Uçma heyecanının gözünü kör ettiği top, iki kat hızla yere çakılmakta olduğunun farkında değildi. Arkadan gelen bağırtı senfonisini tezahürat sanıyor, güneşin iyice parlattığı kırmızısıyla göneniyor, gerindikçe geriniyordu.
Ablaa, ablaa topu yakalar mısıın? Top yola kaçtı abla. Oğlum koşsanıza top yokuş aşağı gitcek. Kim attı lan topu!
Kıpkısacık havalanma, büyük bir gürültüyle sonlandı: PAAT. Kırmızı meşin yuvarlak pes etmedi. Bir umut sıçradı ve PAT. Havalan, ardından son kez: pat. Yine de top, umudu kesmedi. Şimdi tüm hızıyla yokuş aşağı kaçıyor. Arkasında, kısa şortlu bir çocuk. Bacakları güneşten yanmış. Ayakları, yıpranmış kramponlara yerleşmiş. Üzerinde 13 numaralı forma. Saçları, güneşin ve terin kendisine verdiği yetkiye dayanarak parıldıyor. Top kaçıyor ve o, kovalıyor. Ben topun tarafını tutuyorum. Ama hayır. 13 numara, sağ ayağıyla önünü kesti. Topa haddini bildirmek için ayağını topun üzerine koydu. Top, sindi hemen. Hazır ol’a geçti. Sağ ayak gerindi. Şöyle bir etrafa bakındı: PAAT.
Top tekrar havada. Son sürat kaçtığı yere döndüğünün farkında mı? Patt. Şimdi üç beş çocuğun ayakları arasında. Bir o yana bir bu yana havalanıyor. Havalanımsı bir şeyler oluyor. Yedi çocuk. İki çocuk da musluğun yanında, etti mi dokuz? O ikisi oyuna iç geçirmekle meşgul. Yaş sınırına takılmışlar, belli. Ayakları henüz topa değecek kadar gelişmedi. İkisinden sağdaki seneye de giyeceği şortun çakma amblemine bakıp duruyor. Bu sene şampiyon olacaklarından emin, hakemler şike yapmazsa tabii. İkisinden soldaki, belini yukarı çekip duruyor. Soluk şortu, abim var diye haykırıyor. Elleri havada salınıyor, o gol kaçar mı! Abisi onu oyuna alsaydı en az beş fark atarlardı. Ah o acımasız abisi. Ama abisi ne yapsındı, top onun değildi. En havalı oyuncu değildi. Takım kaptanı değildi. Kardeşine torpil geçemezdi. Geçiremezdi. Gerçi sol bekti. Önemliydi. Takımın kilit noktasıydı. Ama o kadar da değil. O olmasa takım bir hiçti. Ama bunu söyleyemezdi. Sırtında 1 yazan, topu ikide bir ayağının altına alan açık kumral saçlı çocuk Messi’ydi. Topu tekrar aldı ayağının altına. Çevirip duruyor, bakışları kendine topluyor. Çocuklar maçı bırakıyor. Kiminin kolları devrimci sloganlar atarcasına havayı dövüyor. Kimi maçtaki hiddetinden kalan saygıyla topa doğru gidiyor. Sol bekler ve sağ bekler, alıştıkları için olsa gerek, yandan yandan topa yaklaşıyor. Umut, okul bahçesinden taşıyor. Topla oynayan büyüdükçe büyüyor. Kocaman oldu şimdi. Saçlarını sallıyor. Ani bir hareketle topu koltuk altına alıyor. Bir uğultu: o hooo aabi. Top gitti. Oyun bitti. Kalanlar topu anmak için kendilerini yere atıyor. Kiminin gözleri yerde coca cola kutusu arıyor. Kimi içinde kalan hırsı bastıramıyor. Okulun bahçesinde birkaç beceriksiz küfür.
