Evde kendi kendime yaptığım spor ve diyetle başa sardım. Eee ömür boyu diyetisyenle, spor hocasıyla mı yaşayacağım diyerek bu kez yeltenmedim. Etrafımdaki göbekli teyze ve amcalar gibi yemeye karar verdim. Ama olmuyor işte olmuyor.
Eyüp Abi’ye götürdüm yazdıklarımı, okudu. Üzüldü adam. Görseniz nasıl yüzü düştü. O da her karşılaştığımızda “Zayıfladın mı sen?” der bana. Yanakları kıpkırmızı oldu. Kâğıdı uzattı. “Olmuş olmuş en fazla yüz kişiye ulaşan bir dergi, çok da kasmaya gerek yok, sonunu bağla yeter.” dedi.
Kâğıdı alıp yanından ayrıldım. Bizim evle onun ofisinin arası yürüyerek yirmi-yirmi beş dakika sürüyor. Eve yürümeye karar verdim. Kilo vereceğim filan aklıma gelmedi he. Yaya alt geçidinden geçip merdivenin başına varınca dokuz-on yaşlarında bir kız çocuğu gördüm. Pembe başörtüsü, kırmızı kazağıyla büyümüş de küçülmüş bir kadın gibiydi, düzleştirdiği bir kolinin üzerine oturmuş dileniyordu: “Allah rızası için bir sadaka abi. Bir ekmek parası be.” Yüzü hususi kirletilmiş gibi geldi. Üzerindeki kazağın delikleri de tuhaftı, sanki bilerek delinmişti. Biraz macera arıyor bu diye düşünebilirsiniz, olabilir.
Cebimdeki bozukları genelde her isteyene veririm. Ama epeydir dilenci görmediğimi fark ettim. Muhtemelen yanımdan geçtiler ve para da istediler ama ne kadar kendimle meşgulsem artık, duymamışım. Ceketimin ceplerini yokladım. Bozuk yoktu. Cüzdanımı çıkardım beşlik aradım, yoktu. Elli lira vardı. Maaş almama on bir gün varken bankada dört yüz liram kalmışken vermem saçma diye düşündüm. Aceleden hesap da yaptım. Dayanamadım verdim. Öyle düşüne düşüne verince anladı tabii çocuk.
“Abi başka paran yok galiba boş ver.”
Ne yapacaksam “Adın ne senin?” diye sordum.
“Dilek.”
“Dilek… Senin de paran yok o yüzden verdim.”
“Benim senden çok abi.” deyip çiçekli eteğine topladığı paraları gösterdi. Bir bakışla gördüğüm kadarıyla en az yetmiş lirası vardı.
Güldüm. “Benden zenginsin.”
“Benim sana sadaka vermem lazım galiba.” diyerek beklemediğim bir hamle yaptı.
“Sanırım.” dedim, göz kırptım.
Parayı elinde tutuyordu, uzattı. “Al abi bunu, kendine güzel bir yemek al.”
Almadım. Kolu havada kalmıştı.
Acaba zayıf olduğum için aç mı sandı beni diye düşündüm. Epey bozuldum.
“Neden yemek alayım, aç değilim ki.”
“Abi hiç acıkmayacaksın sanki sen de ha.” deyip elini ağzına götürdü, kıkırdadı.
“Doğru söylüyorsun. Son birkaç aydır alınganlığım üstümde.”
“Tuhafsınız. Biz dileniyoz, para istiyoz, üzerimizde elbise, ayağımızda papuç yok; bir ton laf yiyoz milletten, alınmıyoz, gurur yapmıyoz, mutluyuz da siz niye ufacık şeyle depresyona giriyonuz anlamadım ben bu işi.”
Ufacık şeyle diyor ya, sanki sorunum ne biliyor diye içimden söylendim, gıcık oldum ufaklığa. Cevap vermedim.
“Bir hafta gel dilen de anlarsın ne dediğimi abi. Az laf yemiyoz. Ha biz bunu seçmişiz o ayrı. Zorla değil yani.”
Zorlama olmadığı için bir an sevinecek gibi oldum, akbabanın biri sırtından geçinmiyor demek ki dedim. Ama isteyerek, iş olarak yapmasına da üzüldüm. Bir de akıl veriyor artist.
Hiç yapmayacağımı sandığım şeyi yaptım, uzattığı parayı aldım. Ders veririm ümidiyle tabii.
“Helal olsun abi.” dedi.
Benim ona verdiğim parayı bana verirken helal etti resmen. Hayret ede ede yürüdüm.
Bir aydınlanma yaşadığımı sanmayın. Başkasının zorluk içinde yaşadığını görüp şükretmeyi filan hatırlamadım. Yol boyu bakış açılarımızın ne kadar değişken olduğunu düşündüm. Sonra Eyüp Abi’nin kıpkırmızı oluşu geldi aklıma. Bilerek demiyorlardır bana öyle şeyler, dedim. Üzdüklerini bilmiyorlardır, düşmanım değiller hoş, dedim. Sizi anlamaya çalıştım biraz yani. Siz de beni anlarsanız sevinirim.
Eve vardım. Anneme seslendim:
“Güllaççıların kraliçesi ben geldim, çok açım.”