Top ne düşünüyor şimdi, kurtuldu mu? Neyden kaçtığına göre değişir. Kim bilir belki en büyük hayali, kendisini parıldatan güneşin altında usulca büzülmekti. Top gitti. Bir kibrin resmi şimdi. Kadraja, az önce umarsızca yoldan geçen, topun kaçışına eylemsizlikle yardım ve yataklık eden kız giriyor. Okulun karşı yolunda yürüyor. Elinde parlak kırmızı ambalajlı, büyük bir kare. Bu ambalajı bir yerden tanıyorum. Hatırlamaya çalışırken burnuma gül suyu kokusu geliyor. Bir türlü sevemedim bu kokuyu. Güllaç. Bu vakit güllacı nereden bulmuş, ne yapacak? Komşum olsaydı, bir tabak bana da getirirdi belki. Komşularım bir şeyler getiriyormuş gibi. Kız güllaçla ne yapacak? Ramazan değilse güllacın ne anlamı var? Arasında dövülmüş ceviz. Üzerinde nar, antep fıstığı. Acıkmış olmalıyım. Dolap tamtakır. Kendimi düşünmeye bir mola. Okulun karşısındaki apartmandan bir ses. Dördüncü katın balkonundan ulusa sesleniş. Çember başa bağlanmış. Aklı kaçırmamak için bir önlem. Balkon demirlerinden bir çift küçük el, sokağı süslüyor. Bulabildiği mandallar boşlukta süzülüyor.
Enees, e-ness. Markete git iki dakika. Oğlum atma mandalları. Bağırtma beni Enes. Evin önüne gel.
Daha demin bir yiğit edasıyla topun peşinden koşan on üç numara, bu sefer kutsal sese doğru koşuyor. Bacaklar aynı, yanık. Ayaklar aynı, yıpranmış kramponlarda. Koşuş aynı koşuş değil. Nerede o kahraman, bir uğra verilmeye hazırlanmış can nerede bu ileri koşarken geri geri giden ayaklar.
Üç ekmek, bir kilo patates. Domates salçası. Kardeşine de çubuk kraker...
Alemin enayisi ben miyim! Patlatmasaydın geçen aldığın topu. Dediklerimi çabuk al da gel. Yemek yapıcam.
Saat beşe çeyrek var. Babaların ve kocaların eve gelme saati. Yemek hazır olmalı. Çabuk ol on üç numara, baban işten çıkacak şimdi. Geldiğinde yorgun olacak, kafası gürültü kaldırmayacak belki. Karnı aç olacak. Sabahtan akşama kadar sizin için çırpınıp durmuş olacak. Annenin akşama kadar yapması gereken iki kap yemek, onu da mı beceremeyecek.
Acıktım. Dolap tamtakır. Kartım boş. Gülsüm hanım bugün izinli. O kız güllaçla ne yapacak? Havada süzülürken ne de toktum. Topun aksine yokuş aşağı yuvarlanırken kimse yolumu kesemedi. Kesmedi. Durduğumda bir çöpe takılmıştım. Evdeyim. Durmasam yorulduğumu anlamayacaktım. Yorulmasam büzülmeyi bekleyemezdim. Büzülmezsem, yok öyle bir şey. Her insan öyle ya da böyle, hızlı ya da yavaş büzülüyor. Ben büzülmemi izliyorum. Acıktım. Dolap tamtakır. Kartım boş. Gülsüm hanım bugün izinli. Pencereden ayrılsam markete gidebilirdim. Yokuş aşağı yuvarlanırken yanıma iki tekerlek almasaydım, kim bilir ayrılabilirdim. Havada süzülürken iki üç sadaka verseydim, tekerlekleri almazdım belki. Öyle derlerdi, sadaka belayı def eder. Bela mıydı, büzülmeye ayna mıydı?
Bir Enes’im olsa ona seslenirdim belki. Oysa enesler ve diğerleri yokuşun başında kalmışlardı. Yokuşa kadar gelmemişlerdi. Okulun bahçesinde kalmışlardı. Bırakmıştım onları, havalanırken unutmuştum. Ayakları arasında havalanımsı şeyler yapıyordum belki. Ama saat beşi geçerken yüzlerine de çarpıyordum. Yine de bir umut pencereden dışarı baktım. Okulun bahçesi dağılmaya başlamıştı. Soluk şort, abiden ezberlediği hayalleri bir de küçükten dinliyor. Abi umutsuz, yerdeki çakıl taşlarını tekmeliyor. Yürüyorlardı. Bana doğru geliyorlardı. Pencerenin yanındaki kaseye takıldı gözüm. İçinde kırmızı meşinler. Seslensem şimdi “hey sol bek, bir ekmek, olursa bir de peynir”.
Kırmızı meşinler elimde. Yumruk yapılmış bir el, pencereden dışarı sarkmış. Yumruk devrimci yumruğu değil. Derin bir nefes alıyor. Slogan atmak için değil. Avuç açılıyor. Meşinler sokağı süslüyor. Ağzımı açamıyorum. Bir ses duyuyorum.
Abii, abii para yağıyor. Bir top parası çıkar mı burdan? Oley be, orta saha oyuncusu geliyor. Messi de kimmiş!